Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Diyabet

Kapsül Haber Ajansı - Diyabet haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Diyabet haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Yılbaşı Sofrası için Beslenme Tüyoları Haber

Yılbaşı Sofrası için Beslenme Tüyoları

Yılbaşı sofraları için önerilerde bulunan Central Hospital Beslenme ve Diyet Uzmanı Derya Deregözü, o gece için, "Yılbaşı gecesinde porsiyon kontrolünü koruyarak, ne yediğimizin ve içtiğimizin farkında olarak tüketmeliyiz. Sebze ağırlıklı başlangıçlar tercih etmeli, ağır sos ve kızartma besinlerden uzak durmalıyız. İçecek tercihi olarak alkol tüketilecekse miktarı sınırlandırmak ve yanında mutlaka su içmek, gazlı ve şekerli içecekler yerine su veya maden suyu tercih etmek gece boyunca dengeyi korumaya yardımcı ol acaktır" dedi. Sayın Aykut Yatikçi; YILBAŞI YEMEĞİ SAĞLIĞINIZI BOZMASIN Yılı unutulmazkılacak yılbaşı sofraları için yapılan hazırlıklar devam ederken, yineakıllarda aynı soru var: O gece neler yemeliyim; nelerden kaçınmalıyım? Yılbaşısofraları için önerilerde bulunan Central Hospital Beslenme ve Diyet UzmanıDerya Deregözü, o gece için, "Yılbaşı gecesinde porsiyon kontrolün ü koruyarak,ne yediğimizin ve içtiğimizin farkında olarak tüketmeliyiz. Sebze ağırlıklıbaşlangıçlar tercih etmeli, ağır sos ve kızartma besinlerden uzak durmalıyız.İçecek tercihi olarak alkol tüketilecekse miktarı sınırlandırmak ve yanındamutlaka su içmek, gazlı ve şekerli içecekler yerine su veya maden suyu tercihetmek gece boyunca dengeyi korumaya yardımcı olacaktır" dedi. Yeni bir yıla yeni umutlarla,heyecanlarla ve hayallerle başlamanın en keyifli yeri şüphesiz aile veyaarkadaşlarla planlan an geleneksel yılbaşı sofralarıdır. İştah açıcı aynızamanda bol kalorili yemekler ve zengin atıştırmalık çeşitleriyle hem mideyi hemgözü dolduran yılbaşı sofraları kontrolsüz kalori alımına ve miderahatsızlıklarına neden olabilir. Yılbaşı gecesi için sağlıklı beslenmenintemel prensipleri arasında ilk olarak gün içerisinde öğün atlamadan, dengelibeslenmek bulunuyor. Akşam yemeğine aşırı aç bir şekilde ve 'çok acıktım'düşüncesi ile oturulmamasının yerinde olacağını vurgulayan Central HospitalBeslenme ve Diyet Uzmanı Derya Deregözü, "Porsiyon kontrolünü koruyarak, neyediğimizin ve içtiğimizin farkında olarak tüketmeliyiz. Sebze ağırlıklıbaşlangıçlar tercih etmeli, ağır sos ve kızartma besinlerden uzak durmalıyız.İçecek tercihi olarak alkol tüketilecekse miktarı sınırlandırmak ve yanındamutlaka su içmek, gazlı ve şekerli içecekler yerine su veya maden suyu tercihetmek de gece boyunca deng eyi korumaya yardımcı olacaktır" diyor. Ertesi gün açkalmayın! Yılbaşı gecesinde genellikle 3–4 çeşityemek servis edildiği için dengeli bir menü planlaması önem taşıyor. Beslenmeve Diyet Uzmanı Deregözü, ana öğünlerde protein ağırlıklı seçeneklerin yeralmasını, vegan bireyler için ise kurubaklagil bazlı alternatiflerinsunulmasını öneriyor. Et, tavuk ve hindi gibi protein kaynaklarının kızartmayerine fırında pişirilmesi, yağlı soslardan kaçınılmas ı gerektiğini vurguluyor.Öğünlerde posa desteği sağlayan sebzelerin mutlaka yer alması; salata veyasebze haşlama ile birlikte yoğurt ya da hafif yoğurtlu mezelerden oluşandengeli bir tabak sunulması gerektiğini belirtiyor. Yılbaşı akşamına dair en yaygın inanış "gecegeç saatte yemek kilo aldırır" düşüncesidir oysaki kilo artışının ana sebebigeç saatte yemek değil toplam enerji alımının fazlalığından kaynaklanıyor. Bunedenle "Ertesi gün sağlıklı ve dengeli beslenmeye devam etmelisiniz. Kalorisizve şok detoks programları uygulamanıza gerek bulunmadan sebze ağırlıklı hafifve dengeli bir beslenme modeli yeterli olacaktır. Bir gün çok kaçırıldıysaertesi gün aç kalınmal ı yaklaşımı metabolizma dengesini bozabilir ve yemeataklarını artırabilir" diyen Beslenme ve Diyet Uzmanı Deregözü, bunun yerinenormal beslenme düzenine geri dönmenin en sağlıklı yaklaşım olduğunun altınıçiziyor. Kronikrahatsızlıkları olanlar aşırı tüketimden kaçınmalı! Yılbaşı sofralarına ait en çok sorulansoruların başında diyabet, hipertansiyon, böbrek veya kalp-damar hastalığıolanların o gece neler yemelerine dair... Bu hastalıklardan mustarip has talaryılbaşı gecesi, mümkün olduğunca kendi beslenme düzenlerine sadık kalmalı veani, aşırı tüketimden kaçınmalıdır. Diyabet hastalarının insülin kontrolünümutlaka yapması ve basit şeker içeren tatlılar, beyaz unlu ürünler ve şekerliiçeceklerden uzak durması gerektiğini belirten Beslenme ve Diyet Uzmanı Deregözü,"Kızartmalar, işlenmiş etler ve yüksek sodyum içeren besinler yerine ızgara,fırın veya haşlama yöntemleriyle hazırlanmış, sebze ve protein dengesisağlanmış öğünler tercih edilmelidir. Porsiyon kontrolü, alkol tüketimininsınırlandırılması veya tamamen kaçınılması ve yeterli su alımı, kan şekeri,tansiyon ve sıvı dengesinin korunması açısından özellikle önemlidir" diyor. Özellikle böbrek hastalarının muz,portakal, avokado, patates, domates gibi potasyum, sodyum ve fosfor içeriğiyüksek gıdalardan uzak durmasının yerinde olacağını ifade eden Beslenme veDiyet Uzmanı Deregözü, sözlerini şöyle tamamlıyor: "Yüksek protein tüketimindenkaçınılmalıdır. Salam, sucuk, hazır çorbalar, paketli atıştırmalıklar gibituzlu ve işlenmiş ürünler, gazlı içecekler, sakatatlar, işlenmiş peynirler veaşırı süt ürünleri tüketmek potasyum ve fosfor yükünü artırabilir." Rezene, anason,papatya tercih edin Peki, yılbaşı sonrası şişkinliğiazaltmak için neler tüketilmesi gerekiyor? Buna yönelik olarak genellikle posa,su ve doğal prebiyotik içeriği yüksek besinlerin tercih edilebileceğini; yoğurtve kefir gibi fermente ürünlerin bağırsak florasını destekleyeceğini ve kabak,enginar, pırasa ve yeşil yapraklı sebzelerin yüksek su içeriği nedeniylesindirimi ve ödem atımını kolaylaştıracağını kaydeden Beslenme ve Diyet Uzmanı Deregözü,rezene, anason, papatya ve nane-limon gibi bitki çaylarının gaz ve şişkinliğinazalmasına yardımcı olurken, yeterli su tüketiminin de ödemin atılmasınıdestekleyebileceğini söylüyor.

Kötü Kolesterol Kalp Krizine Neden Olabilir!  Haber

Kötü Kolesterol Kalp Krizine Neden Olabilir! 

Vücudumuzun temel yapı taşları olan yağlar iyi kolesterol (HDL) ve kötü kolesterol (LDL) olmak üzere ikiye ayrılıyor. Dr. Öğretim Üyesi Ozan Kocakaya, kolesterolde yüksek olması istenilen tek değerin iyi kolesterol (HDL) olduğunu hatırlatarak, “İyi kolesterolde ideal olan, değerin 50-55’in üzerinde olmasıdır. Kötü kolesterol (LDL) ise kanda ihtiyaç duyulandan daha fazla olursa, atar damar duvarlarında birikerek; kalbe giden kan akışını engelleyen koroner arter hastalığı, kollara ve bacaklara giden kan akışının bozulmasıyla ortaya çıkan periferik damar hastalığı ve beyne giden kan akımını bozan karotid arter hastalığına yol açabilmektedir. Bu hastalıklar da kalp krizi ve felç ile sonuçlanabilmektedir. Dolayısıyla, kötü kolesterolün kandaki seviyesi 130'un altında olmalı ve 190'ın üzerine çıkmasına kesinlikle izin verilmemelidir” uyarısında bulunuyor. Erken tanı için 20 yaşından itibaren… Kötü kolesterol (LDL) çoğu zaman hiçbir belirti vermeden damarlarda birikebiliyor. Dr. Öğretim Üyesi Ozan Kocakaya, bu nedenle kolesterol seviyelerinin düzenli aralıklarla kontrol edilmesinin hayati önem taşıdığına vurgu yapıyor. Kolesterolde yaş ve cinsiyet, takip sıklığının önemli etkenlerini oluşturuyor. Erken tanı için kolesterole erkeklerde 20-44 yaş arasında 5 yılda bir, 45-60 arasında yılda bir veya 2 yılda bir, 65 yaş sonrasında her yıl bakılması öneriliyor. Kadınlarda ise menopoz dönemine kadar 5 yılda bir, menopoz sonrasında östrojenin damar sağlığını koruyucu etkisi kaybolduğundan yılda bir bakılması tavsiye ediliyor. Yaş ve cinsiyetin dışında diğer risk faktörlerinin de takip sıklığını belirlemede önem taşıdığını söyleyen Dr. Öğretim Üyesi Ozan Kocakaya, “Ailede kalp, inme veya felç gibi damar hastalığı öyküsü ya da diyabet gibi damar sağlığını tehdit eden bir başka hastalık varsa, hasta obeziteli bir bireyse veya sigara içiyorsa, hekim daha sıkı takip isteyebilmektedir” diye konuşuyor. Beslenme alışkanlıkları ve egzersiz önemli! Kolesterol değerlerinizi bilmek kalp hastalığı riskinizi anlamanıza yardımcı olsa da bu rakamlar tablonun sadece bir parçasını oluşturuyor. Dolayısıyla hekimler, kolesterol dışında genel sağlık durumunuzu da değerlendirerek risk analizi yapıyorlar. İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Öğretim Üyesi Ozan Kocakaya, kötü kolesterolün tedavisinde, yaşam alışkanlıklarının düzenlenmesinin yanı sıra ilaç tedavisine de başvurulabildiğini belirterek, “Vücutta oluşan kötü kolesterol miktarını azaltmak için hatalı beslenme alışkanlıklarının değiştirilmesi ve yakılan kolesterol miktarını artırmak için daha fazla egzersiz yapılması gerekmektedir. İhtiyaç halinde önerilen ilaçlar da karaciğerde üretilen kolesterol miktarını azaltmaktadır. Bu ilaçlar çok etkili ve kalp-damar hastalıklarının taşıdıkları risklerle karşılaştırıldığında son derece güvenlidir” bilgisini veriyor.

14 Dernekten Kronik Hastalıklarda Önemli Mesaj: Ölüm Oranı %21 Azaltılabilir Haber

14 Dernekten Kronik Hastalıklarda Önemli Mesaj: Ölüm Oranı %21 Azaltılabilir

Bir vakıf tarafından yönetilen Servier Grubu’nun iştiraki olan Servier Türkiye’nin koşulsuz katkılarıyla hayata geçirilen “Türkiye 2030’da %50” projesi, hastaların tedaviye uyumunu artırarak hastalık kontrol oranlarını 2030 yılına kadar en az %50’ye yükseltmeyi amaçlıyor. 14 Dernekten Ortak Uyarı: Veriler Acil Eylem Gerekliliğini Gösteriyor! Proje kapsamında yer alan 14 dernek arasında; Ateroskleroz Derneği, Avrasya Kalp Yetersizliği Derneği, Dahiliye Uzmanları Derneği, İç Hastalıkları Uzmanlık Eğitim Araştırma Derneği, Kalp Damar Hastalıklarıyla Mücadele ve Farkındalık Derneği, Kardiyovasküler Akademi Derneği, Klinik Endokrinoloji ve Diyabet Derneği, Metabolik Sendrom Derneği, Türk Diyabet Cemiyeti, Türk Girişimsel Kardiyoloji Vakfı, Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları Derneği, Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği, Türkiye Diyabet Vakfı Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği yer alıyor. Dernek uzmanları, açıkladıkları ortak deklarasyonda şu mesajı vurguladı: “Bizler, Türkiye genelinde farklı uzmanlık alanlarında faaliyet gösteren 14 dernek olarak, ülkemizde başta hipertansiyon ve tip 2 diyabet olmak üzere kronik hastalıklarla mücadele eden bireylerin yaşam kalitesini artırmak, komplikasyon risklerini azaltmak ve toplum sağlığını geliştirmek amacıyla ortak bir irade ile hareket etmeye karar verdik. Ülkemizin gelecek nesillerinin sağlıklı ve refah içinde olabilmesi, sağlık sistemi üzerinde yaratılan yükün azaltılabilmesi için tüm sağlık meslek mensuplarının konu hakkında bilgilendirilmesi, ilgili kamu kurumları da dahil olmak üzere tüm sağlık kurum ve kuruluşlarının özellikle hipertansiyon, diyabet ve diğer kardiyovasküler hastalıklar, bu hastalıkların temelleri ve tedavi yöntemleri konusunda bilgilendirilmesi bir zorunluluktur.” Türkiye’de Kronik Hastalık Kontrolü Alarm Veriyor! Bilimsel araştırmalar, Türkiye’de hipertansiyon ve diyabet yönetiminin hedeflenen kontrol seviyelerinin oldukça gerisinde olduğunu gösteriyor: Hipertansiyon tedavisinde hedefe ulaşma oranı yalnızca %22,2’dir. (1)Tip 2 diyabette hedefe ulaşma oranı ise %36,7 seviyesindedir. (2) Bu veriler, hastaların tedaviye erişim imkânı olmasına rağmen kontrolün sağlanamadığını, bunun da komplikasyon oranlarını yükselttiğini açıkça göstermektedir. Ölüm Oranları %21 Azaltılabilir! Dünya Sağlık Örgütü’ne göre kronik hastalıklarda tedaviye uyum, sağlık sonuçlarını belirleyen en kritik faktörlerden biridir. “Tedaviye Uyum”: Hastaların doktorları tarafından önerilen yaşam tarzı değişikliklerine uyması ve reçete edilen ilaçları önerildiği şekilde kullanması olarak tanımlanmaktadır. Yapılan global çalışmalar: Kronik hastalıklarda her 2 hastadan 1’inin tedaviye uyumsuz olduğunu göstermektedir. (3)Hipertansiyon ve diyabette düşük uyum oranlarının; kardiyovasküler hastalıklar, felç, böbrek yetmezliği ve erken ölüm riskini anlamlı biçimde arttırdığı kanıtlanmıştır. (4)OECD verileri, tedavi uyumunun artırılmasının uzun dönem ölüm oranlarını %21 azaltabileceğini göstermektedir. (5)Aynı rapora göre, Avrupa’da yüksek uyum ile yıllık 125 milyar € sağlık harcaması tasarrufu sağlanabilir. (6) Bu sonuçlar, tedaviye uyumun yalnızca bireysel sağlıkla sınırlı kalmadığını; ülke ekonomisi, sağlık harcamaları ve iş gücü üretkenliği açısından da milli bir önem taşıdığını ortaya koymaktadır. Türkiye’deki düşük uyum oranının sağlık sistemi üzerindeki yükü artırdığını belirten uzmanlara göre; *Türkiye’de hipertansiyon tedavisine başlayan hastaların %50’si ilk yıl içinde tedaviyi bırakıyor. (7) *Tedaviye uyumsuzluk, diyabet komplikasyonlarını tetikliyor. (8) *Uyum azaldıkça hastaneye yatışlar %20’ye kadar artış gösteriyor. (9) Bu tablo hem toplum sağlığını hem de sağlık sisteminin sürdürülebilirliğini tehdit eden bir yük oluşturmaktadır. “Türkiye 2030’da %50” Projesi Bu Kritik Tabloyu Değiştirmek İçin Yola Çıktı 14 derneğin oluşturduğu ortak irade doğrultusunda proje dört ana alanda ilerleyecek. 1.Hekim Eğitimleri ve Rehberlik Programları Bilimsel rehberlere dayalı eğitimlerE-learning modülleriWebinar serileriHekimlerin hasta iletişimini güçlendirmeye yönelik eğitimler 2. Hastalarda Tedaviye Uyumun Artırılması “Uyum elçileri” programıİlaç hatırlatma mobil uygulamaları Kişiye özel bilgilendirme materyalleriDijital takip çözümleri 3. Toplumsal Farkındalık Kampanyaları Dünya Tedaviye Uyum Günü (27 Mart 2026) kapsamında ulusal etkinliklerTV ve radyo kamu spotlarıInfluencer iş birlikleriHasta taramaları ve halk bilgilendirme çalışmaları 4. Sağlık Sisteminde Optimizasyon Kullanılmayan reçeteli ilaç oranlarının azaltılmasıİyi uygulama örneklerinin yaygınlaştırılması Projenin Toplum Sağlığına ve Ekonomiye Katkısı Yapılan bilimsel araştırmalar ve OECD analizleri ışığında değerlendirildiğinde, ‘Türkiye 2030’da %50’ projesinin başarılı olması durumunda şu katkılar sağlanacaktır: Hipertansiyon ve diyabet kontrol oranlarında milyonlarca bireyin yaşam kalitesi artacak,Kardiyovasküler olaylar, felç, böbrek yetmezliği gibi komplikasyonlarda belirgin düşüş sağlanacak,Ülke çapında erken ölüm oranlarında %20’nin üzerinde azalma potansiyeli oluşacak,Sağlık harcamalarında milyarlarca liralık tasarruf sağlanabilecek.

Genç Yaşta Kalp Krizinin 8 Önemli Nedeni!   Haber

Genç Yaşta Kalp Krizinin 8 Önemli Nedeni!  

Bu ölümlerin büyük çoğunluğunu kalp krizi ve inme oluştururken, Türkiye İstatistik Kurumu’nun 2023 verileri de Türkiye’de her 3 ölümden 1’inin dolaşım sistemi hastalıklarına bağlı olduğunu ortaya koyuyor. Bu grupta her 10 ölümden yaklaşık 4’ü kalp krizi nedeniyle gerçekleşiyor, bu da ülkemizde her yıl on binlerce kişinin kalp krizine bağlı yaşamını yitirdiğini gösteriyor. Acıbadem Kartal Hastanesi Kardiyoloji Uzmanı Dr. Redwan Seid Busery, üstelik kalp krizlerinin genç erişkinlerde artış gösterdiğini vurgulayarak, “Kalp krizleri genellikle 50-70 yaş aralığında görülmektedir. Ancak, son yıllarda yaşam tarzındaki değişimler ve belirti vermeyen risk faktörleri nedeniyle erken başlangıçlı, yani 45 yaş altı kalp krizi vakalarında dikkat çekici bir artış olduğu belirtilmektedir. Uluslararası çalışmalar, tüm kalp krizi vakalarının yaklaşık yüzde 5–10’unun 45 yaş ve altındaki kişilerde görüldüğünü ve bu oranın son 10–15 yılda kademeli olarak yükseldiğini göstermektedir” diyor. Gizli risk faktörlerine dikkat! Kalp krizi (tıbbi adıyla miyokard enfarktüsü), kalbi besleyen koroner damarların ani şekilde tıkanmaları sonucu kalp kasına yeterli kan ve oksijenin ulaşamaması ile ortaya çıkan ve hayati tehlike taşıyan klinik bir tablo. Bu tıkanma çoğunlukla damar duvarında bulunan aterosklerotik plağın yırtılması ve bölgede hızla pıhtı oluşmasıyla gelişiyor. Kardiyoloji Uzmanı Dr. Redwan Seid Busery, özellikle sigara, obezite, sağlıksız beslenme ve yoğun stresin genç erişkinlerde kalp krizi riskini hızla yükselttiğine dikkat çekerek, “Bunlara ek olarak, özellikle ailevi kolesterol sorunları, yüksek tansiyon ve insülin direnci gibi çoğu zaman belirti vermeden ilerleyen ‘gizli’ risk faktörleri genç erişkinlerde fark edilmeden yıllarca damar hasarı oluşturabilmektedir” bilgisini veriyor. Dr. Redwan Seid Busery, bu nedenle, ailede erken yaşta kalp hastalığı öyküsü olan veya kolesterol, tansiyon ve diyabet gibi metabolik riskler taşıyan genç yaş grubundaki kişilerin düzenli olarak taranmalarının büyük önem taşıdığını belirterek, “Erken farkındalık, zamanında yapılan kontroller ve sağlıklı yaşam alışkanlıkları genç yaş grubunda kalp krizinin önemli ölçüde önlenmesini sağlayabilmektedir” diyor. Kardiyoloji Uzmanı Dr. Redwan Seid Busery, genç yaş yaşta görülen kalp krizinin 8 nedenini anlattı; önemli öneriler ve uyarılarda bulundu! Sigara ve tütün ürünleri Sigara ve tütün ürünleri genç yaşta kalp krizi geçirmenin en güçlü risk faktörlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Büyük uluslararası analizlerde, aktif sigara içen bireylerde kalp krizi riskinin hiç içmeyenlere kıyasla yaklaşık üç kata yakın arttığı gösterilmiş. Tütünün damar iç yüzeyini bozması, pıhtılaşmayı artırması ve ani damar tıkanıklığına yol açması bu ilişkiyi açıklıyor. Ne yapmalı? Nikotin replasman tedavileri ve profesyonel destek programlarıyla sigaranın bırakılması kalp krizi riskini kısa sürede belirgin şekilde azaltıyor. Ailevi hiperkolesterolomi Ailevi hiperkolesterolemi, LDL kolesterolün (kötü huylu kolesterol) genetik olarak çok yüksek seyrettiği bir durum ve genç erişkinlerde kalp krizi oluşumunun en önemli nedenlerinden biri. Kardiyoloji Uzmanı Dr. Redwan Seid Busery, “Genç yaşta görülen ‘beklenmedik’ kalp krizlerinin önemli bir bölümü ailevi hiperkolesterolomi sebebiyle gelişmektedir” diye konuşuyor. Ne yapmalı? Ailede erken kalp krizi öyküsü olan kişiler 20’li yaşlardan itibaren düzenli LDL kolesterol ölçümü yaptırmalı; gerekirse ileri değerlendirme planlanmalı. Obezite, insülin direnci ve diyabet Erken koroner arter hastalığının ana belirleyicileri arasında yer alan obezite, insülin direnci ve diyabet genç nüfusta giderek yaygınlaşıyor. Sistematik derlemeler, bu metabolik bozuklukların kalp krizi riskini anlamlı biçimde artırdığını gösteriyor. Kardiyoloji Uzmanı Dr. Redwan Seid Busery, obeziteye eşlik eden inflamasyon, damar sertliği ve metabolik stresin bu riskin temel mekanizmalarını oluşturduğunu söylüyor. Ne yapmalı? Sağlıklı beslenme, kilo kontrolü, düzenli fiziksel aktivite ve metabolik risklerin erken tespiti koruyucu etki sağlıyor. Düşük fiziksel aktivite Düzenli fiziksel aktivite yapmayan genç erişkinlerde obezite, dislipidemi (kandaki yağ düzeylerinin normalin üzerine çıkması veya dengesizleşmesi) ve yüksek tansiyon gibi risk faktörleri kalp krizi riskini artırıyor. Yapılan geniş çaplı çalışmalarda, düzenli fiziksel aktivitenin koruyucu etkisi net biçimde gösterilmiş ve haftalık aktivitenin artmasıyla riskin azaldığı saptanmış. Ne yapmalı? Haftada en az 150 dakika orta tempolu egzersiz (yürüyüş, koşu, bisiklet) hedeflenmeli; günlük sedanter, yani hareketsiz geçirilen süre mümkün olduğunca azaltılmalı. Erken yaş hipertansiyonu Genç yaşta fark edilmeyen veya tedavi edilmeyen yüksek tansiyon damar duvarını hızla yıpratarak erken ateroskleroz (damar sertliği) ile kalp ve damar hastalığı riskini artırıyor. Yapılan geniş çaplı çalışmalar, kan basıncındaki her 10 birimlik (10 mmHg) kontrolün kalp krizi ve inme gibi ciddi kalp ve damar olaylarının riskini belirgin şekilde azalttığını gösteriyor. Ne yapmalı? Genç erişkinlerin yılda en az bir kez kan basıncını ölçtürmeleri gerekiyor. Risk grubunda olanların ise daha sık takip edilmeleri öneriliyor. Viral enfeksiyonlar ve miyokardit Bazı viral enfeksiyonlar, özellikle COVID-19, gençlerde kalp kasında iltihaba (miyokardit) neden olarak ciddi aritmilere ve kalbin fonksiyon bozukluğuna yol açabiliyor. Kardiyoloji Uzmanı Dr. Redwan Seid Busery, “Bu tabloda gelişen kalp hasarı, aterosklerotik kalp krizinden farklı bir mekanizma ile ortaya çıksa da genç erişkinlerde hayatı tehdit eden sonuçlara neden olabilmektedir” diyor. Ne yapmalı? Enfeksiyon sonrasında göğüs ağrısı, çarpıntı, halsizlik veya nefes darlığı yaşayan genç erişkinlerin gecikmeden tıbbi değerlendirmeye başvurmaları yaşamsal önem taşıyor. Psikososyal stres, anksiyete ve uyku bozuklukları Kronik stres, depresyon ile uyku düzensizliği genç erişkinlerde kalp ve damar hastalıkları riskini artıran önemli faktörler olarak tanımlanıyor. Büyük uluslararası çalışmalarda psikososyal stres düzeyi yüksek kişilerde kalp krizi riskinin anlamlı ölçüde yükseldiği saptanmış. Zira, stres hem hormonal yanıtı değiştiriyor hem de sigara kullanımı ve kötü beslenme gibi davranışsal riskleri artırıyor. Ne yapmalı? Stres yönetimi, düzenli uyku, gerekirse psikolojik destek ve iş–yaşam dengesi odaklı yaşam düzenlemeleri koruyucu etki sağlıyor. Uyarıcı maddeler ve enerji içecekleri Uyarıcı maddeler gençlerde ani koroner damar spazmı ve kalp kriziyle sonuçlanabilen ciddi ritim bozukluklarına neden olabiliyor. Enerji içecekleri için uzun dönem kalp krizi riski verileri sınırlı olmakla birlikte, mevcut çalışmalar, bu ürünlerin kısa sürede kalp atım hızını ve kan basıncını yükselterek olumsuz kardiyak etkilere yol açabileceğini gösteriyor. Ne yapmalı? Uyarıcı maddelerden uzak durulmalı; enerji içeceklerinin tüketimi ise özellikle yoğun stres, sınav veya çalışma dönemlerinde mümkün olduğunca sınırlandırılmalı.

Novo Nordisk, Türkiye’deki Klinik Araştırma Yatırımlarına Devam Ediyor Haber

Novo Nordisk, Türkiye’deki Klinik Araştırma Yatırımlarına Devam Ediyor

Beş yıllık anlaşma, Ankara’daki kapasiteyi artırırken daha fazla hastanın yenilikçi tedavilere erken erişimini hedefliyor. Geçtiğimiz hafta Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile imzalanan iş birliği protokolünün ardından Ankara Bilkent Şehir Hastanesi ile imzalanan yeni protokol, Türkiye’nin uluslararası klinik araştırma haritasındaki yerini daha görünür kılmayı amaçlıyor. Novo Nordisk Türkiye, Ankara Bilkent Şehir Hastanesi iş birliğiyle klinik çalışma kapasitesini artırmayı ve daha fazla hastanın yenilikçi tedavilere erişmesini sağlamayı amaçlıyor. Şirketin hasta odaklı yaklaşımı ve bilimsel liderlik vizyonu, Türkiye’nin klinik araştırmalar alanında bölgesel bir merkez haline gelmesine katkı sunmayı hedefliyor. Novo Nordisk, hastanenin ihtiyaç ve talepleri doğrultusunda diyabet, obezite, nadir hastalıklar ve kardiyovasküler hastalıklar gibi terapi alanlarında çeşitli eğitim programları düzenleyerek, klinik dünyasındaki uluslararası gelişmeleri aktararak, bilimsel etkinliklerde ortak çalışmaları destekleyerek araştırma süreçlerinin daha etkin, kaliteli ve sürdürülebilir bir yapıya ulaşmasına katkı sunacak. 7 ülkedeki klinik araştırmalar Türkiye’den koordine ediliyor Novo Nordisk, Türkiye merkezli bölgesel klinik araştırma merkezinde Türkiye’nin yanında Cezayir, Fas, Lübnan, Mısır, Umman, Suudi Arabistan dahil olmak üzere toplam 7 ülkedeki klinik araştırmaları koordine ediyor. Bölgesel merkez yapısı, Türkiye’deki deneyimli ekiplerin, operasyonel altyapının ve uluslararası araştırmalara uyumlu çalışma düzeninin bir sonucu olarak faaliyet gösteriyor. Merkez, 2025 yılı itibarıyla yürütülen 34 aktif klinik araştırmada 1.200’ün üzerinde hastaya ulaşırken, bu çalışmaların 28’i doğrudan Türkiye’de gerçekleştirildi. Ankara Bilkent Şehir Hastanesi ile son 5 yılda 8 klinik çalışma yürütülürken, yeni protokol kapsamında en az 5 yeni klinik çalışmanın 2026 yılında başlatılması planlanıyor. Novo Nordisk’in son 5 yılda Türkiye’de klinik araştırmalara yaptığı toplam yatırımın 1 milyar TL’yi aşması ve bu yatırımların her yıl katlanarak artırılmasının hedeflenmesi, Türkiye’nin bu alandaki stratejik yükselişini daha da pekiştiriyor. Uzun vadeli sürdürülebilir değer Novo Nordisk’in vakıf şirketi yapısından güç alan bu stratejik ortaklık, yalnızca klinik araştırma sayısını artırmakla kalmayıp, aynı zamanda sağlık profesyonellerinin bilgi birikimini zenginleştirmeyi, Türkiye’nin klinik araştırmalardaki rekabet gücünü artırmayı ve hasta yaşam kalitesine kalıcı katkı sağlamayı hedefliyor. Bu iş birliğiyle Novo Nordisk Türkiye, klinik araştırmalarda etik standartları, şeffaflığı ve hasta güvenliğini esas alan vizyonuyla, Türkiye’nin bilimsel potansiyelini küresel ölçekte görünür kılmayı amaçlıyor. Ankara Bilkent Şehir Hastanesi Koordinatör Başhekim Prof. Dr.Levent Öztürk “Novo Nordisk Türkiye ile gerçekleştirdiğimiz bu iş birliği, hem hastalarımız hem de klinik araştırma ekibimiz için büyük bir heyecan kaynağı. Bu protokol, hastalarımızın yenilikçi tedavilere daha erken erişmesini sağlarken, hekimlerimizin bilgi ve deneyimlerini paylaşmasına ve geliştirmesine olanak tanıyor. Bizler, klinik araştırmaların hastalar için açtığı yeni umut pencerelerini görmekten ve bu süreçte aktif rol almaktan büyük mutluluk duyuyoruz. Ülkemizde bilimi destekleyici nitelikte olan bu iş birliğinin uzun soluklu ve sürekli olmasını ve daha birçok ortak projeye ilham vermesini diliyoruz.” “Her araştırmada bir yaşamın dönüşümüne tanıklık ediyoruz” Bilimi, insanların yaşamına dokunan bir iyileşme gücüne dönüştürmek için çalıştıklarını vurgulayan Novo Nordisk Türkiye Genel Müdürü Bike Başaklar “Her klinik araştırmanın ardında, umutla bekleyen hasta, yakını, doktoru ve o umudu mümkün kılmak için çalışan bir ekip var. İşte biz bu ortak iyileşme hikâyesinin bir parçası olmaktan büyük bir sorumluluk ve gurur duyuyoruz. Ankara Bilkent Şehir Hastanesi ile imzaladığımız bu yeni stratejik iş birliğiyle, klinik çalışmaların sayısını artırırken her hastanın yenilikçi tedavilere daha erken ulaşmasını hedefliyoruz. Amacımız, endüstri ve hastane iş birliğiyle klinik çalışma süreçlerini optimize ederek, küresel ölçekte daha fazla araştırmaya katılmak ve bölgede lider konuma gelmek. Bu sayede, henüz Türkiye’de piyasada olmayan ilaçları uygun hastalarla daha erken buluşturmayıı amaçlıyoruz. Bu adım, Türkiye’nin sağlık alanındaki bilimsel gücünü daha görünür kılacak ve uluslararası düzeyde örnek teşkil edecek bir inisiyatif. Bizim için bu iş birliği, hastalar için de yeni bir umut kapısı anlamına geliyor. Çünkü biz, her araştırmada bir yaşamın dönüşümüne tanıklık ediyoruz. Novo Nordisk’in bir vakıf şirketi olması, hasta odaklı yaklaşımımız ve yüz yılı aşkın bilimsel birikimimiz sayesinde kısa vadeli hedefler yerine sürdürülebilir, uzun vadeli değer yaratmaya odaklanıyoruz. Türkiye’nin güçlü sağlık altyapısı bilim insanlarının potansiyeliyle birleştiğinde, bu iş birliğinin bölgesel düzeyde ilham verici bir başarı hikâyesine dönüşeceğine inanıyoruz.” dedi.

İBB’den Diyabet ve Obeziteyle Mücadelede Yeni Yaklaşımlar Konferansı Haber

İBB’den Diyabet ve Obeziteyle Mücadelede Yeni Yaklaşımlar Konferansı

20 Kasım 2025’te Esenler İBB Prof. Dr. Adem Baştürk Kültür Merkezi'nde gerçekleşen konferans, akademi dünyası, sağlık profesyonelleri ve sivil toplum kuruluşlarının geniş katılımıyla toplam 500 kişiyi bir araya getirdi. İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Sağlık İşleri Dairesi Başkanlığı’nın düzenlediği “Diyabet ve Obeziteyle Mücadelede Yeni Yaklaşımlar Konferansı”nda İstanbul Tıp Fakültesi öğretim üyeleri, diyabet ve obeziteyle mücadelede güncel tedavi, teknoloji ve koruyucu sağlık yaklaşımlarını paylaştı. “OBEZİTE VE DİYABET TÜRKİYE’NİN EN KRİTİK SAĞLIK BAŞLIKLARI” Konferansın açılışında söz alan İBB Sağlık İşleri Dairesi Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Önder Yüksel Eryiğit, Türkiye’nin diyabet ve obezitede Avrupa’nın en yüksek oranlarına ulaştığına dikkat çekerek şunları söyledi: “Dünya Sağlık Örgütü'ne göre obezite; 21. yüzyılın en önemli halk sağlığı sorunlarından biridir. Türkiye’de, günümüzde her üç kişiden biri obez. Bu oran, bizi Avrupa'da ilk sıraya koymaktadır. Dahası İş Birliği ve Kalkınma Teşkilatı (OECD) ülkeleri içinde de obezitede Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra en yüksek ikinci ülke konumundayız.” “EN İYİ TEDAVİ KORUNMAKTIR” Açılışın ikinci konuşmacısı İstanbul Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Hastalıkları Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kubilay Karşıdağ ise modern yaşamın obeziteyi artırdığını belirterek şöyle konuştu: “Son yıllarda en önemli mesaj şudur: En iyi tedavi korunmaktır. Obezite ve diyabeti yalnızca ilaçla ya da cerrahi ile çözmemiz mümkün değil. Toplumun tamamına yayılan sağlıklı yaşam farkındalığı şart. Bu nedenle yerel yönetimlerin bu konudaki öncü rolü son derece değerlidir.” KATILIMCILARDAN DİKKAT ÇEKEN UYARILAR Konferans boyunca söz alan akademisyen ve sağlık uzmanları, diyabet ve obezitenin yalnızca tıbbi değil, sosyal ve ekonomik boyutlarıyla da ele alınması gerektiği ortak görüşünde birleşti. Prof. Dr. İlhan Satman: “Türkiye’de diyabet görülme sıklığı son 20 yılda iki katına çıktı. Bu çok kritik bir artış. Erken tarama, iş yerinde sağlık programları ve dijital takip teknolojileri artık zorunlu hale gelmeli.” Prof. Dr. Gülşah Yenidünya Yalın: “Obezite yalnızca fazla kilo değildir; hormonal, psikolojik ve çevresel faktörlerin bir araya geldiği kompleks bir tablodur. Tedavide kişiye özel yaklaşım hayati önem taşır.” Prof. Dr. Özlem Soyluk Selçuk Biricik: “Pelemir gibi yerli ürünlerin kan şekeri üzerindeki olumlu etkilerinin bilimsel verilerle doğrulanması, hem beslenme politikaları hem de tarımsal üretim açısından stratejik önem taşıyor.” Diyetisyen Hanife Köksal: “Beslenme tedavisi doğru uygulanmadığında diyabet yönetimi neredeyse imkânsız hale geliyor. En büyük sorun, yanlış bilginin sosyal medya üzerinden hızla yayılması.” Diyabet Hemşiresi Melike Çevikdizici: “İnsülin pompaları, sürekli glikoz ölçüm sistemleri ve mobil uygulamalar sayesinde hastaların tedavi farkındalığı ciddi şekilde artıyor.” Prof. Dr. Bülent Bayraktar: “Egzersiz, sıfır maliyetli en güçlü ilaçtır. Doğru planlanan fiziksel aktivite, diyabet riskini yüzde 50 azaltabilmektedir.” Prof. Dr. Akın Savaş Toklu: “Diyabetik ayak, geç kalındığında en ağır sonuçları doğuran komplikasyonlardan biridir. Erken bakım, uygun yara tedavileri ve hiperbarik uygulamalar hastaların yaşam kalitesini doğrudan yükseltir.” 5 OTURUMDA YENİ TEDAVİLER, BESLENME YAKLAŞIMLARI VE TEKNOLOJİLER 1. Oturum: Diyabet ve İş Yeri – Prof. Dr. İlhan Satman 2. Oturum: Obezitenin Tanısı ve Tedavisi – Prof. Dr. Gülşah Yenidünya Yalın 3. Oturum: Beslenmede Bilimsel Yaklaşımlar – Prof. Dr. Özlem Soyluk Selçuk Biricik 4. Oturum: İnsülin Tedavisi, Dijital Teknolojiler ve Egzersiz – Hanife Köksal, Melike Çevikdizici, Prof. Dr. Bülent Bayraktar 5. Oturum: Diyabetik Ayak ve Yara Yönetimi – Prof. Dr. Akın Savaş Toklu TÜRKİYE’DE VE AVRUPA’DA DİYABET GÖRÜLME SIKLIĞI DSÖ verilerine göre Türkiye’de 18 yaş üzeri diyabet sıklığı 2022 itibarıyla %16,6’ya ulaştı. Avrupa ülkelerinde ortalama oran %7–8 civarındayken Türkiye bu oranı neredeyse ikiye katlıyor. Türkiye'de her altı yetişkinden biri diyabet hastası konumuna gelmiş bulunuyor. Risk özellikle 30 yaş üzeri grupta çok daha belirgin şekilde seyretmekte. Bu durum, önleyici sağlık hizmetlerinin kritik önemini bir kez daha ortaya koyuyor. Oturumlar sonunda konuşmacılara İBB Sağlık İşleri Dairesi Başkanı Dr. Önder Yüksel Eryiğit ve Sağlık ve Hıfzıssıhha Şube Müdürü Uzm. Dr. Hakan Yılmaztürk tarafından teşekkür belgeleri takdim edildi. Program, tüm katılımcıların sahnede çekilen toplu fotoğrafıyla sona erdi. İBB’NİN HEDEFİ: “HASTALIK OLUŞMADAN ÖNCE KORUYUCU SAĞLIK” İBB Sağlık İşleri Dairesi, diyabet ve obezite gibi hızla büyüyen sağlık sorunlarına karşı halkı bilinçlendiren sempozyum, eğitim ve bilimsel etkinlikler düzenlemeye devam ediyor. İstanbul’un uzun vadede bir “sağlık kenti” olarak güçlendirilmesi ve koruyucu sağlık yaklaşımının toplumsal davranışa dönüşmesi hedefleniyor.

Novo Nordisk Türkiye ve Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden Stratejik İş Birliği Haber

Novo Nordisk Türkiye ve Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nden Stratejik İş Birliği

Beş yıl boyunca geçerli olacak bu protokol; klinik araştırmaların yanı sıra eğitim, Ar-Ge ve bilimsel etkinliklerde ortak çalışmaları desteklemeyi hedefliyor. Novo Nordisk Türkiye, klinik araştırmalarda süreç verimliliğini artırmak, hekimlerin yeni tedavi yöntemleriyle tanışmalarını ve daha fazla hastanın yenilikçi tedavilere erişimini sağlamak için Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile iş birliğine imza attı. Novo Nordisk bu iş birliği çerçevesinde diyabet, obezite, nadir hastalıklar, kardiyovasküler gibi birçok terapi alanında çeşitli eğitim programları düzenleyerek, klinik dünyasındaki uluslararası gelişmeleri aktararak, bilimsel etkinliklerde ortak çalışmaları destekleyerek araştırma süreçlerinin daha etkin, kaliteli ve sürdürülebilir bir yapıya kavuşmasına katkı sağlayacak. 7 ülkenin klinik araştırmaları Türkiye’den yönetiliyor Novo Nordisk, Türkiye’den yönetilen bölgesel klinik araştırma merkezinde Türkiye’nin yanında Cezayir, Fas, Lübnan, Mısır, Umman, Suudi Arabistan dahil olmak üzere toplam 7 ülkedeki klinik araştırmalarını koordine ediyor. Bu merkezde 2025 yılında 34 aktif çalışmada 1.200’den fazla hasta yer aldı. Bu araştırmaların 28’i Türkiye’de gerçekleştirildi. Son 5 yılda Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde diyabet, obezite ve kardiyovasküler hastalık gibi terapi alanlarında Novo Nordisk’in toplam 8 klinik çalışması yürütülürken, 2026 yılında yeni protokol kapsamında bu sayıya en az 7 yeni klinik çalışmanın eklenmesi planlanıyor. Novo Nordisk’in son 5 yılda Türkiye’de klinik araştırmalara yaptığı toplam yatırım 1 milyar TRY’yi aştı ve bu yatırımların her yıl katlanarak artması hedefleniyor. Novo Nordisk’in hasta odaklı yaklaşımından güç alan bu stratejik ortaklık, yalnızca klinik çalışma sayısının artmasını değil; aynı zamanda araştırma kalitesinin yükselmesini, hekimlerin bilgi birikiminin gelişmesini ve hasta yaşam kalitesine kalıcı katkı sağlanmasını hedefliyor. Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimi Ortopedi ve Travmatoloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Osman Çiloğlu, “Novo Nordisk Türkiye ile imzaladığımız bu protokol, vizyonumuzu güçlendiren stratejik bir adım niteliğinde. Bu iş birliği, klinik araştırma kapasitemizi artırmanın ötesinde; hekimlerimizin bilgi ve deneyimlerini güçlendirecek, hastalarımıza daha güncel ve etkin tedavi seçenekleri sunmamıza olanak sağlayacak. Özellikle diyabet, obezite ve kardiyovasküler hastalıklar gibi bölgemizde yaygın görülen sağlık sorunlarında, global ölçekte kullanılan en güncel tedavi seçenekleri çok daha hızlı bir şekilde hastalarımızın hizmetine sunulabilecek” dedi. Sağlık Bilimleri Üniversitesi Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Öğretim Üyesi Doç. Dr. Hilmi Erdem Sümbül, “Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak geçmişten bugüne güçlü bir bilimsel birikimle çalışıyor ve uluslararası standartlarda araştırmalar yürütüyoruz. Novo Nordisk Türkiye ile daha güzel işler başarabilmek adına imzaladığımız bu iyi niyet sözleşmesi, klinik araştırmalardaki kapasitemizi daha da güçlendirecek ve ülkemizin bilimsel katkısını ileriye taşıyacak önemli bir adım” ifadelerini kullandı. Novo Nordisk Türkiye Genel Müdürü Bike Başaklar iş birliğiyle ilgili şunları söyledi: “Adana Şehir Eğitim ve Araştırma Hastanesi ile imzaladığımız bu yeni protokol, bir iş birliğinden öte bilimsel bilginin paylaşımı, klinik deneyimin güçlenmesi ve daha fazla hastanın yenilikçi tedavilere erişmesi için atılmış somut bir adım. Amacımız, endüstri ve hastane iş birliğiyle klinik çalışma süreçlerini daha etkin hale getirerek, Türkiye’nin bölgesel araştırma gücünü artırmak ve uluslararası ölçekte fark yaratacak projelere imza atmak. Bu iş birliğiyle hem hekimlerin öğrenme yolculuğunu destekliyor hem de hastalar için tedaviye erken erişim fırsatı yaratıyoruz. Türkiye’nin klinik araştırmalarda bölgesel liderliğini güçlendirecek bu ortaklığın, kalıcı bilimsel değer yaratacağına yürekten inanıyoruz.” Novo Nordisk Türkiye, insanların daha sağlıklı ve iyi bir yaşam sürmesine yardımcı olmak, hekimleri yenilikçi tedavi yöntemleriyle buluşturmak ve Türkiye’nin bilimsel potansiyelini uluslararası düzeyde görünür kılmak amacıyla klinik araştırmalara yönelik yatırımlarını kararlılıkla sürdürüyor.

Boehringer Ingelheim Türkiye ve İÇHASDER'den Diyabet Farkındalığına Yönelik Proje Haber

Boehringer Ingelheim Türkiye ve İÇHASDER'den Diyabet Farkındalığına Yönelik Proje

Diyabet; dünyada ve Türkiye’de en önemli sağlık sorunlarından biri olarak kabul edilmektedir. Sosyal ve ekonomik yüküyle toplum sağlığını ve sağlık sistemlerini pek çok güçlükle karşı karşıya bırakan diyabetin, görülme sıklığı ise tüm dünyada artmaktadır. Uluslararası Diyabet Federasyonu (IDF)’nun rakamları dünyada her 9 kişiden 1'inin diyabet hastası olduğunu ve bu hastalığa sahip her 2 kişiden 1'inin de bu hastalığa sahip olduğunu bilmediğini ortaya koyuyor. İç Hastalıkları Uzmanlık Eğitim Araştırma Derneği (İÇHASDER), Boehringer Ingelheim Türkiye’nin koşulsuz desteğiyle, Dünya Diyabet Günü kapsamında yürüttüğü “O aramızda” kampanyası çerçevesinde, diyabet farkındalığını artırmak amacıyla “Mavi Yeryüzü” adlı etkileyici bir sanat enstalasyonunu hayata geçirdi. Dernek, bu proje ile sanatın dönüştürücü gücünü kullanarak toplumda diyabet bilincini artırmayı hedefliyor. Multidisipliner sanatçı Uğur Acil tarafından tasarlanan “Mavi Yeryüzü”, diyabetin görünmeyen etkilerini bedensel ve duygusal bir deneyime dönüştürmeyi amaçlıyor. İki büyük mavi halkadan oluşan form, kardiyovasküler, böbrek ve metabolik sistemlerin beden içinde kurduğu hassas dengeye sembolik bir gönderme yapıyor. Birbirine temas eden halkalar, bu sistemlerin döngüsel uyumunu temsil ederken; mavi renk, diyabetin evrensel simgesinin yanı sıra süreklilik, dayanıklılık ve yaşam döngüsü fikirlerini de yansıtıyor. Formun yumuşak ve nefes alan yapısı, insan bedeninin kırılganlık ile direnç arasındaki hassas dengesine dikkat çekiyor. Ziyaretçiler böylece diyabetin yalnızca fiziksel değil, duygusal boyutuna da dokunan bir sanat deneyimiyle buluşuyor. “Mavi Yeryüzü”, 17–24 Kasım tarihleri arasında Terminal Kadıköy’de ziyaret edilebilecek. Eserin açılışında konuşan İÇHASDER Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Abdülbaki Kumbasar, diyabetin görülme sıklığının giderek arttığını ancak çoğu zaman geç fark edildiğini vurguladı. Prof. Dr. Kumbasar “Bugün diyabetli her iki kişiden birinin hastalığından haberdar olmaması bunun en çarpıcı göstergesi. İÇHASDER olarak amacımız, yalnızca diyabet farkındalığı oluşturmak değil; aynı zamanda özellikle tip 2 diyabetin kalp, böbrek ve metabolik sistemler üzerindeki etkilerini görünür kılmak. ‘O aramızda’ kampanyası ve ‘Mavi Yeryüzü’ enstalasyonu, diyabeti görünür hale getirirken bireyleri erken tanı, düzenli takip ve sağlıklı yaşam konusunda düşünmeye davet ediyor. Bu çalışmanın toplumda önemli bir farkındalık yaratacağına inanıyoruz” diye konuştu. Boehringer Ingelheim Türkiye’nin insan sağlığını etkileyen ve toplumda büyük bir yük oluşturan hastalıklara dikkat çekmeyi kurumsal bir sorumluluk olarak gördüğünü dile getiren Boehringer Ingelheim Türkiye Genel Müdürü Okan Güner şunları söyledi: “Özellikle tip 2 diyabet hem ülkemizde hem de dünyada milyonlarca insanı etkileyen en önemli sağlık sorunlarından biri. ‘O aramızda’ kampanyası ve ‘Mavi Yeryüzü’ enstalasyonuyla, diyabet farkındalığının önemini vurgularken kardiyovasküler, böbrek ve metabolik sistemlerin birbiriyle olan bağlantılarına da dikkat çekmeyi amaçladık. Çünkü özellikle tip 2 diyabetli bireylerin kardiyovasküler hastalık, kalp yetersizliği ve böbrek hastalığı geliştirme riski daha yüksektir. Bu nedenle bu çalışmanın, geniş kitlelerde bilinç oluşturacağına inanıyoruz.” Toplumda farkındalık yaratacak bir çalışmada yer almaktan mutluluk duyduğunu belirten sanatçı Uğur Acil ise “Mavi Yeryüzü ile bedenin görünmeyen ekosistemini görünür kılmak istedik. Diyabet yalnızca kan şekeriyle ilgili bir durum değil; özellikle tip 2 diyabetli kişilerde kalp, böbrek ve metabolik sistemler arasında kurulan hassas bir denge. Bu denge bozulduğunda tüm beden bunu hissediyor. Enstalasyon, bu iç içe geçmişliği mekânsal bir deneyime dönüştürüyor. Ziyaretçiler mavi halkalar arasında dolaşırken kendi ritimlerini, nefeslerini ve kalp atışlarını fark edecek. Bu geçidi yalnızca bir sanat üretimi olarak değil; bedenle, hastalıkla ve yaşamla kurulan barışçıl bir farkındalık yolculuğu olarak görüyoruz” dedi. Dünya Çapında 500 Milyondan Fazla Kişi Diyabetli Uluslararası Diyabet Federasyonu’nun Diabetes Atlas 11th Edition (2025) verileri, dünya genelinde yaklaşık 589 milyon kişinin diyabetle yaşadığını ortaya koyuyor ve bu sayının 2050 yılına kadar 852,5 milyona ulaşacağı öngörülüyor. Türkiye’de ise 20–79 yaş aralığında 9,6 milyon kişinin diyabetli olduğu biliniyor ve bu rakam Türkiye’yi Avrupa’da en yüksek diyabet prevalansına sahip ülke konumuna taşıyor. Türkiye Diyabet, Hipertansiyon, Obezite ve Endokrin Hastalıklar Prevalans Çalışması TURDEP II ise, Türk toplumunda diyabetin beklenenden daha hızlı bir biçimde arttığını ortaya koyuyor. TURDEP-II’ye göre Türk erişkin toplumunda diyabet sıklığının %13,7’ye ulaştığı görülüyor. Kardiyovasküler, Böbrek ve Metabolik Sistemleri Etkiliyor Kardiyovasküler, böbrek ve metabolik sistemler birbiriyle yakın bir etkileşim içindedir. Bu sistemlerden birini etkileyen hastalıklar çoğu zaman diğer sistemler üzerinde de olumsuz etkilere yol açar. Tip 2 diyabeti olan hastalarda kardiyovasküler hastalık, kalp yetersizliği ve hatta böbrek hastalığı gelişme riski artar. Tip 2 diyabeti olan hastalar, kardiyovasküler hastalık geliştirme ve bu nedenle hayatını kaybetme konusunda iki kat daha yüksek risk altındadır. Ayrıca kalp yetersizliği geliştirme riskleri de artmıştır. Diyabet, böbrek hastalığı gelişme ihtimalini arttırır. Günümüzde diyabeti olan her 3 yetişkinden yaklaşık 1’inde kronik böbrek hastalığı bulunmaktadır. Düzenli sağlık kontrollerinin yapılması ve erken teşhis ile zamanında müdahalenin sağlanması, diyabetin yol açacağı hastalıkların önünü kesebilir.

Her Yıl 2 Bin Çocuk TİP 1 Diyabetle Tanışıyor Haber

Her Yıl 2 Bin Çocuk TİP 1 Diyabetle Tanışıyor

Toplantıda, çalışma hayatında önyargılarla mücadele etmek zorunda kalan diyabetli bireyler için de alınabilecek pratik önlemlere değinildi. Diyabetin en hızlı arttığı ülkeler arasında olan Türkiye’de, hem çocukluk çağı hem de erişkin diyabetine ilişkin en güncel gelişmeler, Koç Üniversitesi Hastanesi’nde “14 Kasım Dünya Diyabet Günü”nde düzenlenen toplantıda, alanında uzman isimler tarafından ele alındı. Çocukluk çağı ve erişkin diyabetine ilişkin önemli bilgilerin paylaşıldığı toplantının açılışını Koç Üniversitesi Hastanesi Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Uzm. Prof. Dr. Gül Yeşiltepe Mutlu yaptı. Toplantıda, Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Bilim Dalı Bşk. Prof. Dr. Şükrü Hatun “Diyabetli Çocukların Durumu 2025 Raporu”nu ilk kez açıkladı. Koç Üniversitesi Hastanesi Endokrinoloji, Diyabet ve Metabolizma Hast. Uzm. Prof. Dr. Oğuzhan Deyneli, “Erişkin Diyabetlilerin Hakları ve İşyerinde Diyabetle Yaşam” konusunda önemli bilgiler paylaştı. Diyabetli çocukların aileleri de “Anne ve Babaların Dilinden Diyabetli Çocukların Dünyası ve İhtiyaçları” konusunda kendi deneyimlerini aktardı. Türkiye’de 30 bin diyabetli çocuğumuzun acil destek ihtiyacı var Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Bilim Dalı Bşk. Prof. Dr. Şükrü Hatun, Diyabetli Çocuklar Vakfı (DİYAÇEV) tarafından hazırlanan “Diyabetli Çocukların Durumu 2025 Raporu”na dikkat çekti. Prof. Dr. Hatun: “Türkiye’de 30 bin diyabetli çocuğumuz var ve her yıl yaklaşık 2 bin çocuğumuz Tip 1 diyabet tanısı alıyor. Tip 1 diyabet, çocukluk çağında ani başlayan, sebebi bilinmeyen ve yaşam boyu insülin tedavisi gerektiren bir durumdur. Zamanında tanı ve doğru bakım sağlandığında diyabetli çocuklar sağlıklı bir yaşam sürebilirler, ancak tanı gecikmeleri, eğitim eksiklikleri ve tedaviye erişimdeki eşitsizlikler ciddi sıkıntılara neden olabiliyor. Ayrıca, sosyal hayatta etiketlenmemek de büyük önem taşıyor. Bu nedenle ‘şeker hastası’ yerine ‘Tip-1 diyabetli’ ifadesi tercih edilmeli,” dedi. Prof. Dr. Şükrü Hatun, raporda dikkat çeken detaylarla ilgili şu bilgileri verdi: “Çocuk diyabet bakımında son yıllarda önemli ilerlemeler kaydedilse de, HbA1c düzeyleri hala hedeflerin üzerinde. Avustralya ve İsveç gibi ülkelerdeki merkezler ülke çapında hayata geçirdikleri programlarla 10 yıl içinde HbA1c seviyelerinde ortalama yüzde 6,7-6,8 aralığında kayda değer bir düşüş sağlamayı başardılar. Türkiye için de bu mümkün, diyabetli çocuklara yaşam boyu süren bütüncül bir yaklaşım sunabilirsek bunu başarabiliriz.” Diyabetin sadece glukoz kontrolü olmadığının ve diyabetli çocuklar için yaşam boyu süren bütüncül bir yaklaşıma ihtiyaç olduğunun altını çizen Prof. Dr. Şükrü Hatun, bu konudaki önerilerini de şöyle sıraladı: “Bu rapordaki veriler dikkate alınarak 5 yıllık bir ‘Çocukluk Çağı Diyabet Bakımının Geliştirilmesi Programı’nın yapılması çok önemli. Bu programda Doğu ve Güneydoğu Anadolu gibi dezavantajlı bölgelere ağırlık verilmesi kritik önem taşıyor. Özellikle çocukluk çağı diyabetlerinde diyetisyen son derece önemli oluyor. Her 500 Tip 1 diyabetliye bir diyetisyen sağlanmasını öneriyoruz. Yine, psikolojik destek de çok önemli. Çocuk diyabet ekiplerinin tümüne psikolog sağlanması kritik önem taşıyor. Diyabet teknolojilerinin tümünün ihtiyacı olan çocuklara ücretsiz olarak verilmesi çok önemli. Son yıllarda bütün dünyada ve ülkemizde kullanımı artan sensörler her 5 dakikada bir (günde 288 kez) ve acısız bir şekilde ölçüm yapabiliyor. Sensörler sayesinde glukoz seyrini video çeker gibi izlemek, yükseklik ve düşüklükleri önceden tahmin etmek, alarmlar sayesinde uyarılmak ve akıllı telefonlar üzerinden ailelerin çocuklarının glukozunu uzaktan izlemesi mümkün. Bu nedenle, başta sensörler olmak üzere, otomatik insülin pompaları ve sarf malzemelerinin de tüm çocukların adil erişiminin olması son derece kritik önem taşıyor. Ülke çapında kısa süreli, etkin eğitim programı olan diyabet kamplarının yaygınlaştırılması da yine önem taşıyor.” Türkiye erişkin diyabetinde Avrupa’da ilk sırada Türkiye’de diyabetin diğer ülkelere kıyasla hızla arttığına dikkat çeken Koç Üniversitesi Hastanesi Endokrinoloji, Diyabet ve Metabolizma Hast. Uzm. Prof. Dr. Oğuzhan Deyneli de, “Uluslararası Diyabet Federasyonu (IDF) verilerine göre Türkiye’de 9,6 milyon erişkin diyabetle yaşıyor, bu rakam Türkiye’yi Avrupa’da diyabetli erişkin sayısının en yüksek olduğu ülke konumuna getiriyor. Diyabetli nüfusumuzun artışıyla birlikte, özelikle iş bulma ve işyerinde güvenli çalışma aşamalarında diyabetli bireyler aleyhine önyargıların olduğunu duyuyoruz. Bu yıl IDF de Dünya Diyabet Günü temasını ‘Diyabet ve İşyeri’ olarak belirledi. Bu önyargıları kırmak ve negatif anlamda ayırımcılığı önlemek çok önemli,” dedi. Diyabetin doğru yönetildiğinde çalışma hayatını engelleyen bir sağlık durumu olmadığının altını çizen Prof. Dr. Oğuzhan Deyneli, işverenlerin ve çalışma arkadaşlarının da diyabet konusunda farkındalık sahibi olmasının diyabetlilerin iş yaşamını kolaylaştıracağının önemini dile getirdi. Prof. Dr. Deyneli, diyabet dostu şirketlerin aslında sağlık dostu olduklarının da altını çizdi. Toplumsal farkındalığın artması çok önemli Toplantıda diyabetli çocukların aileleri ve diyabetli çocuklar da söz alarak deneyimlerini paylaştı. Aileler, diyabetin doğru bilgi, düzenli takip ve bilinçli bir yaşam tarzıyla etkili bir şekilde yönetilebileceğini vurguladı. Aileler, benzer deneyimleri paylaşmanın hem çocuklara hem de ebeveynlere moral verdiğini, bu süreçte dayanışma ve karşılıklı desteğin büyük önem taşıdığını dile getirdi. Ayrıca, toplumsal farkındalığın artmasının hem tedavi sürecini kolaylaştıracağını hem de çocukların yaşam kalitesine olumlu katkı sağlayacağını ifade ettiler.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.