Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Araştırma

Kapsül Haber Ajansı - Araştırma haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Araştırma haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Dikkat Çeken Araştırma: "Her 5 Gençten Biri Ne Eğitimde Ne İstihdamda" Haber

Dikkat Çeken Araştırma: "Her 5 Gençten Biri Ne Eğitimde Ne İstihdamda"

Her 10 gençten 6’sı istihdama ‘tanıdık’ aracılığıyla erişebilirken çalışan gençlerin yüzde 65’i ayda 27 bin TL’nin altında bir ücret alıyor. Gençlerin yüzde 72’si borç yükü altında, yüzde 68’i ise daha iyi iş olanakları için yurtdışına göç etmek istiyor. İstanbul Bilgi Üniversitesi tarafından yürütülen ve TÜBİTAK 2519 – COST Çalışma Grubu Destek Programı tarafından desteklenen "Türkiye’de NEET (Ne Eğitimde Ne İstihdamda Ne Yetiştirmede) Gençler: Profil ve İyi Olma Hali Araştırması" projesinin bulguları santralistanbul Kampüsü’nde gerçekleşen toplantıda kamuoyuyla paylaşıldı. 10 Mayıs-2 Haziran 2025 tarihleri arasında yürütülen saha çalışması Fraktal Araştırma tarafından Türkiye genelinde 29 ilde, 18-29 yaş aralığındaki 2 bin 403 gençle hanelerde yüz yüze görüşülerek gerçekleştirildi. Araştırma, gençlerin iyi olma halini "maddi durum", "eğitim", "sağlık ve psikososyal iyi oluş", "aile", "siyasal, sivil katılım, güven ve faillik" gibi birçok farklı boyutta ele aldı. Proje kapsamında anket çalışmasının yanı sıra İstanbul ve Çukurova’da gençler ile derinlemesine görüşmeler ve kamu, STK ve akademi temsilcilerinin katıldığı politika geliştirme çalıştayları hayata geçirildi. Projenin kapanış toplantısı İstanbul Bilgi Üniversitesi Sosyal ve Beşeri Bilimler Fakültesi öğretim üyeleri Prof. Dr. Emre Erdoğan, Prof. Dr. Pınar Uyan Semerci, Doç. Dr. Başak Akkan, Dr. Öğr. Üyesi Tuğçe Erçetin Sabuncu ve doktora bursiyeri Birnur Kafalı Eyolcu’nun sunumlarıyla gerçekleşti. Kadınlar ev içi sorumluluklar nedeniyle işgücünün dışında Araştırma gençlerin istihdamına, işgücü piyasasındaki koşullarına ve maddi durumlarına ilişkin çarpıcı veriler ortaya koyuyor. Araştırmaya katılan 18-29 yaş arası gençlerin yüzde 46’sı bir işte çalışırken yüzde 54’ü çalışmıyor. Bu grubun yaklaşık üçte biri ise ne istihdamda, ne eğitimde, ne de herhangi bir mesleki eğitim sürecinde. Toplumsal cinsiyet, bu tabloyu en güçlü şekillendiren değişken olma özelliği taşıyor. Erkeklerin yüzde 63’ü istihdamdayken, kadınlarda bu oran yüzde 28’e düşüyor. Araştırma bulgularına göre kadınların NEET olma olasılığı, erkeklerin olasılığının yaklaşık 2,5 katı. Bu farkın temel nedeni ise "aile sorumlulukları". Çalışmayan kadınların yüzde 29,2’si ev içi bakım veya ailevi nedenlerle işgücüne katılamadığını belirtirken, aynı gerekçeyi ifade eden erkeklerin oranı yalnızca yüzde 1. İşe girişte 'tanıdık' faktörü belirleyici Araştırma, gençlerin iş bulma sürecinde formel kanalların tek başına işlevsiz kaldığını gösteriyor. Gençlerin neredeyse yarısı (yüzde 45,6 civarı) istihdama arkadaşları veya akraba bağlantıları aracılığıyla erişebiliyor. Buna karşılık, dijital iş arama platformları aracılığıyla iş bulanların oranı yalnızca yüzde 8,9. Çalışma Koşulları: Küçük işletmelerde uzun saatler Türkiye gençliğini temsil eden bu araştırma, genç istihdamının büyük ölçüde mikro ve küçük ölçekli işletmelere sıkışmış durumda olduğunu gösteriyor. Gençlerin yüzde 85’i 50 kişiden az çalışanı olan yerlerde çalışıyor. Başta mağazalar ve yeme-içme mekanları olmak üzere ağırlıklı olarak satış danışmanı, garson veya kasiyer gibi hizmet sektörü pozisyonlarında istihdam ediliyor. Gençlerin yüzde 58’i günde 9 saat ve üzerinde çalıştığını belirtirken yüzde 66,8’i haftada 6 gün, yüzde 8,3’ü ise haftanın her günü çalışıyor. Haftada 5 gün çalışanların oranı yalnızca yüzde 18. Gençlerin yüzde 65’i ayda 27 bin TL’nin altında ücret alıyor Araştırma, gençlerin içinde bulunduğu ekonomik çıkmazı da çarpıcı verilerle ortaya koyuyor. Gençlerin yaklaşık yüzde 65’i ayda 27 bin TL’nin, yüzde 35’i ise 9 bin TL’nin altında kazanıyor. Katılımcıların yüzde 42,3’ü gelirinin "eksik kaldığını", yüzde 44,6’sı ise "sadece ihtiyaçlarını karşılamaya yettiğini" belirtiyor. Yetersiz gelir, gençleri sistematik bir borçluluğa itiyor. Araştırmaya göre gençlerin geneline bakıldığında sadece yüzde 28,3'ünün hiç borcu yok. Çalışan grubun sadece yüzde 8,2’si hiçbir borcu olmadığını belirtirken; yüzde 40,5’i kredi kartı borcu, yüzde 25,3’ü taksitli borç ve yüzde 18,7’si ihtiyaç kredisi borcu yükü altında. Her on gençten altısı mevcut maddi durumundan memnun olmadığını belirtirken, "çok memnunum" diyenlerin oranı yüzde 6,3’te kalıyor. Gençler diplomadan umudu kesmiş durumda Araştırma, gençler arasında "eğitim-istihdam bağlantısına" dair köklü bir güvensizliği ortaya koyuyor. Katılımcıların yalnızca yüzde 38,7’si aldıkları eğitimin kendilerini "hayata hazırladığını" düşünürken, sadece yüzde 36,2’si "bu eğitim sayesinde iyi bir iş bulabileceğine" inanıyor. Yüzde 36,4’lük bir kesim ise bu görüşü net bir şekilde reddediyor. Eğitime olan güven, özellikle işsiz ve aile sorumlulukları taşıyan gençler arasında dip yapmış durumda. Gelecek kaygısı nedeniyle gözler yurtdışında Eğitimden ve mevcut ekonomik yapıdan umudunu kesen gençlerin gelecek beklentileri de karamsar bir tablo çiziyor. Bu durum, gençler arasında yurt dışına yerleşme arzusunu bir "çıkış yolu" olarak güçlendiriyor. Katılımcıların yüzde 67,8’i "daha iyi iş olanakları" için yurt dışına gitmek istediğini belirtirken, bu motivasyonu yüzde 36 ile "Türkiye’de geleceğini görememe" ve yüzde 28,9 ile "ülkenin kötüye gittiğini düşünme" takip ediyor. Gençler sadece ekonomik değil, aynı zamanda sosyal ve siyasal nedenlerle de gitmek istiyor; yüzde 22,5’i "daha fazla kişisel özgürlük", yüzde 6’sı ise "düşünce özgürlüğü eksikliği" nedeniyle göç arzusunda olduğunu belirtiyor. Araştırma, bu yoğun isteğin henüz somut bir plana dönüşmediğini de gösteriyor. Gençlerin sadece yüzde 8’i "kesinlikle gitmeyi planladığını" ifade ederken, yüzde 56,4’ü bunun muhtemel olmadığını belirtiyor. Psikolojik yorgunluk ve tükenmişlik hâkim Araştırma, gençlerin sağlık davranışları konusunda riskli bir tablo çizerken gençlerin özellikle psikososyal durumu endişe verici bir seviyede. Katılımcıların yüzde 36,6'sı sık sık "yorgun hissettiğini", yüzde 33,5'i "uykusuzluk çektiğini", yüzde 29,2'si "mutsuz veya sıkıntılı" olduğunu ve yüzde 26,6'sı "sorunlarıyla baş edemediğini" belirtiyor. Bu bulgular, gençlerin üçte birinden fazlasının yoğun stres altında yaşadığını ve dinlenemediğini gösterirken psikolojik yorgunluk ve tükenmişlik sorunları en çok işsiz gençlerde görülüyor. Gençler siyasete oy vererek katılıyor, STK'lara uğramıyor Araştırma, gençlerin siyasal ve sivil katılımı ile ilgili de çarpıcı veriler ortaya koyuyor. Gençlerin yüzde 79,9’u siyasete oy vererek katılırken bir siyasi partiye üye olanların oranı ise sadece yüzde 6,8. Gençlerin sivil alana katılımına bakıldığında ise bir STK'ya üye olanların oranı yüzde 9,3’ken düzenli gönüllülük yapanların oranı ise yüzde 11,4. Gençler, parti faaliyeti yerine yüzde 28-29 oranlarıyla boykot veya çevrimiçi protesto gibi daha bireysel ve esnek eylem biçimlerini tercih ediyor. Araştırma sonuçları gençlerin siyasi açıdan bireysel olarak kendilerine güvendiklerini ancak sisteme karşı derin bir yabancılaşma içinde olduklarını gösteriyor. NEET olma durumu bir tükenmişlik hali Araştırma bulguları aynı zamanda İstanbul ve Çukurova Bölgesinde Nisan-Temmuz 2024 tarihleri arasında yüzden fazla NEET genç yapılan derinlemesine mülakatları ve odak grupları da içeriyor. Gençlerin deneyimlerini aktardıkları bu görüşmelerde eğitimden sınav kaygısına, "beklemede" olmanın zorluklarına, ilk kez işe girecek gençler için tecrübe eksikliğinin yarattığı paradoksa birçok başlık yer alıyor. Mülakatlar, NEET olma durumunun bir "tükenmişlik hikayesi" olduğunu güçlü bir şekilde ortaya koyarken, uzayan iş arama süreçleri, bakım yükleri ve sürekli beklemede olma hali, gençleri yıpratan ve topluma aidiyetlerini zedeleyen bir sürece işaret ediyor. ‘Gençler dünyayı adaletsiz bir düzen olarak görüyor’ Araştırmanın sonuçlarını değerlendiren Proje Yürütücüsü Prof. Dr. Emre Erdoğan, “Araştırmanın en çarpıcı bulgularından biri gençler arasındaki yaygın 'anomi', yani toplumsal kuralsızlık, güvensizlik ve adalet algısındaki çöküş oldu. Kurumlara güvensizlik var ve liyakat algısının çökmüş olduğunu görüyoruz. Bu toplumsal yönsüzlük hissi, en yüksek olarak öğrenciler ve ‘beklemede’ olan gençler arasında ölçüldü. Bu adaletsizlik algısı, gençler arasında yaygın bir 'hınç' duygusunu da besliyor. Gençler, dünyayı bireysel çabanın karşılığını vermediği adaletsiz bir düzen olarak görüyor.'Toplumsal hınç' olarak adlandırılan bu sistemsel adaletsizlik algısı, en keskin biçimde işsiz gençler arasında gözleniyor.” dedi. Gençlerin genel iyi olma halinin alarm verdiğini belirten Prof. Dr. Erdoğan, “Yaşam memnuniyeti ve gelecek umudu son derece düşük seviyelerde seyrediyor. Toplumsal adalet algısındaki çöküş ve sistemsel eşitsizliklere duyulan ‘hınç’ yaşam memnuniyetini en güçlü düşüren faktörler olarak öne çıkıyor. Bulgular, gençler için "adil bir toplum algısının" ekonomik güvenceden bile daha kritik hale geldiğini gösteriyor.” diye konuştu. Politika önerileri paylaşıldı Araştırma ekibi bulgulara ve paydaşlarla yürütülen çalıştaylara dayanarak çeşitli politika önerileri de sundu. Gençler için sadece gelir destekleri değil sanatsal, sportif ve kültürel etkinliklere katılabilmeleri için ücretsiz "ulaşım desteği" verilmesi ve barınma, sınav ücretleri gibi çeşitli kalemleri kapsayan finansal desteklerin de sağlanması önerildi. Eğitimin sadece akademik bilgiyle donatan bir yapıdan çıkarak beceri, yönelim ve deneyimle güçlendiren bir modele dönüştürülmesi gerektiği vurgulandı. Bakım yükünün ailelerin, özellikle de kadınların omzunda kalmaması için devletin, yerel yönetimlerin ve işyerlerinin aktif sorumluluk almasının altı çizildi. Gençlerin psikososyal iyilik hali için de okullardaki rehberlik sisteminin daha destekleyici ve etkin rol almasının sağlanması, gençlerin ücretsiz ve güvenli biçimde sosyalleşebileceği, aidiyet hissini ve toplumsal bağlarını güçlendireceği kamusal alanların çoğaltılması önerildi. Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

Sabancı Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı, GESDA Zirvesi’nde Haber

Sabancı Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı, GESDA Zirvesi’nde

Sabancı Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı, İsviçre’nin Cenevre kentinde düzenlenen GESDA Zirvesi’nde filantropinin geleceğine dair görüşlerini paylaştı. “Değişen Dünyada Filantropi ve Özel Sektörün Rolü” oturumunda konuşan Sabancı, çoklu krizler döneminde filantropinin rolünü, güven ve hesap verebilirliğin önemini, ayrıca sürdürülebilir toplumsal dönüşüm için iş birliği ile ilgili görüşlerini paylaştı. “Artan eşitsizliklerle mücadelede bilim ve filantropi kilit rol oynuyor” Teknolojik ilerlemelerle birlikte artan eşitsizliklere dikkat çeken Sabancı, filantropinin artık yalnızca iyilik yapmak değil, sistemleri dönüştürmek anlamına geldiğini ve bilim ile birlikte kilit rol üstlendiğini vurguladı. “İnsanlık için gerçekten zor bir dönemden geçiyoruz. Artan eşitsizlikler karşısında, GESDA gibi bir platformda sorunları birlikte tartışabilmek çok önemli, çünkü büyük problemleri tek bir kurumla veya tek bir yöntemle çözmemiz mümkün değil. Bakış açımızı ve çözüm üretme biçimlerimizi yenilememiz gerekiyor. Bunları yeniden keşfetmeli, tartışmalı, tasarlamalı ve üzerine düşünmeliyiz.” “Gerçek güven, iyi niyetin ötesine geçmekle başlar” Sabancı konuşmasında, “Güven ve meşruiyet, filantropinin temelidir. Ben buna ‘filantropinin para birimi güvendir’ diyorum. Toplumsal gelişim; güvenin inşası, şeffaflık ve net bir amaca sahip olmakla başlar. Eğitim de güvenin ve sürdürülebilir gelişmenin temelidir. Bundan 25 yıl önce kurulan Sabancı Üniversitesi, birlikte yaratma ve birlikte öğrenme kültürünün en somut örneklerinden biridir. Bugün Sabancı Üniversitesi, ülkemizin en iyi araştırma kurumlarından biridir.” dedi. “Büyük meselelerin çözümünde iş birlikleri kritik rol oynuyor” “Sabancı Vakfı olarak son 20 yıldır hibe veriyoruz” diyen Güler Sabancı, “Bu süreçte genellikle sahada ilk kez proje yürüten küçük sivil toplum kuruluşlarına destek verdik. Bugüne kadar 250’ye yakın proje destekledik. Ancak her zaman söylediğim gibi, mesele sadece maddi destek değil. Önemli olan mentorluk yapmak, yol göstermek ve ortak bir hedefe birlikte yürümektir. Başarılı olmanın yolu, öncelikle ne yapılması gerektiğiyle ilgili ortak anlayış sağlamaktan geçer. Birlikte hareket edersek etkiyi çoğaltabiliriz.” Başarı Üçgeni: Kamu, Özel Sektör ve Sivil Toplum Sabancı, büyük sorunların çözümünde kamu, özel sektör ve sivil toplumun birlikte hareket etmesinin kritik rol oynadığını vurguladı. “Buna başarı üçgeni diyoruz. Filantropi bu üçgenin önemli bir parçası. Küresel perspektifimizi koruyarak çözüm için iş birlikleri geliştirmek hayati önem taşıyor.” ifadelerini kullandı. Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

Arçelik Üst Üste 5’inci Kez Türkiye’nin En Teknolojik Markası Seçildi Haber

Arçelik Üst Üste 5’inci Kez Türkiye’nin En Teknolojik Markası Seçildi

Türkiye’nin lider ev teknolojileri markası Arçelik, sürdürülebilirlik, kalite, yenilikçilik ve müşteri odaklılık anlayışıyla geliştirdiği ürün ve teknolojilerle müşterilerine değer katmayı sürdürürken, teknoloji alanındaki öncü konumunu tüketici nezdinde bir kez daha tescilledi. Bu yıl 70’inci yıldönümünü kutlayan marka, Pazarlamasyon ve NielsenIQ iş birliğiyle gerçekleştirilen Tech Brands Turkey araştırmasında kategori bağımsız olarak üst üste 5’inci kez “Türkiye’nin En Teknolojik Markası” seçildi. 70’inci yılında “Teknolojiyle Hayatın Kalbinde” söylemiyle yenilikçiliği köklü ar-ge birikimi ve yerli üretim gücüyle harmanlayan marka; enerji verimli ürünleri, yapay zekâ destekli çözümleri ve güçlü bayi yapılanması ve satış sonrası hizmet ağıyla hem Türkiye’nin teknolojik gelişimine hem de küresel ölçekte sürdürülebilir geleceğe katkı sunuyor. “TEKNOLOJİYLE GELECEĞİ ŞEKİLLENDİRİYORUZ” Konuyla ilgili açıklamalarda bulunan Pazarlama ve Stratejiden Sorumlu Genel Müdür Yardımcısı Ragıp Balcıoğlu, “Faaliyet gösterdiğimiz tüm coğrafyalarda markalarımızla teknolojide öncü bir rol üstleniyoruz. 22 markamızla dünya genelinde, küresel bilgi birikimimizden ve yenilikçi gücümüzden beslenerek, farklı tüketici ihtiyaçlarına en uygun çözümleri sunuyoruz. Arçelik’in global ölçeği bize yalnızca geniş bir operasyon alanı değil, aynı zamanda dünyanın dört bir yanındaki en güncel trendleri yakından takip etme ve bu trendleri Türkiye’ye taşıma avantajı sağlıyor. Teknolojiyi insana ve gezegene değer katan bir dönüşüm aracı olarak görüyor, bu vizyonla hem yerel hem global pazarlarda fark yaratmaya devam ediyoruz. Türkiye’de Arçelik markamızla 70 yıldır Türkiye’nin teknolojik gelişimine öncülük ediyoruz. 5’inci kez üst üste Türkiye’nin en teknolojik markası seçilmek, çalışmalarımızın tüketici nezdinde de karşılık bulduğunu göstermesi açısından çok kıymetli. 1991 yılında sektörümüzün ilk ar-ge merkezini kurduğumuzdan bu yana binlerce yeniliğe imza attık. Üretimden ar-ge’ye, sürdürülebilirlikten dijitalleşmeye kadar her alanda ilkleri hayata geçirirken odağımızda daima müşterilerimizin yaşamlarını kolaylaştırmak oldu. Pazarlamasyon ve NielsenIQ tarafından gerçekleştirilen bu araştırma, çalışmalarımızın tüketici nezdinde de güçlü bir karşılık bulduğunu göstermesi açısından çok kıymetli. 70’inci yılımızı kutlarken, milyonlarca evde dokunduğumuz hayatları daha akıllı, daha verimli ve daha sürdürülebilir hale getirmek için çalışmayı sürdürüyoruz. Türkiye’nin dört bir yanına yayılan üretim tesislerimiz, geniş bayi yapılanmamız ve yetkili servis ağımız, güçlü ar-ge merkezlerimiz ve mühendislik gücümüzle teknolojiyi herkes için erişilebilir kılmaya; her zaman olduğu gibi, geleceği teknolojiyle şekillendirirken ülkesine değer katan bir marka olmaya devam edeceğiz” dedi. ARÇELİK, TÜKETİCİ NEZDİNDE LİDERLİĞİNİ 5 YILDIR SÜRDÜRÜYOR Tech Brands Turkey araştırması, Türkiye genelinde 12 ilde, 15-64 yaş arası 1000 kişiyle gerçekleştirilen kapsamlı bir tüketici algı araştırması sonucunda belirleniyor. Kategori bağımsız olarak yapılan ölçümde Arçelik, beş yıldır üst üste “Türkiye’nin En Teknolojik Markası” seçilen ilk ve tek marka olma başarısını sürdürüyor. Bu unvan, Arçelik’in “Dünyaya Saygılı, Dünyada Saygın” sürdürülebilirlik vizyonu çerçevesinde yıllardır sürdürdüğü teknoloji yatırımlarının, yenilikçi ürün geliştirme gücünün ve müşteri ihtiyaçlarına cevap veren yaklaşımının tüketici nezdindeki güçlü karşılığını bir kez daha ortaya koyuyor. Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

Üniversitelinin Kabusu: Barınma ve Finansal Zorluklar Eğitimin Önüne Geçiyor! Haber

Üniversitelinin Kabusu: Barınma ve Finansal Zorluklar Eğitimin Önüne Geçiyor!

Verilere göre, öğrencilerin yarıdan fazlası üniversite eğitimi için memleketlerinden ayrılmak zorunda kalırken, ekonomik koşullar yurt tercihlerini ve genel yaşam kalitelerini doğrudan etkiliyor. Öğrencilerin %76’sı Yurtta Kalmayı Tercih Ediyor Ipsos Türkiye CEO’su Sidar Gedik’in paylaştığı verilere göre, Türkiye’deki üniversite öğrencilerinin yarısından fazlası eğitim görecekleri şehrin yaşadıkları şehirden farklı olduğunu belirtiyor. Bu durum, barınma ihtiyacını temel bir sorun olarak öne çıkarıyor. Şehir Dışında Okuyanlar İçin Yurt Zorunluluğu: Başka bir şehirde okuyacak öğrencilerin %76’sı yurtta kalmayı tercih ediyor. Genel olarak bakıldığında ise, yaşadığı şehirde okusa bile her iki öğrenciden biri yurt seçeneğini değerlendiriyor. Devlet Yurtları Tek Çözüm: Yurtta kalacağını belirten öğrencilerin neredeyse tamamının öncelikli tercihi devlet yurtları oluyor. Gedik, bunun en temel sebebinin ekonomik koşullar olduğunu vurguluyor. Her İki Devlet Yurdu Öğrencisinden Biri "Pahalı" Diyor Araştırma, barınma maliyetlerinin öğrenci ve aileler üzerindeki baskısını çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor: Özel Yurtlar Ulaşılamaz: Ankete katılan her on öğrenciden dokuzu, özel yurtların pahalı olduğunu düşünüyor. Devlet Yurtları Bile Zorluyor: Ekonomik sıkıntının derinleştiği bu dönemde, devlet yurtları dahi bütçeleri zorluyor. Her iki öğrenciden biri (%50), devlet yurtları için bile “pahalı” yorumunu yapıyor. Sidar Gedik, bu verilerin öğrencilerin barınma konusunda giderek daha sınırlı seçeneklere sahip olduğunu ve büyük zorluklar yaşadığını gösterdiğini belirtti. Finansal Kaygılar Eğitimin Önüne Geçti Barınma dışında, üniversite eğitimi için gerekli genel bütçe de aileleri ve gençleri ciddi şekilde zorluyor. Bütçe Baskısı: Her on öğrenciden dokuzu, kendisinin ya da ailesinin bütçesinin çok ya da az zorlandığını ifade ediyor. Ek İş Arayışı: Gedik, finansal kaygıların, enerjilerini öğrenimlerine yönlendirmesi gereken gençleri geçim derdine, ek iş arayışına ve geleceğe dair belirsizliklere karşı karşıya bıraktığını ekledi. Ipsos Gündeme Dair araştırması, 15 Ağustos - 30 Eylül tarihleri arasında 243 üniversite öğrencisi ile online anket yöntemiyle gerçekleştirildi. Veriler, Türkiye'de üniversite gençliğinin eğitim kalitesini tehdit eden derin ekonomik sorunlara işaret ediyor.

PwC Türkiye’den Bankacılıkta Dolandırıcılıkla Mücadeleye Yönelik Kapsamlı Araştırma Haber

PwC Türkiye’den Bankacılıkta Dolandırıcılıkla Mücadeleye Yönelik Kapsamlı Araştırma

PwC Türkiye, bankacılık sektörünü hedef alan ve her geçen gün daha ciddi ve karmaşık bir hale gelen dolandırıcılık sorunu ile etkin mücadeleye destek olmak amacıyla gerçekleştirdiği Türkiye Bankacılık Sektörü Dolandırıcılıkla Mücadele Araştırmasının sonuçlarını duyurdu. Türkiye bankacılık sektöründe dolandırıcılıkla mücadeleyi mevcut tablo ve geleceğe yönelik yol haritasıyla ele alan araşt ırma; banka yöneticilerinin görüş ve deneyimlerinin yanı sıra, güncel veriler ve uluslararası başarılı uygulamalar ışığında yalnızca mevcut sorunları değil, çözüm yollarını da ortaya koyuyor. Son bir yıl içinde en sık karşılaşılan dolandırıcılık yöntemleri arasında oltalama gibi sosyal mühendislik saldırıları, zararlı yazılımlar, çalıntı kart ve hesap kullanımları ile sahte başvurular öne çıkıyor. Bu tehditler, kurumlar için yalnızca ciddi finansal kayıplara ve itibar zedelenmesine yol açmakla kalmıyor; aynı zamanda bireyler açısından da önemli ölçüde maddi kayba neden oluyor. Bu tehditlerin sadece bankaların değil; e-ticaret, telekomünikasyon, teknoloji şirketleri ve kamu kurumlarının da gündeminde yer aldığına dikkat çeken araştırma, müşteri güveninin korunması ve sektörün sürdürülebilirliği için tüm paydaşların uyumlu ve proaktif bir yaklaşım benimsemesi gerektiğine dikk at çekiyor. Türkiye'de bankacılık sektörünü temsil eden önemli aktörlerle gerçekleştirilen kapsamlı görüşmelere dayanan araştırma; mevcut uygulamalardaki geliştirme fırsatlarının yanı sıra, karşılaşılan zorlukları ve kurumların savunma kapasitelerini güçlendirmeye yönelik stratejik adımları ortaya koyuyor. PwC Türkiye Finansal Suçlar, Uyum ve Kriz Yönetimi Danışmanlığı Lideri Dr. Gökhan Yılmaz, araştırmanın bulgularını şu sözlerle değerlendirdi: "PwC'nin finans ekosistemindeki tecrübesi ve küresel bilgi birikimiyle hazırladığımız bu araştırma, güncel riskleri işaret etmekle kalmıyor; sahadaki iyi uygulamaları ve gelişime açık alanları da net biçimde ortaya koyuyor. Bulgularımız, sektör paydaşlarının ortak bir vizyonla hareket etmesinin; ulusal ölçekte etkin bir koordinasyon mekanizmasının kurulmasının; yapay zekâ destekli analitik modellerin etkin kullanımının ve i nsan faktörünü merkeze alan bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesinin zorunlu olduğunu vurguluyor. Günümüzde finansal dolandırıcılık yöntemleri, özellikle karmaşıklaşan sosyal mühendislik saldırıları gibi dijital unsurlarla birlikte çok daha sofistike hale geliyor ve ortaya çıkan maddi kaybın yaklaşık %80'i doğrudan müşterilerin cebinden çıkıyor. Bu çarpıcı tablo, mücadelenin yalnızca bankaların tek başına üstlenebileceği bir sorumluluk olmaktan çıktığını açıkça gösteriyor. Etkin bir çözüm için tüm paydaşların ortak hareket ettiği güçlü bir ekosistem ve iş birliği anlayışı kritik önem taşıyor. Sahada çalışan banka ekiplerinin öncelikli ihtiyaçları arasında güçlendirilmiş yasal düzenlemeler, uzman insan kaynağı ve kurum içi bağımsızlık öne çıkıyor. Tüm paydaşların dahil olacağı bir iş birliği modeliyle standartla rın tesis edilmesi ve güçlendirilmesi, kurumların savunma kapasitesini artıracak ve risklere karşı daha hazırlıklı bir yapıya geçişi hızlandıracaktır." Araştırmanın öne çıkan bulguları Araştırma, kurumlar arası iş birliğini güçlendirmek ve kurumsal kapasite ile teknolojik yatırımları daha etkin kullanmak için beş temel öneri sunuyor: Sadece bankaların değil, tüm paydaşların katılımıyla oluşturulacak çok katmanlı bir iş birliği modeli, dolandırıcılıkla mücadelenin temel yapı taşı niteliğindedir. Finans ekosisteminin ortak standartlar ve başarılı uygulamalarla desteklenmesi, Türkiye'nin dijital tehditlere karşı direncini artıracaktır.Sektör genelinde benimsenecek kapsayıcı ve ortak standartlar sayesinde, dengeli, güçlü ve uyumlu bir savunma hattı oluşturulabilir.Dolandırıcılıkla mücadele birimlerinin, kurumun stratejik kararlarında daha etkin rol almas ı için doğrudan üst yönetime veya stratejik komitelere raporlama yapması sağlanmalı.Risklerin öngörülmesi ve gerektiğinde en hızlı şekilde müdahale edilebilmesi için algoritmaların yanı sıra gelişmiş analitik kabiliyetlere ve güçlü teknolojik altyapılara da gerek duyuluyor. Teknoloji, sadece bir araç değil, stratejik bir iş ortağı olarak konumlandırılmalı.Finans ekosisteminin dolandırıcılıkla mücadelesinde müşterilerin farkındalığı ve bilgi düzeyi de kritik bir rol oynuyor. Bu nedenle bilinçli müşteriler, sadece kendilerini değil, tüm ekosistemi koruyan stratejik ortaklar olarak görülmeli. Araştırmaya göre, dolandırıcılıkla mücadele standartları, genellikle yönetim ve organizasyon yapısı, risk değerlendirme süreçleri, teknolojik altyapı ve veri analitiği, çalışan eğitimi ve farkındalık, müşteri güvenliği, olay bildirim ve müdahale prosedürleri ile kurumlar arası bilgi pay laşımı gibi ana başlıkları kapsıyor. Bu başlıklar, dünya genelinde öne çıkan başarılı modellerin de ortak noktalarını oluşturuyor. Araştırma, dolandırıcılıkla mücadelede en başarılı sonuçların, ekiplerin hukuk, bilgi teknolojileri, müşteri deneyimi, siber güvenlik ve kriz yönetimi gibi farklı disiplinlerde iş birliği yapmasıyla alınabileceğine işaret ediyor.

Sürdürülebilir Yapı Bilinci Artıyor Haber

Sürdürülebilir Yapı Bilinci Artıyor

Toplumların karşı karşıya olduğu demografik, sosyal, enerji ve iklimsel zorlukların kesişim noktasında yer alan inşaat sektörü, daha sürdürülebilir bir modele doğru dönüşümünü hızlandırma yollarını arıyor. Yapı sektörü de kalite, dayanıklılık kriterlerinden ödün vermeksizin ve bireylerin sağlık ve refahına olumlu katkı sağlayan, iklimsel risklere karşı dirençli, düşük karbon salımı yapan ve herkes için erişilebilir konutlar sunan bir yapılaşma ortamı geliştirmeye çalışıyor. Bu ortama geçiş ise tüm endüstri paydaşlarının ortak taahhüdü olmadan daha sürdürülebilir bir modele geçiş yapmak mümkün değil. Saint-Gobain, bu hedef doğrultusunda 2023 yılında Sürdürülebilir İnşaat Gözlemevi’ni kurdu ve son üç yıldır Occurrence–Ifop iş birliğiyle Sürdürülebilir İnşaat Barometresi’ni yayımlıyor. Bu yıl üçüncüsü kamuoyuyla paylaşılan barometre araştırması, sürdürülebilir inşaat alanında kaydedilen gelişmeleri ortaya koymayı ve ilerlemenin seviyesini ölçmeyi amaçlıyor. Araştırma, Türkiye dahil küresel çapta sektörü temsil eden 4.000 paydaşa yöneltilen 24 sorunun yanı sıra, 27.000 vatandaşın görüşlerini içeriyor. Elde edilen bulgular, Türkiye özelinde ve küresel ölçekte sürdürülebilir yapıyı hızlandıracak temel kaldıraçları belirlemeye yardımcı oluyor. Saint-Gobain Yönetim Kurulu Başkanı ve CEO’su Benoit Bazin: araştırma ile ilgili değerlendirmesinde “Sonuç çok açık: Sürdürülebilir inşaatın bir standart haline gelebilmesi için hemen harekete geçmeliyiz. Bu yaklaşımın hem vatandaşlar hem de sektör profesyonelleri tarafından daha iyi anlaşılması ve beklentilere tam anlamıyla entegre edilmesi gerekiyor. Çevresel etkilerinin ötesinde; konfor, sağlık ve yaşam kalitesi gibi alanlarda sunduğu somut faydalar ise ne yazık ki hâlâ yeterince bilinmiyor ya da göz ardı ediliyor. Bu dönüşümün yaygınlaşabilmesi için, kullanım alışkanlıklarını, yerel ihtiyaçları ve sahadaki gerçekleri gözeten, yerel koşullara uyarlanmış bütüncül bir küresel yaklaşıma ihtiyaç duyuyoruz” dedi. Saint-Gobain Türkiye CEO’su Aykut Aydoğan, Barometre araştırmasının Türkiye sonuçlarına ilişkin değerlendirmesinde şu ifadeleri kullandı: “Saint-Gobain’in 360 yıllık küresel uzmanlığıyla hazırlanan bu barometre, Türkiye’nin sürdürülebilir inşaat alanındaki dönüşümüne yön verecek değerli bir yol haritası sunuyor. Elde edilen bulgular, ülkemizin bu alanda artık sadece kavramsal düzeyde değil, yapısal bir farkındalık ve eylem aşamasına geçtiğini ortaya koyuyor. Çevresel sürdürülebilirlik, giderek güçlenen toplumsal beklentiye dönüşürken; önümüzdeki dönemde sosyal sürdürülebilirlik odağında, sağlıklı, erişilebilir, uzun ömürlü ve yaşanabilir yapılar üretmeye yönelik bütüncül politikalar geliştirmek kritik önem taşıyor. Bu dönüşümün hız kazanmasında ise yerel yönetimler, özel sektör, yapı üreticileri ve eğitim kurumları arasında kurulacak güçlü iş birlikleri belirleyici rol oynayacak.” Sürdürülebilir yapıyı küresel ölçekte hızlandırmaya yönelik bir analiz 2023 yılında 10 ülkede başlayan Sürdürülebilir Yapı Barometresi, bu sene 27 ülkeyi kapsayacak şekilde genişletilmiştir. Barometre; profesyoneller, öğrenciler, yerel yöneticiler ve sivil toplum kuruluşu temsilcilerinden oluşan geniş bir paydaş yelpazesinden toplanan verilerden oluşuyor. Bu yıl bir ilk olarak, sürdürülebilir yapı konusundaki tartışmalara 27.000 vatandaş da dâhil edilerek halkın sesi de duyulmuş oldu. Araştırmadan çıkan dört temel bulgu Sürdürülebilir yapılara olan farkındalık artıyor, güçlü bir kamuoyu desteği buluyor.Daha büyük adımlar atma yönünde genel bir istek bulunuyor. Özel sektör tüm bölgelerde en meşru itici güç olarak görülüyor, ancak bölgesel olarak öncelikler farklılık gösteriyor.Sürdürülebilir yapı kavramı hâlâ büyük ölçüde çevresel boyut odağında ön plana çıkarken kullanıcı refahı geri planda kalıyor.Bilgi sahibi ancak yeterince donanımlı olmayan paydaşlar, somut gelişimin önünde engel teşkil edebiliyor. Sürdürülebilir yapı konusunda artan farkındalık Küresel çapta araştırma sonuçlarından çıkan sonuca göre paydaşların %67’si sürdürülebilir yapı kavramını iyi bildiğini belirtiyor. Bu oran geçtiğimiz yıla kıyasla 6 puanlık bir artış göstermiş durumda. Sürdürülebilir yapı uygulamalarının hayata geçirilmesinin acil bir öncelik olduğu görüşü ise %69 gibi yüksek bir oranda sabit kalıyor. Vatandaşlar da bu görüşe katılıyor: %60 bu konuyu öncelikli bulurken, %95’i konuyu önemli olarak değerlendiriyor. Bugün esas mesele, bu yüksek düzeydeki farkındalığı somut adımlara dönüştürmek ve bunu yaparken yerel farklılıkları dikkate almak. Sürdürülebilir inşaat kavramına ne derece aşinasınız?” sorusuna Türkiye’den gelen yanıtlar, toplumun bu konuya olan farkındalığını ortaya koyuyor. Katılımcıların %45’i “Evet, yakından aşinayım.” yanıtını verirken, %43’ü “Evet, duydum ama tam olarak ne anlama geldiğini bilmiyorum.” dedi. “Hayır, hiç duymadım.” diyenlerin oranı ise %13’te kaldı. Bu veriler, Türkiye’de sektörün %88’inin sürdürülebilir inşaat kavramıyla bir şekilde temas kurduğunu gösteriyor. Ancak küresel ortalamayla karşılaştırıldığında, Türkiye’nin bu oranın gerisinde kaldığı görülüyor. Buna rağmen, ülkede sürdürülebilir inşaat konusundaki farkındalık seviyesinin son yıllarda kayda değer biçimde arttığı söylenebilir. Sektörün dönüşümünü hızlandırma konusunda özel sektörün rolü öne çıkıyor Paydaşların %87’si, sürdürülebilir yapılaşma ile ilgili daha büyük adımlar atılması gerektiği konusunda hemfikir. Değer zincirinin başında yer alan tasarım sürecindeki aktörler kilit rol üstleniyor: Paydaşların %56’sı mimarları ve mühendislik ofislerini en önemli aktörler olarak tanımlarken, %44’ü inşaat şirketlerini kilit oyuncu olarak görüyor. Türkiye’de toplumsal eğilim sürdürülebilir yapılara doğru pozitif yönelim gösteriyor. Ancak bu dönüşümün gerçekleşebilmesi için kamu politikalarının daha yönlendirici olması gerektiği ifade ediliyor. Türkiye’deki katılımcıların %41’i yerel yönetimlerin daha fazla sorumluluk alması gerektiğini savunurken, profesyonellerin %41’lik vatandaşların da %34’lük kesimi finansal teşviklerin bu yapıların yaygınlaşabilmesi için hayati önem taşıdığını belirtiyor. Ayrıca araştırmaya katılan profesyonellerin %30’u, vatandaşların da % 26’sı, sürdürülebilirlik sertifikasına sahip yapıların tercih edilmesi gerektiğini savunuyor. Çevresel kriterler ön planda çıkıyor, sosyal kriterler ikinci planda Paydaşlar kavramı daha iyi anladığını söylese de, sürdürülebilir yapı hâlâ öncelikle çevresel konularla ilişkilendiriliyor. İnşaatta enerji tasarrufu (%35) ve çevre dostu malzeme kullanımı (%31), sürdürülebilir yapının başlıca kriterleri olarak görülüyor. İklimsel risklere karşı dirençlilik ise yükselen bir öncelik olarak dikkat çekiyor. Bu konu, geçen seneye göre 8 puan artışla %21’e ulaşarak en büyük artışı kaydetti. Bu önemin bölgelere göre farklılık gösterdiği görülüyor: Afrika (%35) ve Asya-Pasifik (%32) gibi iklim risklerine daha açık bölgelerde öncelik daha da yüksek. Türkiye’de sürdürülebilir inşaat dendiğinde ise ilk akla gelen unsur çevresel etkiler oluyor. Katılımcıların %77’sı sürdürülebilirliği doğrudan enerji verimliliğiyle ilişkilendiriyor. Bunu %64 ile karbon ayak izinin azaltılması, %47 ile uzun ömürlü ve dayanıklı malzeme kullanımı izliyor. Hem dünyada hem Türkiye’de sürdürülebilir yapının “insani” boyutu ise hâlâ yeterince benimsenmemiş durumda ve geri planda kalıyor. Hem paydaşların hem de vatandaşların yalnızca %16’sı sürdürülebilir yapıyı yaşam kalitesiyle ilişkilendiriyor. Oysa bu unsur, kavramın benimsenmesi ve yaygınlaştırılmasında kritik rol oynayabilir. Farkındalık yüksek, ancak somut eylemlere dönüşümde eksikler var Küresel çapta her ne kadar paydaşlar sürdürülebilir yapı kavramına hâkim olduklarını söylese de, sadece %28’i konuya tamamen hâkim olduğunu belirtiyor ve profesyonellerin yalnızca %35’i bu alanda özel eğitim almış durumda. Bu eksik bilgi, somut adımların sınırlı kalmasını da açıklayabilir. Türkiye’de ise profesyoneller, akademisyenler ve öğrencilerden oluşan grupta sürdürülebilir inşaata yüksek aşinalık göze çarparken, vatandaşta bu oran daha düşük kalıyor. Örneğin profesyonel kesimde “kavrama yakından aşinayım” diyenlerin oranı %64’ün üzerindeyken, vatandaşta bu oran %34 seviyelerine düşüyor. Bu durum, sürdürülebilir inşaata ilişkin bilginin sektörel birikimle paralel seyrettiğini gösteriyor. Araştırmanın bulgularına göre dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sürdürülebilir inşaat alanında güçlü bir potansiyelin var olduğunu, ancak bu potansiyelin etkin şekilde hayata geçebilmesi için hem teknik hem de toplumsal düzeyde daha kapsayıcı bir dönüşüme ihtiyaç duyulduğunu ortaya koyuyor.

Great Place To Work®’ten Bir İlk: En İyi İnsan ve Kültür Liderleri Listesi Geliyor Haber

Great Place To Work®’ten Bir İlk: En İyi İnsan ve Kültür Liderleri Listesi Geliyor

Great Place To Work® Türkiye, Harika iş yeri Sertifikası ve En iyi İşverenler Listelerinden sonra fark yaratacak yeni bir araştırmayı başlatıyor! 170’den fazla ülkede çalışan deneyiminde fark yaratan ve güven kültürleri ile öne çıkan iş yerleri araştırm asını gerçekleştiren ve listelerini açıklayan Great Place To Work Türkiye’de bu kez bir adım daha öne çıkarak, ilk kez İnsan ve Kültür alanında çalışan profesyonellerin başarılarını ön plana çıkaracak bir listeyi hayata geçiriyor: "En İyi İnsan ve Kültür Liderleri". Bu eşsiz araştırma ve liste, insan kaynakları ve kurum kültürü alanında standartları yükselten, ilham veren profesyonelleri belirleyerek, Türkiye genelinde en iyi uygulamaların yaygınlaşmasına öncülük etmeyi hedefliyor. En İyi İnsan ve Kültür Liderleri Listesi, İnsan ve Kültür yöneticileri, İK Müdürü, İK Direktörü, CHRO, Çalışan Deneyimi Müdürü, gibi insan ve kültür alanında minimum 2 yıldır görev yapan - en az 50 çalışanı olan şirketlerde görev alan insan ve kültür profesyonellerinin bireysel başarılarını mercek altına alıyor. Sektör kısıtlaması olmaksızın tüm sektörlerden ba şvurulara açık olan liste, objektif ve kapsamlı bir değerlendirme süreciyle Türkiye genelindeki en iyi İK liderlerini ön plana çıkartacak ve ödüllendirecek. Listenin açıklanmasının ardından, listeye giren başarılı liderler özel bir ödül töreni ile açıklanacak. Great Place To Work® Türkiye CEO'su Eyüp Toprak, yeni başlayacakları bu değerli araştırma ve liste hakkında heyecanını dile getirerek şunları belirtti: "Great Place To Work® olarak misyonumuz, her organizasyonun harika bir iş yeri haline gelmesine katkı sağlamak. Yeni araştırmamız ile bu misyonumuzu bir adım daha öteye taşıyoruz. Çünkü biliyoruz ki, harika iş yerlerini oluşturanlar, insan odaklı liderlerdir. Bu liste, insan ve kültür alanında fark yaratan, yenilikçi yaklaşımlar sergileyen ve çalışan deneyimini en üst seviyeye taşıyan liderlerimizi görünür kılacak. Bu heyecan verici liste, her yıl tekrarlanacak ve insan odaklı liderlik anlayışının yaygınlaşmasına önemli katkı sağlayacaktır. Great Place To Work topluluğu içerisinde Türkiye'de ve globalde bu araştırmayı ve listeyi açıklayarak bir ilk olmanın gururunu yaşıyoruz. Bu alanda görev alan profesyonellerimizi bu heyecan verici sürecin bir parçası olmaya davet ediyoruz." En İyi İnsan ve Kültür Liderleri listesi için adaylar, İnsan ve Kültür ile İş Sağlığı ve Güvenliği Mevzuatı olmak üzere iki ana kategoride toplam 70 sorudan oluşan bir anket üzerinden değerlendirilecek. Anket sonuçlarına ek olarak, sürecin bir parçası olarak yerinde denetleneme süreci de yer alacak. Toprak: “Bu yaklaşım ile En iyi İşverenler listeleri sürecimizdeki gibi, listenin şeffaflığını ve güvenilirliğini en üst düzeye çıkartmayı amaçlıyoruz.” dedi.

Özel Eğitim Öğretmenleri En Hızlı İş Bulan Mezunlar Arasında Haber

Özel Eğitim Öğretmenleri En Hızlı İş Bulan Mezunlar Arasında

Öte yandan, resim-iş öğretmenliği mezunlarının iş bulma süresi ortalama 18,5 ay, tarih öğretmenliği mezunlarının ise 19,1 ay olarak kaydedildi. Kayıtlı istihdam oranlarında da özel eğitim öğretmenleri %96,2 ile ilk sırada yer aldı. Doç. Dr. Ayhan Öz, bu tabloyu şu sözlerle değerlendirdi: "Eğitim fakültesi mezunlarının iş bulma verileri bize arz-talep dengesinin bozulduğu bazı alanları da işaret ediyor. Politika yapıcıların, hem öğretmen yetiştirme sürecini hem de istihdam planlamasını bu veriler ışığında yeniden gözden geçirmesi gerekiyor." Aidiyet Duygusu Geriliyor, Sosyal Zorbalık Yükseliyor Raporda dikkat çeken bir diğer başlık ise öğrencilerin okula aidiyet hissindeki gerileme oldu. PISA 2022 verilerine göre Türkiye, aidiyet endeksinde 42 ülke arasında 41. sırada yer aldı. Öğrencilerin okula duygusal bağ kurmakta zorlandığı, bu durumun özellikle pandemi sonrası dönemde belirginleştiği belirtildi. Ayrıca, öğrenciler arasındaki zorbalık biçimi de değişiyor. Fiziksel zorbalık türleri azalırken, dışlanma ve alay edilme gibi psikolojik zorbalık türlerinde artış gözlemlendi. Raporda bu durumun, okul ikliminde sosyal güvenlik duygusunun zayıfladığına işaret ettiği belirtildi. Bununla birlikte, öğrencilerin duygularla baş etme becerileri de zayıf seviyede. Türkiye, duygu kontrolünde 32 ülke arasında 28. sırada, strese dayanıklılıkta ise 30 ülke arasında 16. sırada yer aldı. Eğitime Yatırım Hızlandı: Bütçede Rekor Artış Eğitim İzleme Raporu 2024, yalnızca öğrenci başarılarıyla değil, kamunun eğitime ayırdığı kaynaklardaki artışla da dikkat çekiyor. Rapora göre, 2024 yılı itibarıyla eğitime ayrılan toplam bütçe 1,6 trilyon TL'yi aştı. Bu tutar, 2023'e göre nominal olarak %150'den fazla bir artışı ifade ediyor​. Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) bütçesi 1,09 trilyon TL'ye ulaşırken, YÖK ve üniversitelere ayrılan kaynaklar %157, ÖSYM bütçesi ise %203 artış gösterdi. Bu artışlarla birlikte eğitimin merkezi yönetim bütçesindeki payı da yükseldi; MEB bütçesinin GSYH'ye oranı 2023'te %1,64 iken 2024'te %2,65'e çıktı​. Raporda, bu artışın yalnızca finansal değil, stratejik anlamda da önemli olduğu belirtiliyor. Özellikle yükseköğretime yapılan yatırımların altyapı, akademik kadro ve Ar-Ge alanlarına yönlendirilmesi, eğitim kalitesini doğrudan etkileyen bir dönüşüm olarak değerlendiriliyor. Üniversitelere 2024'te sadece yatırım bütçesi olarak 35,5 milyar TL kaynak aktarıldı​. EPAM, bu gelişmeleri Türkiye'nin eğitimde "nicelikten niteliğe geçiş" sürecinin bir göstergesi olarak yorumluyor. Eğitim politikalarının sadece öğrenci performansına değil, eğitim ortamlarının güçlendirilmesine ve öğretim altyapısının kalitesine odaklanması gerektiği vurgulanıyor. Yükseköğretimde Öğrenci Sayısı Sert Düştü, Uluslararası Öğrenci Oranı Rekor Kırdı 2021-2022'de 8,3 milyon olan örgün yükseköğretim öğrenci sayısı, 2023-2024'te 7 milyona düştü. Özellikle lisans ve önlisans programlarında yaşanan bu düşüş, demografik daralmadan çok üniversite eğitiminin algılanan değerindeki aşınmaya işaret ediyor. Öte yandan, uluslararası öğrenci oranı %4,75'e yükselerek bugüne kadarki en yüksek seviyesine ulaştı. Yerel öğrencilerin ilgisindeki azalma ve yabancı öğrencilerin artışı, 2024'te yükseköğretim alanında öne çıkan en dikkat çekici bulgulardan biri olarak öne çıkıyor.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.