Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Dünya Sağlık Örgütü

Kapsül Haber Ajansı - Dünya Sağlık Örgütü haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Dünya Sağlık Örgütü haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

14 Dernekten Kronik Hastalıklarda Önemli Mesaj: Ölüm Oranı %21 Azaltılabilir Haber

14 Dernekten Kronik Hastalıklarda Önemli Mesaj: Ölüm Oranı %21 Azaltılabilir

Bir vakıf tarafından yönetilen Servier Grubu’nun iştiraki olan Servier Türkiye’nin koşulsuz katkılarıyla hayata geçirilen “Türkiye 2030’da %50” projesi, hastaların tedaviye uyumunu artırarak hastalık kontrol oranlarını 2030 yılına kadar en az %50’ye yükseltmeyi amaçlıyor. 14 Dernekten Ortak Uyarı: Veriler Acil Eylem Gerekliliğini Gösteriyor! Proje kapsamında yer alan 14 dernek arasında; Ateroskleroz Derneği, Avrasya Kalp Yetersizliği Derneği, Dahiliye Uzmanları Derneği, İç Hastalıkları Uzmanlık Eğitim Araştırma Derneği, Kalp Damar Hastalıklarıyla Mücadele ve Farkındalık Derneği, Kardiyovasküler Akademi Derneği, Klinik Endokrinoloji ve Diyabet Derneği, Metabolik Sendrom Derneği, Türk Diyabet Cemiyeti, Türk Girişimsel Kardiyoloji Vakfı, Türk Hipertansiyon ve Böbrek Hastalıkları Derneği, Türk İç Hastalıkları Uzmanlık Derneği, Türkiye Diyabet Vakfı Türkiye Endokrinoloji ve Metabolizma Derneği yer alıyor. Dernek uzmanları, açıkladıkları ortak deklarasyonda şu mesajı vurguladı: “Bizler, Türkiye genelinde farklı uzmanlık alanlarında faaliyet gösteren 14 dernek olarak, ülkemizde başta hipertansiyon ve tip 2 diyabet olmak üzere kronik hastalıklarla mücadele eden bireylerin yaşam kalitesini artırmak, komplikasyon risklerini azaltmak ve toplum sağlığını geliştirmek amacıyla ortak bir irade ile hareket etmeye karar verdik. Ülkemizin gelecek nesillerinin sağlıklı ve refah içinde olabilmesi, sağlık sistemi üzerinde yaratılan yükün azaltılabilmesi için tüm sağlık meslek mensuplarının konu hakkında bilgilendirilmesi, ilgili kamu kurumları da dahil olmak üzere tüm sağlık kurum ve kuruluşlarının özellikle hipertansiyon, diyabet ve diğer kardiyovasküler hastalıklar, bu hastalıkların temelleri ve tedavi yöntemleri konusunda bilgilendirilmesi bir zorunluluktur.” Türkiye’de Kronik Hastalık Kontrolü Alarm Veriyor! Bilimsel araştırmalar, Türkiye’de hipertansiyon ve diyabet yönetiminin hedeflenen kontrol seviyelerinin oldukça gerisinde olduğunu gösteriyor: Hipertansiyon tedavisinde hedefe ulaşma oranı yalnızca %22,2’dir. (1)Tip 2 diyabette hedefe ulaşma oranı ise %36,7 seviyesindedir. (2) Bu veriler, hastaların tedaviye erişim imkânı olmasına rağmen kontrolün sağlanamadığını, bunun da komplikasyon oranlarını yükselttiğini açıkça göstermektedir. Ölüm Oranları %21 Azaltılabilir! Dünya Sağlık Örgütü’ne göre kronik hastalıklarda tedaviye uyum, sağlık sonuçlarını belirleyen en kritik faktörlerden biridir. “Tedaviye Uyum”: Hastaların doktorları tarafından önerilen yaşam tarzı değişikliklerine uyması ve reçete edilen ilaçları önerildiği şekilde kullanması olarak tanımlanmaktadır. Yapılan global çalışmalar: Kronik hastalıklarda her 2 hastadan 1’inin tedaviye uyumsuz olduğunu göstermektedir. (3)Hipertansiyon ve diyabette düşük uyum oranlarının; kardiyovasküler hastalıklar, felç, böbrek yetmezliği ve erken ölüm riskini anlamlı biçimde arttırdığı kanıtlanmıştır. (4)OECD verileri, tedavi uyumunun artırılmasının uzun dönem ölüm oranlarını %21 azaltabileceğini göstermektedir. (5)Aynı rapora göre, Avrupa’da yüksek uyum ile yıllık 125 milyar € sağlık harcaması tasarrufu sağlanabilir. (6) Bu sonuçlar, tedaviye uyumun yalnızca bireysel sağlıkla sınırlı kalmadığını; ülke ekonomisi, sağlık harcamaları ve iş gücü üretkenliği açısından da milli bir önem taşıdığını ortaya koymaktadır. Türkiye’deki düşük uyum oranının sağlık sistemi üzerindeki yükü artırdığını belirten uzmanlara göre; *Türkiye’de hipertansiyon tedavisine başlayan hastaların %50’si ilk yıl içinde tedaviyi bırakıyor. (7) *Tedaviye uyumsuzluk, diyabet komplikasyonlarını tetikliyor. (8) *Uyum azaldıkça hastaneye yatışlar %20’ye kadar artış gösteriyor. (9) Bu tablo hem toplum sağlığını hem de sağlık sisteminin sürdürülebilirliğini tehdit eden bir yük oluşturmaktadır. “Türkiye 2030’da %50” Projesi Bu Kritik Tabloyu Değiştirmek İçin Yola Çıktı 14 derneğin oluşturduğu ortak irade doğrultusunda proje dört ana alanda ilerleyecek. 1.Hekim Eğitimleri ve Rehberlik Programları Bilimsel rehberlere dayalı eğitimlerE-learning modülleriWebinar serileriHekimlerin hasta iletişimini güçlendirmeye yönelik eğitimler 2. Hastalarda Tedaviye Uyumun Artırılması “Uyum elçileri” programıİlaç hatırlatma mobil uygulamaları Kişiye özel bilgilendirme materyalleriDijital takip çözümleri 3. Toplumsal Farkındalık Kampanyaları Dünya Tedaviye Uyum Günü (27 Mart 2026) kapsamında ulusal etkinliklerTV ve radyo kamu spotlarıInfluencer iş birlikleriHasta taramaları ve halk bilgilendirme çalışmaları 4. Sağlık Sisteminde Optimizasyon Kullanılmayan reçeteli ilaç oranlarının azaltılmasıİyi uygulama örneklerinin yaygınlaştırılması Projenin Toplum Sağlığına ve Ekonomiye Katkısı Yapılan bilimsel araştırmalar ve OECD analizleri ışığında değerlendirildiğinde, ‘Türkiye 2030’da %50’ projesinin başarılı olması durumunda şu katkılar sağlanacaktır: Hipertansiyon ve diyabet kontrol oranlarında milyonlarca bireyin yaşam kalitesi artacak,Kardiyovasküler olaylar, felç, böbrek yetmezliği gibi komplikasyonlarda belirgin düşüş sağlanacak,Ülke çapında erken ölüm oranlarında %20’nin üzerinde azalma potansiyeli oluşacak,Sağlık harcamalarında milyarlarca liralık tasarruf sağlanabilecek.

2025’in Sinsi Krizi: “Sessiz Çatlama” Haber

2025’in Sinsi Krizi: “Sessiz Çatlama”

Çalışanlar işlerini sürdürüyormuş gibi görünse de finansal baskılar, tükenmişlik ve duygusal yıpranma nedeniyle içten içe kırılmalar yaşıyor. Bu durum hem çalışanların ruh sağlığını hem de kurumların sürdürülebilirliğini tehdit ediyor. Sessiz Çatlamanın Sessiz Alarmı Son zamanlarda çalışanların iş yerinde yaşadıkları stres durumu çalışanların sağlık durumlarında ciddi sonuçlar doğurduğunu gösteriyor. Stres, endişe, öfke ve üzüntü, iş yerinde iyilik ve ruh sağlığının azalmasına yol açıyor; özellikle tükenmişlik sendromunu beraberinde getiriyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tükenmişliği, başarılı bir şekilde yönetilememiş kronik iş yeri stresinden kaynaklanan bir sendrom olarak yorumluyor. TalentLMS tarafından yakın bir zamanda 1.000 çalışanla gerçekleştirilen ankete göre, katılımcıların yarısından fazlası (%54), iş yaşamında sessiz çatlama deneyimi yaşadıklarını belirtiyor. Bu sonuç, sessiz çatlamanın artık yalnızca bireysel bir sorun olmadığını, iş dünyasında giderek yaygınlaşan ve dikkatle ele alınması gereken bir olgu haline geldiğini ortaya koyuyor. Araştırma, sessiz çatlamanın çoğunlukla finansal stres ve iş yerindeki duygusal tükenmişlikten kaynaklandığını ortaya koyuyor. Çalışanlar, maaşlarının yaşam standartlarını karşılamada yetersiz kaldığını ve iş yükünün sürekli arttığını hissediyor. İş değiştirmenin ve istifa etmenin mali durumunu düzeltmeyeceği bilinci de umutsuzluğu arttırıyor. Bu durum, hem çalışan sağlığı hem de iş yeri verimliliği için uyarıcı bir işaret olarak değerlendiriliyor. Sessiz çatlama çoğu zaman fark edilmesi güç bir durum olsa da etkileri oldukça derin hissedilen bir durum olarak göze çarpıyor. Çalışanlar, giderek artan yorgunluk ve motivasyon kaybıyla birlikte iş dışında da enerjilerinin tükendiğini hissediyor. Çalışanların günlük yaşamda basit aktiviteler yapması bile zorlayıcı hale gelirken aynı zamanda sürekli bir gerilim, endişe veya huzursuzluk duygusu taşımaya başladıkları görülüyor. Kısa vadede iş performansını hemen etkilemeyen sessiz çatlama, uzun vadede hem çalışanların ruhsal ve fiziksel sağlığını hem de iş yerindeki genel verimliliği ciddi şekilde tehdit eden görünmez bir kriz haline geliyor. Kendini belli etmeden ilerleyen bu süreç, fark edilip önlem alınmadığında iş yeri bağlılığı ve çalışan memnuniyetini olumsuz yönde etkiliyor. AVİTA Çalışan Destek Programı Klinik Psikolog Fahriye Nasırzade sessiz çatlamayla ilgili şu açıklamalarda bulundu; “Sessiz çatlama, yalnızca yorgunluk ya da stress durumuyla açıklanamaz. Bu, insanın anlamla olan bağının kopmasıdır. İşin, emeğin ve yaşamın anlamını yitirdiğimizde; üretkenlik, aidiyet, motivasyon gibi kelimeler birer maske haline gelir. Sessiz çatlama’yı modern çağın en tehlikeli psikolojik krizlerinden biri olarak görüyorum. Çünkü görünmez bir şekilde ilerler. Tabiri caizse kimse çığlık atmaz, kimse kapıyı çarpıp gitmez. Ama birey her gün biraz daha tükenir, biraz daha kendinden ve olaylardan uzaklaşır. Bu nedenle artık kurumların “sessiz istifa”dan ötesine bakması gerekiyor. Çalışanların yalnızca performansını değil, duygusal varlığını, finansal yükünü, psikolojik dayanıklılığını da anlaması gerekiyor. Çünkü iyilik hâli, sadece bireysel bir mesele değil; kurumun sürdürülebilirliğini belirleyen en güçlü yatırımdır. “Sessiz çatlama, sadece yorgunlukla açıklanabilecek bir durum değildir; bu, insanın anlam duygusunun sessizce sarsılmasıdır. Çalışan, görünürde işlevini sürdürürken iç dünyasında çatırdamaya başlar. Uzun süren stres, finansal baskılar ve duygusal yorgunluk birleştiğinde kişi artık sadece işini değil, kendini de taşımakta zorlanır. Bu dönemde kurumlar için en kritik farkındalık, çalışan performansını değil insanın ruhsal bütünlüğünü izlemektir. Çünkü sessiz çatlamalar fark edilmediğinde yalnızca birey değil, kurumun da sesi kısılır.” Yönetimsel Kopukluk Sessiz Çatlamayı Derinleştiriyor Çalışan deneyiminde yönetimin rolü oldukça kritik. Araştırmalar, yöneticilerin çalışanları destekleme becerisinin iş yeri mutluluğu ve verimliliği üzerinde doğrudan etkisi olduğunu ortaya koyuyor. TalentLMS araştırmasına göre genel olarak çalışanların %62’si yöneticilerinin endişelerini dinlediğini belirtirken, %20’si bu konuda olumsuz düşünüyor. Sessiz çatlama yaşayan çalışanlar arasında ise bu oran çok daha çarpıcı: %47’si yöneticilerinin kendilerini dinlemediğini ifade ediyor. Bu veriler etkisiz yönetim ile kalıcı mutsuzluk arasında net bir bağ olduğunu gösteriyor. İş dünyasında empati ve aktif dinleme yetenekleri, çalışanların motivasyonunu ve bağlılığını artırmak için her zamankinden daha önemli hale geliyor. Çalışan Destek Programı ve İş Yeri Kültürü Kurumlar, sessiz çatlamanın olumsuz etkilerini azaltmak için kapsamlı önlemler alıyor. İş yeri kültürünü güçlendirmek, eğitim, finansal ve psikolojik destek programları sunmak, esnek çalışma seçenekleri sağlamak ve düzenli geri bildirim mekanizmaları kurmak bu sürecin temel taşlarını oluşturuyor. Uzmanlar, bu uygulamaların çalışanların motivasyonunu artırarak iş yerinde sürdürülebilir bir mutluluk ve bağlılık sağladığını vurguluyor. Sessiz çatlama göz ardı edildiğinde hem çalışan hem de kurum için maliyetli bir kriz haline geliyor. Erken fark edilip önlem alındığında ise başarı ve verimlilik sürdürülebilir hale geliyor.

Yeşilay’dan Alkol Farkındalık Haftası’nda Toplumsal Çağrı Haber

Yeşilay’dan Alkol Farkındalık Haftası’nda Toplumsal Çağrı

Bu bağlamda yapılan çalışmalar kapsamında 15–21 Kasım tarihlerini Alkol Farkındalık Haftası’nda alkol tüketiminin ciddi sağlık riskleri taşıdığına dikkat çekilirken, toplumun alkol kaynaklı zararlar konusunda bilinçlendirilmesi hedefleniyor. Dünyada yapılan araştırmalarda alkol en az yedi kanser türüyle ilişkilendirilirken, düşük ve orta düzeyde tüketimde dahi riskin arttığına dair bulgular öne çıkıyor. Kadınlarda meme kanseri, kalın bağırsak, karaciğer, ağız ve boğaz bölgesi kanserleri gibi hastalıklarla ilişkilendirilen alkol kullanımı, birçok halk sağlığı raporunda önlenebilir risk faktörleri arasında gösteriliyor. Yeşilay, Türkiye’de alkol ile ilgili düzenlemelerin titizlikle uygulanması, alkolün fizyolojik ve sosyolojik etkilerine yönelik bilimsel araştırmaların artırılması, gençleri koruyacak bir bakış açısıyla toplumsal hassasiyet geliştirilmesinin risklerin bertaraf edilmesi konusunda önemli katkı sağlayacağını vurguluyor. “DÜZENLEMELERİ UYGULAYARAK GENÇLERİMİZİ KORUMAMIZ GEREKİYOR” Konuyla ilgili açıklama yapan Yeşilay Genel Başkanı Doç. Dr. Mehmet Dinç, şunları söyledi: “Alkolün yol açtığı zararlar, gözle görülenden çok daha derin. Kişinin sağlık durumunun yanı sıra toplumsal olarak evlerde, sosyal ilişkilerde ve hayatın bütününde derin yaralar açıyor. Yakın zamanda maalesef gençlerimizi alkol ile ilişkili sebeplerle kaybettiğimiz haberlerini sıkça alıyoruz. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre de her yıl 2,6 milyon insan alkol nedeniyle hayatını kaybediyor ve bu ölümlerin en yüksek oranı 20–39 yaş aralığında görülüyor. Bu sorumluluğu tüm toplum olarak hissetmemiz ve paylaşmamız gerekiyor. Alkol ile ilgili birçok kanuni düzenleme var, mevzuatımız bu konuda güçlü ve yeterli. Bu mevzuatı titiz bir şekilde uygulayarak gençlerimizi bu büyük riske karşı korumamız gerekiyor.” “ALKOL EĞLENCE YA DA SOSYALLEŞME ARACI DEĞİLDİR” Alkolün 18 yaş altına satışına dair daha sıkı denetlemelerin yapılması gerektiğini vurgulayan Dinç, sözlerini şöyle sürdürdü: “Alkolle ilk tanışma yaşının birçok ülkede 13–15’e kadar düştüğünü, ergenlik döneminde alkol kullanmaya başlayan gençlerin yetişkinlikte bağımlılık riski dört kata kadar arttığını biliyoruz. Maalesef bunu tetikleyen unsurlardan biri de sosyal medya fenomenleri ve eğlence endüstrisinde alkolün meşrulaştırılmasına, hayatın normal bir parçasıymış gibi gösterilmesine yol açan anlatım, gösterim ve söylemleri oluyor. Bu anlamda gençlere hitap eden herkesin de daha sorumlu davranması gerekiyor. Alkol, gençlerimizin, çocuklarımızın hayatına asla ve asla girmemesi gereken bir madde. Bu nedenle 18 yaş altına alkol satışının önlenmesi, buna yönelik sıkı denetim uygulanması yasal bir zorunluluktan öte, nesillerimizin ve toplumumuzun güvenliği için herkesin üstlenmesi gereken ortak bir sorumluluk. Bugün alkol, gençlere eğlencenin, sosyalleşmenin ya da 'kafayı dağıtmanın' yolu olarak sunuluyor. Oysa oluşturulmaya çalışılan bu algı, onların bedensel ve ruhsal gelişimine ciddi zararlar verecek bir yanılgı. Geleceğimizi emanet ettiğimiz gençlerimizi hem sağlık hem de sosyal risklerden korumak hepimizin görevi.”

Meme Kanseri Tanı ve Tedavisinde Yapay Zeka Dönemi Haber

Meme Kanseri Tanı ve Tedavisinde Yapay Zeka Dönemi

Kadınlarda en sık görülen kanser türü olan meme kanseri, her yıl dünya genelinde yaklaşık 700 bin kadının yaşamını yitirmesine neden oluyor. Uzmanlara göre, her 8 kadından 1’i yaşamı boyunca meme kanserine yakalanma riski taşıyor. Ekim ayı ise tüm dünyada Meme Kanseri Farkındalık Ayı olarak anılıyor. Acıbadem Üniversitesi Genel Cerrahi Anabilim Dalı Başkanı ve Senoloji Araştırma Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Cihan Uras, meme kanserinde erken tanının önemine dikkat çekerek, “Meme kanseri kadınlarda en sık görülen kanser türü. Ancak erken tanı sayesinde tedavi başarısı oldukça yüksek. Düzenli taramalar ve kontroller sağkalım oranlarını önemli ölçüde artırıyor, yaşam süresini ve kalitesini belirgin şekilde yükseltiyor. Böylece hastalık erken evrede yakalanarak tedavide başarı şansı da belirgin bir şekilde artıyor. Yapay zeka teknolojileri ise bu süreçte giderek daha fazla rol üstleniyor. Yapay zeka destekli görüntüleme sistemleri tanıda adeta devrim yaratıyor. Bu sistemler sayesinde gözden kaçabilecek en küçük bulgular bile saptanabiliyor, erken tanı oranları daha da yükseliyor” şeklinde konuşuyor. Yapay Zeka ve Kişiye Özel Tedaviler Prof. Dr. Cihan Uras, Acıbadem Üniversitesi Senoloji Araştırma Enstitüsü’nde, teknolojinin yeni imkanlarını hastaların hizmetine sunduklarını belirtiyor. Özellikle de yapay zeka destekli görüntüleme sistemlerinin tanıda devrim yarattığını vurgulayan Prof. Dr. Cihan Uras, “Erken tanıda yapay zeka destekli görüntüleme yöntemlerine yoğunlaşıyoruz. Bu sayede özellikle tarama programlarında gözden kaçabilecek bulguları daha hızlı ve güvenilir şekilde tespit edebiliyoruz. Yapay zekayı patolojik incelemelerde de kullanarak, tanıların daha doğru ve güvenilir bir şekilde konulmasına katkı sağlıyoruz” diyor. Meme kanseri artık sadece standart tedavilerle değil, kişiye özel planlanan yöntemlerle de ele alınıyor. Hastanın genetik özellikleri, tümörün biyolojik yapısı, hormon reseptör durumu ve yaşam tarzı göz önünde bulundurularak tedavi planı belirleniyor. Bu kapsamda hedefe yönelik ilaç tedavileri, immünoterapiler, hormon tedavileri ve moleküler testler önemli rol oynuyor. Prof. Dr. Cihan Uras, bu konuda yürütülen çalışmaların önemine değinerek “Multidisipliner bir yaklaşımla kişiselleştirilmiş tedavi yöntemleri üzerinde çalışıyoruz. Ulusal ve uluslararası iş birlikleriyle elde ettiğimiz bilimsel verileri hızla klinik uygulamalara aktarmayı hedefliyoruz. Klinik araştırma programlarında yer alıyoruz. Bu klinik araştırma programları sayesinde hastalarımıza, normal şartlarda ulaşamayacakları yeni ilaçlara erişim imkanı sunuyoruz. Enstitümüzde meme kanseri tanısı alan hastalarımıza diyetisyen desteği ve psikolojik danışmanlık sunuyor, ayrıca ameliyat sonrası deneyimli fizyoterapistlerimiz eşliğinde fizyoterapi hizmeti de veriyoruz” şeklinde konuşuyor. Destekleyici Onkoloji ile Yaşam Kalitesi Korunuyor Meme kanserinde tedavi başarısı sadece tümörün ortadan kaldırılmasıyla değil, hastaların yaşam kalitesinin korunmasıyla da ölçülüyor. Prof. Dr. Cihan Uras, “Enstitüde destekleyici onkoloji uygulamalarıyla, tedavi sürecinde kadınların fiziksel ve psikolojik olarak güçlendirilmesi amaçlanıyor. Destekleyici onkoloji, kanser tedavisinde asıl tümör tedavisinin (cerrahi, kemoterapi, radyoterapi vb.) yanında, hastanın yaşam kalitesini artırmaya odaklanan yaklaşımları kapsıyor. Amaç, sadece tümörü tedavi etmek değil, aynı zamanda hastanın fiziksel, ruhsal ve sosyal açıdan güçlenmesini sağlamak” diyor. Örnek uygulamalar arasında beslenme desteği (tedavi sırasında iştah kaybı veya kilo değişimlerini dengelemek), ağrı tedavisi ve semptom kontrolü, psikolojik destek ve danışmanlık, fiziksel aktivite ve egzersiz programları ile yoga ve nefes egzersizleri gibi tamamlayıcı yöntemler yer alıyor. Meme kanserinde en güçlü silah ise farkındalık. Çünkü erken tanı hayat kurtarıyor. Prof. Dr. Cihan Uras “Kadınlarımızı kontrollerini aksatmamaya, kendi farkındalıklarını artırmaya davet ediyoruz. Sağlıkta küçük bir adım, yaşamda büyük bir fark yaratır” şeklinde konuşuyor. Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

Günlük 7 Bin Adım Sağlıkta Fark Yaratıyor Haber

Günlük 7 Bin Adım Sağlıkta Fark Yaratıyor

Şişli, “Günde 7 bin adım atanlarda kansere bağlı ölüm yüzde 37, demans riski ise yüzde 38 oranında azalıyor” dedi. İstanbul Bilgi Üniversitesi Fizyoterapi ve Rehabilitasyon Bölüm Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Hülya Şişli 3-4 Ekim Dünya Yürüyüş Günü kapsamında yaptığı açıklama ile fiziksel aktivitenin birey sağlığı üzerindeki etkilerine dikkat çekti. Şişli, 2014–2025 yılları arasında yapılan 57 sistematik derleme ve 31 meta-analiz çalışmasında, dünya genelinde 160 binden fazla yetişkinin verilerinin değerlendirildiğini belirterek “Bulgular, günde sadece 5 ila 7 bin adım atmanın bile sağlık açısından dikkat çekici faydalar sağladığını ortaya koydu” dedi. Günlük adım sayısına sadece bin adım daha eklemenin bile başta kalp-damar hastalıkları ve diyabet olmak üzere birçok kronik hastalık riskini önemli ölçüde azalttığını belirten Şişli, “Yapılan araştırmalarda günde 2 bin adım atan bireylerle 7.000 adım atanlar karşılaştırıldığında 7 bin adım atan bireylerde kansere bağlı ölüm oranının yüzde 37, demans oranının ise yüzde 38 daha düşük olduğu görülüyor” dedi. ‘Fiziksel aktivite sadece spor değildir’ Dünya Sağlık Örgütü’nün önerilerine göre, haftada en az 150 dakika orta şiddette fiziksel aktivite yapılması, kronik hastalıkların önlenmesinde etkili bir yöntem olarak öne çıkıyor. Bu aktivitelere yürüyüş gibi günlük yaşamla bütünleşmiş hareketler de dahil edilebiliyor. Şişli, “Fizyoterapistler olarak, bireylerin yaş, sağlık durumu ve ihtiyaçlarına göre, kişiye özel fiziksel aktivite programları oluşturuyoruz. Yürüyüş, her yaş grubuna uygun ve sürdürülebilir bir aktivite olduğu için halk sağlığı açısından büyük bir öneme sahiptir” diye ekledi. Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

Dünya Sağlık Örgütü Üyeleri Bursa’yı Keşfediyor Haber

Dünya Sağlık Örgütü Üyeleri Bursa’yı Keşfediyor

Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin ev sahipliğinde düzenlenen DSÖ Avrupa Sağlıklı Şehirler Ağı’nın 2025 Yılı İş Toplantısı ve Teknik Konferansı tüm hızıyla sürerken, yerli ve yabancı katılımcılar kentin tarihi ve kültürel zenginliklerini tanıma fırsatı buldu. Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey, Bursa’da bulunan konukları ilk olarak teleferikle Uludağ’a çıkararak kenti kuşbakışı izlemelerini sağladı. Ardından Osmanlı’nın izlerini taşıyan Ulu Cami, Koza Han ve Hanlar Bölgesi’ni gezen konuklar, Bursa’nın köklü geçmişini büyük bir ilgiyle inceledi. Gezinin sonunda Başkan Mustafa Bozbey ve eşi Seden Bozbey, konukları Tarihi Belediye Binası’nda ağırladı. Öte yandan BUSKİ Genel Müdürlüğü’ne bağlı faaliyet gösteren SCADA Merkezi, Aktif Yaşam Merkezi, Doğu Bölgesi Entegre Katı Atık Bertaraf Tesisi, Sokak Hayvanları Rehabilitasyon Merkezi, Yeşil Kapsül, Trafik Yönetim Merkezi, BURULAŞ Raylı Sistemi, BESAŞ Ekmek Fabrikası’nı da ziyaret ederek çalışmaları yerinde inceleyen konuklar, Erdem Saker Botanik Parkı, Hayvanat Bahçesi, Hüdavendigar Kent Parkı, Cumalıkızık, Panorama 1326 Fetih Müzesi, Yeşil Külliye, Irgandı Köprüsü, İnkaya Çınarı, Misi Köyü, Gölyazı, Zindan Kapı, Tophane Parkı ve Bursa surları, Kent Müzesi, İznik Lefke Kapı, İznik Ayasofya Cami, Roma Tiyatrosu ve Su Bazilikası’nı gezdi.

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.