Hava Durumu

#Beyin

Kapsül Haber Ajansı - Beyin haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Beyin haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Beyin Kendini İyileştirebiliyor mu? Haber

Beyin Kendini İyileştirebiliyor mu?

Yapay zekâ destekli teşhislerden giyilebilir cihazlara kadar birçok yenilik, hastalıkların çözümünde ve sorunların giderilmesinde etkili çözümler sunuyor. Bu bağlamda beyin dalgalarını analiz ederek insan-makine etkileşimini mümkün kılan nöroteknoloji; ilaçsız, kişiselleştirilmiş ve maliyet olarak daha uygun bir seçenek sunarak her 10 kişiden yaklaşık 1'inde görülen disleksi gibi öğrenme güçlüğü sorunları yaşayan bireylere yeni bir umut ışığı oluyor. Teknolojik gelişmeler, hayatımızın her alanında bize kolaylık ve konfor sunmaya devam ediyor. Sabahları uyandığımızda ilk iş olarak elimize aldığımız telefonlarımızdan temassız ödeme sistemlerine kadar her yerde teknoloji ile iç içe yaşıyoruz. Yeni teknolojiler, daha önce imkânsız görülen kapıları aralayarak dünya çapında birçok sektörü kökten değiştiriyor. Sağlık sektörü ise teknolojinin en hızlı dönüştürdüğü alanlardan biri olarak öne çıkıyor. Yapay zekâ destekli teşhis sistemleri, hastalıkların erken teşhisini mümkün kılarken, giyilebilir cihazlar sayesinde hastaların sağlık durumları anlık olarak takip edilebiliyor. Robotik cerrahi sistemleri, daha hassas ve minimal invaziv ameliyatların yapılmasına olanak sağlarken, tele-tıp uygulamaları sayesinde hastalar evlerinden çıkmadan uzman doktorlara ulaşabiliyor. Son yapılan araştırmalara göre sağlık bilişim teknolojileri pazarının2024 yılında yaklaşık 360 milyar dolar olduğu tahmin edilirken bu rakamın 2029'a kadar yüzde 15'lik yıllık büyüme oranıyla 730 milyar doların üzerine çıkması bekleniyor. "Kızlara Göre Erkeklerde 5 Kat Daha Fazla Görülüyor" Sağlık teknolojilerinin yeni çözümler sunduğu alanlardan birini de öğrenme güçlüğü oluşturuyor. Geleneksel öğretim yöntemleri, özellikle öğrenme güçlüğü yaşayan çocuklar için çoğu zaman yetersiz kaldığını belirten Auto Train Brain CEO'su Dr. Günet Eroğlu, "Nöroteknoloji uygulamaları öğrenme güçlüğü yaşayan bireylere umut oluyor. Kızlara göre erkeklerde 5 kat daha fazla görülen öğrenme güçlüğü olan disleksi, toplumumuzda hastalık olarak biliniyor fakat bir hastalık değil, nörogelişimsel bir farklılıktır. Kişilerde sanılanın aksine zekâ geriliği yok. Bu bireyler üstün zekaya sahip olabiliyor. Bu nedenle, tüm vücudu kontrol eden bir sistem olan beynin işleyişini anlayıp, beyin dalgalarını analiz ederek nöro geri bildirim teknikleriyle ilgili bölgeleri iyileştirilebiliyor" dedi. "Beyin Sinyallerini Anlamak Yaklaşık 800 Milyon Disleksili Bireye Umut Oluyor" Öğrenme güçlüğünün nöronlar arasındaki sinyal sisteminin farklı işleyişinden kaynaklandığını belirten Dr. Eroğlu, sözlerine şöyle devam etti: "Ancak nöroplastisite sayesinde, beyin bu farklılığa rağmen yeni bağlantılar kurarak öğrenme sürecini iyileştirebilir. Beyinden gelen sinyallerin güçlü ve zayıf yönleri analiz ediliyor. Bunun neticesinde farklı öğrenme stillerine uygun kişiye özel eğitim içerikleri sunuluyor ve böylece beynin sinyal işleyişi normalleştiriliyor. Bu uygulama dünya nüfusunun yüzde 10'unu etkileyen yaklaşık 800 milyon disleksik bireye umut oluyor. Çünkü hem ilaçsız bir tedavi sunuyor hem de kişilere istediği zaman ve mekânda kendini geliştirme olanağı sunuyor."

Takıntılılık bir beyin hastalığıdır! Haber

Takıntılılık bir beyin hastalığıdır!

KAHA - Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü, Psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Obsesif Kişilikler konusunu değerlendirdi. İlişkilerde zorluk yaşarlar… Prof. Dr. Nevzat Tarhan, obsesif kişiliklerin, obsesif-kompulsif bozukluğu olmayan, yani bir psikiyatrik hastalık tanısı almayan, ancak obsesif özellikleri taşıyan bireyler olduğunu ve bu kişiliklerin iki ana gruba ayrıldığını belirterek, “Obsesif, yani mükemmeliyetçi, titiz kişilere obsesif kişiler denir. Yani bu kişilerde kişilik bozukluğu yoktur. Bu, sosyal uyumlarını bozmaz. Mükemmeliyetçiler, titizdirler. Kontrol duyguları yüksektir. Kolay esnek olamazlar. İlişkilerde zorluk yaşarlar. Bu kişiler evlilik hayatını çok güzel götürürler. Obsesyonlarını iyi yönetirlerse de başarılı olurlar. Başarılı obsesif kişiler sağlıklıdır.” dedi. Bu kişiler eğer kendilerini eğitemezlerse inatçı oluyorlar Obsesif kişiliklerin genellikle ailesel yatkınlık ve ailedeki öğrenmelerle şekillendiğini ifade eden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Eğer bir kişide yatkınlık varsa, bu durum daha şiddetli bir hale gelebilir ve bozukluğa dönüşebilir. Bu noktada, kişide obsesif-kompulsif kişilik bozukluğu gelişmesi söz konusu olabilir. Obsesif-kompulsif kişilik bozukluğu olan bireyler her şeyin kusursuz ve yerli yerinde olmasını isterler. İşlerinde sürekli iyileştirmeler yapar ve bir türlü işleri tamamlayamazlar. Bir türlü imzalayamazlar mesela bir evrağı. Bu kişilerin en temel psikolojik sorunları düzen, mükemmeliyet ve kontroldür. Hayatlarının her alanındaki her şeyin düzenli, kusursuz ve kontrol altında tutulmasını isterler. Bu kişiler eğer kendilerini eğitemezlerse çok katı olur, inatçı olurlar.” diye konuştu. Obsesif kişilikler ilişki zorlukları yaşıyor Obsesif kişiliklerin esnek olmadıklarını ve onun için ilişki zorlukları yaşadıklarını kaydeden Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “İlişkilerde kontrolü elden bırakmak istemezler ve bu nedenle ‘Ben mükemmelim, herkes mükemmel olmalı’ düşüncesiyle hareket ederler. Başkalarına yönelik mükemmeliyetçilikleri, zaman zaman eziyet etme boyutuna ulaşabilir. Bu kişiler genellikle işkolik olarak bilinir. Özel hayatları ve sosyal yaşamları neredeyse yok gibidir; tüm zamanlarını işlerine veya odaklandıkları konulara harcarlar. Tasarruf ve harcama konularında da aşırı tutumlu davranırlar; bazıları para harcamaktan korkacak noktaya gelir. Bu özellikleri obsesif kişilik yapısını ve kişilik bozukluğu belirtilerini yansıtır.” dedi. Steve Jobs, mükemmeliyetçiliğiyle tanınıyor Prof. Dr. Nevzat Tarhan, bir insan mükemmeliyetçi ise ve bu mükemmeliyetçilik bir hedefe ve stratejiye yönelikse, bu kişi için "başarı ayrıntıda gizlidir" kuralının geçerli olduğunu dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Bu kişiler hedeflerini ve stratejilerini düşünerek karar alır ve buna uygun pozisyon alırlar. Bu özellikleri sayesinde genellikle başarılı olurlar; başkalarının fark edemediği ayrıntıları görebilirler. Ancak hedef ve strateji odaklı olmayan bir obsesiflik, durumu tam tersine çevirebilir. Bir masanın düzeniyle ilgili bir saat uğraşarak asıl işlerini ihmal edebilirler. Hedef ve strateji olmayan obsesiflik, insanı felakete sürükleyebilir; bu durumda ‘şeytan ayrıntıda gizlidir’ deyimi devreye girer. Obsesiflik, kişinin zihinsel süreçleri doğru yönetilirse, bir dezavantaj olmaktan çıkar ve bir fırsata dönüşebilir. Mükemmeliyetçilik, doğru yönlendirilirse, başarı için önemli bir araç olabilir. Bu durumun en iyi örneklerinden biri, Apple'ın kurucusu Steve Jobs’tır. Jobs, mükemmeliyetçiliğiyle tanınır ve bu özelliği sayesinde son derece kaliteli işler ortaya koymuştur.” ifadesinde bulundu. 60 dakikanın 50 dakikasını bu tür düşüncelerle geçiriyorsa dikkat! Obsesif kompulsif bozukluğun (OKB) farklı alt tipleri bulunduğunu kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Bu bozukluğun hastalık seviyesine ulaşmasında, özellikle düşünce tekrarlarının (obsesyonların) etkisi büyüktür. OKB’de obsesyonlar, tekrarlayan rahatsız edici düşünceler olarak ortaya çıkar ve kişide kaygıya (anksiyeteye) neden olur. Boş zamanlarının büyük kısmını obsesyonlarla meşgul olarak geçiren kişiler için bu durum ciddi bir problem haline gelir. Bir kişi günün 60 dakikasının 50 dakikasını bu tür düşüncelerle veya bunlara yönelik eylemlerle geçiriyorsa, bu obsesif kompulsif bozukluğun bir belirtisi olabilir. Sürekli el yıkamak, masayı düzenlemek, her şeyi simetrik hale getirmek gibi davranışlar kompülsyonlar dediğimiz tekrarlayan davranışlar arasındadır. Zihinsel eylemler de sık görülebilir; aşırı dua etmek, sürekli sayı saymak veya belirli kelimeleri tekrar etmek gibi. Kuşku obsesyonları da oldukça yaygındır. Kişi, ‘Arabayı kilitledim mi?’ diye düşünüp tekrar kontrol etmek için arabaya döner veya ‘Kapıyı açık bıraktım mı?’ diye tekrar tekrar kontrol eder.” diye konuştu. Obsesyonların üstesinden gelmek için yüzde 100 emin olmaya çalışmak bırakılmalı Obsesyonların üstesinden gelmek için kişilerin yüzde 100 emin olmaya çalışmayı bırakarak, içindeki hisse güvenmesi gerektiğini dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Bu büyük ihtimalle doğru yüzde 51 oranında doğru olduğuna inanıyorum diyerek hareket etmelidir. Eğer kişi bu yaklaşımı benimserse, tekrarlayan kontrol davranışlarını azaltabilir. Evin kapısı açık mı, değil mi diye sık sık takıntı yapan kişi, aklına ilk gelen ‘Açık bırakmadım’ hissine güvenmeli ve tekrar tekrar kontrol etmeye gitmemelidir.” dedi. Karar veremedikleri için sürekli düşünce tekrarına giriyorlar… Prof. Dr. Nevzat Tarhan, obsesif kompulsif bozukluk haline geldiğinde, bu kişilerin beyin grafisini aldıklarını ve beynin hangi bölgesi hızlı, hangi bölgesi yavaş çalışıyor, karar verme mekanizması nasıl işliyor, bunların analiz edildiğini ifade eden Prof. Dr. Tarhan, “Bu kişilerde bir düşünce veya his ortaya çıktığında, beynin ön bölgesi genelde ‘Bu uygun mu, değil mi? Geçerli mi, faydalı mı, güvenli mi?’ gibi kararları hızlı bir şekilde alır. Ancak obsesif kompulsif bozukluk yaşayan kişiler bu süreci tamamlayamaz. Karar veremedikleri için sürekli düşünce tekrarına girerler. Bu tür durumlar ağırlaştığında, hastalar genellikle hastaneye yatırılır ve güçlü tedaviler uygulanır. Beyindeki bu yolların duyarlılığı, terapiler ve ilaçlarla normale döndürülür.” ifadesinde de bulundu. Evinden hatta odasından dışarı çıkamayanlar var “Öyle vakalar var ki, kişi evinden hatta odasından dışarı çıkamıyor.” diyen Prof. Dr. Tarhan, "Kirleneceğim" korkusuyla banyoda bir buçuk gün duran kişiler olduğunu, durumun artık ileri derecede bir rahatsızlık haline gelerek psikoz seviyesine ulaşabildiğini söyledi. Prof. Dr. Tarhan, “Bu hastalık aslında bir beyin hastalığıdır. Beyindeki karar mekanizmalarını ya da bu mekanizmaların altyapısını düzeltmeden, psikolojik süreçleri iyileştirmek mümkün değildir. Beyindeki altyapı, nörobiyolojik süreçleri ifade ederken, üst yapı ise psikolojik süreçlerle ilgilidir. Zihinsel süreçlerin iki temel ayağı vardır, nörobiyolojik ve nöropsikolojik. Etkili bir tedavi için bu iki ayağı birlikte ele almak gerekir. Hastalık iyileştikten sonra yeniden nüksetme riski de vardır.” diye konuştu. Obsesif kompulsif bozukluk ergenlik döneminde başlıyor Bu sürecin genellikle aşama aşama ilerlediğini ve birden ortaya çıkmadığını belirten Prof. Dr. Tarhan, şöyle devam etti: “Çoğunlukla ergenlik döneminde başlar. Eğer bu dönemde tedavi edilirse, çözülmesi oldukça kolaydır. Ergenlerde obsesif kompulsif bozukluk (OKB) daha hızlı düzelebilir. Bunun nedeni, ergenlerin beyin plastisitesinin, yani nöroplastisitesinin daha güçlü olmasıdır. Tedavi uygulandığında olumlu sonuçlar daha hızlı elde edilir. OKB'de sorun, beyinde kaygının tetiklenmesiyle başlar. Kişinin zihnine bir düşünce gelir ve bu düşünceyi yönetemez. Bu düşünce üzerinde durdukça kaygı artar; kaygı arttıkça kişi daha fazla rahatsızlık hisseder ve bu durum bir hastalığa dönüşür. Halbuki kişi, duygularını ve düşüncelerini düzenlemeyi öğrenebilse, bu durum hastalık haline gelmez. Çünkü obsesyon sadece düşüncelerde değil, duygularda da ortaya çıkar.” ‘Duygu-düşünce füzyonu’… Hastaların beyin, psikolojik kirlilik algısını yönetemediği için daha kolay yönetilebilir bir durum olan maddi kirliliğe yöneldiğini anlatan Prof. Dr. Tarhan, “Kişi, elini yıkayarak veya sürekli banyo yaparak rahatlamaya çalışır. Ancak fiziksel olarak temiz olmasına rağmen kendisini his olarak temiz hissetmez. Bu durum, ‘duygu-düşünce füzyonu’ olarak adlandırılır. Kişiye bir his gelir ve bu hissi bir düşünce zanneder. Duygular ve düşünceler birbirine karışır. Kişi, hissettiği şeyin bir düşünce olmadığını, sadece içinden gelen sahte bir his olduğunu fark ettiğinde, bu ayrımı yapmak kolaylaşır.” dedi. Kriz fırsata çevrilebilir Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Obsesif kişilik yapısına sahip bireyler, obsesif kompulsif bozukluk (OKB) geliştirme açısından risk altında olabilirler. Bunun temel nedenlerinden biri, kaygılarını yönetmekte zorlanmalarıdır. Ancak bu kaygılar, doğru bir şekilde ele alındığında kişiye avantaj sağlayabilir. Eğer kişi kaygılarını fırsata dönüştürerek hedef odaklı bir mükemmeliyet anlayışı geliştirirse, obsesif özellikleri hayatında bir kazanıma dönüşebilir. Bu durumda kriz, bir fırsata çevrilmiş olur.” şeklinde konuştu. Arka planda sıklıkla çocukluk çağı travmaları görülüyor Obsesif bozuklukların arka planında sıklıkla çocukluk çağı travmalarına rastlandığına da işaret eden Prof. Dr. Tarhan, “Çocukluk döneminde yaşanan travmatik olaylar, tedavi sürecinde sıkça karşımıza çıkar. Çocuklukta yaşanan şok edici olaylar, kötüye kullanım, istismar, cinsel travmalar gibi durumlar bireyde çözümsüz bir travma olarak kalabilir. Eğer bu travmalar çözümlenemezse, kişi, yaşadığı sıkıntıyı hafifletmek için obsesyonlara ihtiyaç duyar. Bu nedenle çocukluk döneminin detaylı bir şekilde incelenmesi önemlidir.” dedi.  Obsesif eğilimler, çok küçük yaşlarda ortaya çıkabiliyor Bazı durumlarda obsesif eğilimlerin, çok küçük yaşlarda, hatta üç-dört yaşlarında bile ortaya çıkabildiğini dile getiren Prof. Dr. Tarhan, “Unutamadığım bir vakada, beş-altı yaşlarında bir çocuk tedaviye gelmişti. Çocuk, konuşmanın başında aniden, ‘Saat 3:47’ dedi. Bu yaştaki bir çocuğun zamanı bu kadar ayrıntılı ifade edebilmesi, obsesif yatkınlık işareti. Bu durumu anneye söylediğimde, şaşırarak ‘Nereden anladınız?’ diye sordu. Sadece saatle ilgili bu ayrıntıya bile odaklanması, obsesif davranışların alt yapısının işaretiydi. Çocukluk döneminde anne babanın yaklaşımı da bu eğilimlerde oldukça etkili. Fazla aşırı sevgi ile aşırı disiplinin bir arada bulunduğu bir ortamda büyüyen çocuklar hem anneye sevgi besliyor hem de öfke duyabiliyor. Ancak bu öfkeyi dile getiremedikleri için içlerine atıyorlar. Bu durum, çocukların zihinsel olarak kendi içlerinde bir çatışma yaşamalarına neden oluyor. Rahatlatamıyorlar kendilerini. Anne baba bunun farkına varırsa düzeliyor.” şeklinde sözlerini tamamladı.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.