Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Erken Tanı

Kapsül Haber Ajansı - Erken Tanı haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Erken Tanı haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Bel Ağrısı Bel Kaymasının Belirtisi Olabilir! Haber

Bel Ağrısı Bel Kaymasının Belirtisi Olabilir!

Kayan kemiğin sinirlere bası yapması durumunda bacaklarda ağrı, uyuşukluk ve kuvvetsizlik görülebileceğini dile getiren Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Onur Yaman, “Daha ileri vakalarda idrar ve büyük abdest kontrolünde sorunlar yaşanabilir.” dedi. Yaşlanmaya bağlı disk ve eklem değişikliklerinin en yaygın nedenler arasında olduğunu aktaran Prof. Dr. Yaman, travmalar ve doğuştan gelen anatomik farklılıkların da bel kayması oluşumunda etkili olabileceğini ifade etti. Prof. Dr. Yaman ayrıca, erken tanı ve doğru tedavinin, komplikasyonların önlenmesi açısından hayati önem taşıdığını vurguladı. Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Onur Yaman, bel kaymasının nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. Bel kayması farklı belirtiler gösterebilir! Bel kaymasının, alt omurlardan birinin diğerinin üzerine kayması sonucu ortaya çıkan klinik bir durum olduğunu aktaran Prof. Dr. Onur Yaman, “Kayan kemiğin veya diskin omuriliğe ya da bacağı besleyen sinirlere bası yapması, çeşitli belirtilere yol açabilir.” dedi. Bel kaymasının en sık görülen belirtisinin bel ağrısı olduğunu dile getiren Prof. Dr. Yaman, “Kayan kemiğin sinirlere bası yapması durumunda bacaklarda ağrı, uyuşukluk ve kuvvetsizlik görülebilir. Daha ileri vakalarda idrar ve büyük abdest kontrolünde sorunlar yaşanabilir.” şeklinde konuştu. Yaşlanmaya bağlı sorunlar bel kaymasının en sık görülen nedeni! Bel kaymasının çeşitli nedenlerle ortaya çıkabileceğini kaydeden Prof. Dr. Onur Yaman, “Yaşlanmaya bağlı olarak disk ve eklemlerde meydana gelen değişiklikler bel kaymasının en sık görülen nedenlerindendir.” dedi. Ayrıca travmaların da bel kaymasına yol açabileceğine işaret eden Prof. Dr. Yaman, bazı durumlarda ise doğuştan gelen anatomik farklılıklar nedeniyle bel kaymaları gelişebileceğini ifade etti. Bel kayması, uygun tanı ve tedavi ile yönetilebilen bir durum! Bel kaymasının tedavisinde hem konservatif hem de cerrahi yöntemler uygulanabildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Onur Yaman, “Konservatif tedavide bel ve kalça kaslarını güçlendiren egzersizler, korse kullanımı ve ağrıya yol açan nedenin ortadan kaldırılması amaçlanır.” dedi. Bu yöntemlerin, birçok hastada cerrahiye gerek kalmadan semptomların kontrol altına alınmasını sağladığının altını çizen Prof. Dr. Yaman, sözlerini şöyle tamamladı: “Cerrahi tedavi ise, konservatif yöntemlerle şikayetleri geçmeyen veya nörolojik defisiti olan hastalarda uygulanır. Cerrahi endikasyonu, özellikle bacaklarda kuvvetsizlik, idrar kontrol problemleri ve uzun süreli ağrı şikayetleri belirler. Bel kayması, uygun tanı ve tedavi ile yönetilebilen bir durumdur. Erken tanı ve doğru tedavi yaklaşımı, komplikasyonların önlenmesi açısından büyük önem taşır.”

Geniz Eti Büyümesi Son Yıllarda Hızla Yaygınlaşıyor Haber

Geniz Eti Büyümesi Son Yıllarda Hızla Yaygınlaşıyor

Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Kulak, Burun ve Boğaz (KBB) Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Çiğdem Kalaycık Ertugay “Geniz eti büyümesi son yıllarda viral enfeksiyonlarda ve alerjideki artış nedeniyle, çocuklarda hızla yaygınlaşıyor. En sık 2-5 yaş aralığında çok sık görülen ve okul çağındaki çocukları tehdit eden geniz eti büyümesi tedavi edilmediğinde uyku apnesi gibi yaşam kaybına neden olabilen hastalığa da yol açabiliyor” diyor. Anne-babalara, çocuklarını dikkatli gözlemlemeleri önerisinde bulunan KBB Uzmanı Prof. Dr. Ertugay, hastalığın belirtilerini ve tehlikelerini anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu. Son yıllarda çocuklarda geniz eti büyümesi hızla yaygınlaşıyor. Özellikle 2-5 yaşları arasında çok sık görülen ve okul çağındaki çocukları tehdit eden hastalık, yalnızca burun tıkanıklığıyla sınırlı kalmayıp, uyku kalitesinden yüz gelişimine dek pek çok soruna yol açıyor. Acıbadem Kozyatağı Hastanesi Kulak, Burun ve Boğaz (KBB) Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Çiğdem Kalaycık Ertugay “Geniz eti, burun boşluğunun arkasında yer alan ve üzüm salkımına benzeyen bir lenfoid dokudur. Sağlığımız açısından önemli görevler üstlenen geniz eti; vücuda giren bakterileri, virüsleri ve alerjenleri tanır ve onlarla savaşmaya yardımcı olan antikorları üretir. Buna karşın geniz eti büyüdüğünde birçok ciddi soruna yol açabilir. Ancak erken tanı ve uygun tedaviyle çocukların hem solunum hem de genel yaşam kalitelerini önemli ölçüde iyileştirmek mümkündür. Bu nedenle toplumsal farkındalık büyük önem taşımaktadır” diyor. Bu belirtilerle kendini gösteriyor Çocuklarda geniz eti böyümesinin çoğu zaman sinsi şekilde ilerlediğini belirten Prof. Dr. Ertugay şöyle konuşuyor: “Geniz eti büyümesi olan çocuklar genellikle burundan nefes almakta zorlanır. Bu nedenle ağızdan nefes alma alışkanlığı geliştirirler. Özellikle gece uykularında horlama, huzursuz uyuma, terleme ve sabah yorgun uyanma gibi belirtiler sıkça görülür. Aileler çoğu zaman bu durumu ‘çocuk uykuda çok hareketli’ diyerek geçiştiriyor ancak bu tablo aslında geniz etinin nefes yolunu daraltmasının bir sonucudur.” Tekrarlayan kulak enfeksiyonlarına yol açıyor Geniz etinin burnun arkasındaki bölgeye yerleştiği için, östaki borusunu tıkayabildiğini, bunun da sık sık orta kulak enfeksiyonuna ve işitme problemlerine yol açtığını söyleyen Prof. Dr. Çiğdem Kalaycık Ertugay sözlerine şöyle devam ediyor: “Çocuğun televizyonu yakından izlemesi, sık sık ‘ne dedin?’ diye sorması veya derslerde dalgın görünmesi, öğrenme sorunları yaşaması ve okul başarısının düşmesi aslında işitme azlığının bir göstergesi olabilir. Bu belirtiler fark edildiğinde mutlaka kulak, burun ve boğaz muayenesi yapılmalıdır.” Yüz gelişimleri olumsuz etkileniyor Burundan nefes alamayan çocukların yüz gelişiminin de zamanla etkilenebildiğini, sürekli ağızdan nefes almanın, yüz kemiklerinde uzun ve dar bir görünüm oluşturabildiğini belirten Prof. Dr. Ertugay “Bu da hem estetik hem de fonksiyonel sorunlara yol açabilir. Yüz şekli bozulur (adenoid yüz) ve çocuğun psikolojinin de olumsuz etkilenmesine neden olur. Üstelik hipertansiyondan kalp problemlerine, insülin direncinden gelişme geriliğine ve uyku apnesi gibi bir başka tehlikeli hastalığa zemin hazırlayabilir. Bu nedenle en büyük görev öncelikle anne-babalara düşmektedir. Çocuklarını dikkatle gözlemleyerek, erken tanı ve uygun tedavi sayesinde sağlıklı gelişimlerini sağlayabilirler” diyor.

Göz Sağlığında Salgın: Diyabet Haber

Göz Sağlığında Salgın: Diyabet

Dünya genelinde diyabetli bireylerin sayısı hızla artarken, bu hastalığın göz sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri de giderek büyüyor. Dünyagöz Etiler Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Fevzi Akkan, 14 Kasım Dünya Diyabet Günü kapsamında yaptığı açıklamada, diyabetin gözde oluşturduğu kalıcı hasarlara karşı erken tanı ve düzenli göz muayenelerinin hayati önem taşıdığını vurguladı. Uluslararası Diyabet Federasyonu (IDF) verilerine göre, dünya genelinde 2025 itibarıyla 828 milyon yetişkin diyabetle yaşıyor. Bu rakamın 2050 yılına kadar 1,3 milyara ulaşması bekleniyor. Her 10 yetişkinden biri diyabetli olmasına rağmen, bu kişilerin önemli bir kısmı hastalığının farkında değil veya yeterli tedavi alamıyor. Diyabetin, kanda glikoz oranının yükselmesiyle ortaya çıkan ciddi bir metabolik hastalık olduğunu vurgulayan Dünyagöz Etiler Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Op. Dr. Fevzi Akkan, “Yüksek şeker düzeyi retina damarlarında bozulmaya yol açarak görme kaybına neden olur. Bu nedenle diyabet hastalarının göz muayenelerini düzenli aralıklarla yaptırmaları büyük önem taşır,” dedi. Erken Tanı Görmeyi Kurtarabilir Diyabetin, gözün ağ tabakasında kanamalara ve sarı noktada ödem oluşumuna yol açabileceğini belirten Op. Dr. Fevzi Akkan, bu durumların zamanında fark edilmemesi halinde kalıcı görme kaybı yaşanabileceğini söyledi. “Erken teşhis edilen vakalarda görme kaybını önlemek mümkündür. Ancak birçok hasta, gözde ciddi hasar oluşana kadar muayeneye gitmiyor. Bu da geri dönüşü olmayan sonuçlara neden oluyor,” diye konuştu. Hastalığın Hızını Yavaşlatmak Mümkün Araştırmalara göre Türkiye’de diyabet hastalarının yüzde 82’si bu hastalık nedeniyle günlük yaşamında zorlanıyor, tamamı ise hastalığın ruhsal durumlarını olumsuz etkilediğini belirtiyor. Op. Dr. Fevzi Akkan, hastalığın ilerlemesini yavaşlatmak için alınabilecek önlemleri şu şekilde sıraladı: Hareketli bir yaşam tarzı benimseyin.Kan şekeri dengesini koruyun, açlık-tokluk farklarını azaltın.İşlenmiş gıdalardan uzak durun.Erken evrede teşhis edilen hastalarda, sarı nokta ödemine yönelik göz içi ilaç enjeksiyonları ve kanamalı damarlarda lazer tedavisi ile görme uzun süre korunabilir. Düzenli Kontroller Hayati Önem Taşıyor Diyabetik retinopatinin, 50 yaş altındaki bireylerde körlüğe yol açan en yaygın neden olduğunu hatırlatan Op. Dr. Fevzi Akkan, hastaların özellikle diyabetin 5’inci yılından itibaren yılda en az bir kez göz muayenesi yaptırmaları gerektiğini söyledi. Hastalığı teşhis edilen bireylerde ise 3 ila 4 ayda bir düzenli muayenenin şart olduğunu vurguladı. Göz Sağlığını Korumak Elinizde Diyabetin gözde en sık neden olduğu hastalık olan diyabetik retinopatinin, görme oranında yüzde 90’a varan kayıplara yol açabileceğini belirten Op. Dr. Fevzi Akkan, şu uyarılarda bulundu: “Diyabet, retinadaki kılcal damarların yapısını bozarak hücre kaybına, damar geçirgenliğinin artmasına ve sarı noktada sıvı birikimine neden olur. Zamanla retinada yeni damarlar oluşur, bu damarlar kanayabilir ve göz içinde zar oluşumuna yol açabilir. Sonuç olarak ciddi görme kayıpları ve ağrılı göz tansiyonu artışları meydana gelir.” Göz Muayenesini İhmal Etmeyin Op. Dr. Fevzi Akkan, diyabetin tamamen ortadan kaldırılmasının mümkün olmadığını, ancak düzenli takip ve uygun tedaviyle gözdeki olumsuz etkilerin yavaşlatılabileceğini belirterek sözlerini şöyle tamamladı: “Diyabet hastaları, görme yetilerini korumak istiyorlarsa yılda en az bir kez göz muayenesi olmalı. Unutmayın, erken tanı hayat kurtarır, göz sağlığınızı korur.”

Mamografi, MR’dan Bir Adım Önde Haber

Mamografi, MR’dan Bir Adım Önde

Özellikle meme kanserinde erken tanı ile başarı oranının neredeyse yüzde yüze ulaştığını dile getiren Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Radyoloji Uzmanı Doç. Dr. Özgür Sarıca, “Tümör küçükken yakalanan bir meme kanserinde 100 hastadan 95’i 20 yıldan uzun süre yaşayabiliyor. Bu hastalarda çoğu zaman meme korunuyor, kemoterapiye gerek kalmayabiliyor. Tam da bu nedenle düzenli taramaları aksatmamak çok kıymetli. Özellikle mamografi, MR’ın gösteremediği mikrokalsifikasyonları saptayabildiği için erken tanıda vazgeçilmez” dedi. Mamografi, tümör oluşmadan önce süt kanallarında biriken ve MR’ın göremediği çok küçük kireçlenmeleri ortaya çıkarır. Bu sayede kanser henüz başlamadan tespit edilebilir. Bu nedenle MR’ın, mamografinin yerini alamayacağını dile getiren Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Radyoloji Uzmanı Doç. Dr. Özgür Sarıca, “Meme kanseri taramasında kullanılan ultrason, mamografi ve MR yöntemleri farklı avantajlar sunar. Bu üç yöntem farklı bulguları ortaya koyduğu için birlikte kullanıldığında kanseri tespit etme olasılığı belirgin şekilde artar. Örneğin ultrason tek başına kullanıldığında dört-beş kanserden biri gözden kaçabilir. Ultrason ve mamografi birlikte uygulandığında ise saptama oranı yüzde 80–85’e ulaşır. Aynı yıl içinde bu taramalara MR da eklenirse aynı oran 95’e kadar çıkar. Bu üç yöntemin bir arada kullanılması, en güvenilir sonucu elde etmemizi sağlar” şeklinde konuştu. Yoğun meme dokusu varsa mamografi yeterli değil Taramada hangi yöntemin, hangi sıklıkta uygulanacağının; yaşa, meme yapısına ve kişisel risk faktörlerine göre değiştiğini vurgulayan Sarıca, “Örneğin genel olarak 40 yaşından itibaren her kadının yılda bir kez mamografi yaptırması önerilir. Yüksek risk grubundaki kadınlarda buna ek olarak MR tercih edilirken, yoğun meme dokusu olanlarda kontrastlı mamografi veya tomosentez kullanılabilir. Tomosentez, klasik mamografiden farklı olarak memeyi farklı açılardan çok sayıda ince kesit halinde görüntüler; bu kesitler daha sonra bilgisayar tarafından üç boyutlu bir görüntüye dönüştürülür. Bu sayede, yoğun meme dokusunun oluşturduğu üst üste binen görüntüler ayrıştırılır ve dokuların arasında ‘saklanan’ küçük lezyonlar veya kitleler tek tek seçilebilir hale gelir” dedi. Mamografiyle ilgili yaygın korkular gerçeği yansıtmıyor Mamografi konusunda toplumda hâlâ yanlış bilinen bazı noktalar olduğunu belirten Sarıca, “Meme implantı olan kadınlar da güvenle mamografi yaptırabilir; implantın patlama riski yoktur, olası hasar genellikle zamanla silikon sızıntısı şeklinde gelişir. Radyasyonla ilgili endişeler ise artık geçerliliğini yitirmiştir. Modern dijital mamografilerdeki radyasyon miktarı oldukça düşüktür” dedi. Dijital mamografi daha az radyasyon demek Klasik mamografinin geliştirilmiş ve bilgisayar destekli bir versiyonu olan dijital mamografide, görüntülerin film yerine dijital ortamda elde edilmesinin hem tanı doğruluğunu hem de hasta konforunu artırdığına değinen Sarıca, “Dijital mamografi daha az radyasyon içeriyor, görüntü kalitesi daha yüksek ve çekim süresi çok daha kısa. En önemli farklardan biri ise dijital arşivleme imkânı. Mamografide, önceki yılın görüntüsüyle yenisini yan yana karşılaştırmak büyük önem taşıyor çünkü en küçük değişiklik bile erken evre bir kanserin habercisi olabilir. Dijital sistemler de bu karşılaştırmayı çok daha kolay ve güvenilir hale getiriyor” dedi. Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

Çocuğunuzda Bu Belirtileri İyi Gözlemleyin! Haber

Çocuğunuzda Bu Belirtileri İyi Gözlemleyin!

Dünya genelinde çocuk kanserleri arasında ilk sırada yer alan lösemi, son yıllarda giderek yaygınlaşıyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Teknolojiyle iç içe, hızlı tüketimin merkezde olduğu modern yaşam, çocuk sağlığını sessiz ama güçlü biçimde tehdit ediyor. Artan hava kirliliği, hazır gıdalar, kimyasal içerikli oyuncaklar ve ekran karşısında geçirilen uzun saatler, çocukluk çağı lösemilerinin görülme oranının son yıllarda artmasına neden oluyor. Acıbadem Altunizade Hastanesi Çocuk Hematoloji ve Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Cengiz Canpolat bu durumun sadece genetik değil, çevresel faktörlerle de yakından ilişkisi olduğunu belirterek “Özellikle içinde bulundouğumuz modern çağda çevresel faktörlerin çok daha etkili olduğunu görüyoruz. Pestisit içeren gıdalar, hava kirliliği, plastik kullanımındaki artış ve elektromanyetik alanlar derken çocukların bağışıklık sistemi zayıflıyor. Ailelerin bu konuda bilinçli olması, erken farkındalık açısından kritik rol oynuyor” diyor. Sinsice ilerliyor, erken tanı büyük önem taşıyor Löseminin sinsice ilerleyen bir hastalık olduğu için belirtilerinin de genellikle yorgunluk, solunum yolu enfeksiyonları ya da kansızlık gibi durumlarla karıştırılabildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Cengiz Canpolat sözlerine şöyle devam ediyor: “Oysa erken tanı, sadece yaşam süresini değil, tedavinin başarısını da kökten etkiliyor. Erken fark edilen her gün, çocuğun bağışıklık sisteminde önemli kazanımlar sağlıyor. Hastalığın ilk evrelerinde tespit edilmesi durumunda çocukların büyük bölümü tamamen sağlığına kavuşabiliyor. Ancak tanı geciktikçe kanserli hücreler çoğaldığından dolayı tedavi süreci uzuyor, ilaç dozları artıyor ve küçük bedenlerinin yükü ağırlaşıyor. Bu nedenle ailelerin en küçük şüphede bile vakit kaybetmeden uzmana danışmaları gerekiyor.” Tedavide kişiye özel yaklaşımlar öne çıkıyor Çocukluk çağı kanserleri içerisinde yüzde 30 ile en sık görüleni lösemi. Bilim dünyası çocukluk çağı lösemisinin tedavisinde son yıllarda büyük bir dönüm noktasına ulaştı. Günümüzde artık sadece kanser hücrelerini yok etmek değil, sağlıklı hücreleri koruyarak yaşam kalitesini yükseltmenin hedeflendiğini vurgulayan Prof. Dr. Cengiz Canpolat şöyle konuşuyor: “Geçmişte lösemi tedavisinde kullanılan kemoterapiler, vücuttaki tüm hızlı bölünen hücreleri etkilerdi. Günümüzde ise hedefe yönelik ilaçlarla sadece lösemi hücrelerine yöneliyoruz. Bu sayede saç dökülmesi, mide bulantısı gibi yan etkiler daha az görülüyor ve çocuklar tedavi sürecini çok daha iyi tolere ediyor.” Lösemide bu belirtileri ihmal etmeyin! Prof. Dr. Cengiz Canpolat, löseminin üç öncü belirtisini sıralayarak, anne babalara bu belirtileri kesinlikle dikkate almalarını vurguluyor. İşte o belirtiler; Sebepsiz morluklar Çocuğun cildinde bir çarpma sonucu değil, sebepsiz yere oluşan morluklar erken tanıda çok büyük önem taşıyor. Anne babalar genellikle ‘çocuk bu, sürekli düşüyor’ diyerek bacakların özellikle üst kısımlarında oluşan morlukları geçiştirmemeli. Eğer morluklar sık tekrarlıyor, geç iyileşiyor ya da farklı bölgelerde nedeni belirsiz şekilde ortaya çıkıyorsa mutlaka bir hekim tarafından değerlendirilmesi gerekiyor. Burun ve diş eti kanamaları Çocuklarda ara sıra burun veya diş eti kanaması normal olsa da, bu durum sıklaştığında önemli bir sinyal olabilir. Özellikle kendiliğinden başlayan, uzun süren ya da tekrarlayan burun kanamaları ve fırçalama sırasında kolayca kanayan diş etleri, kanın pıhtılaşma mekanizmasında bir sorun olduğuna işaret edebilir. Bu nedenle bu belirtileri hafife almamak, dikkatle izlemek ve zaman kaybetmeden doktora başvurmak gerekir. Sık tekrarlayan ateş ve enfeksiyonlar Bağışıklık sistemi zayıfladığı için çocuk sık sık ateşlenir, basit bir soğuk algınlığı uzun sürer veya tekrarlayan boğaz iltihapları görülür. Bu durum, vücudun savunma mekanizmasının lösemi hücreleri tarafından baskılandığını gösterebilir. Özellikle sonbahar ve kış aylarında çocuklarda solunum yolu enfeksiyonları yaygınlaştığı için, aileler bu duruma karşı uyanık olmalı, sık tekrarlayan ateş, enfeksiyon ve kol-bacak ağrıları olması durumunda çocuk onkoloji uzmanına başvurmalıdır. Lenf bezlerinde büyüme Çocukların enfeksiyon sırasında özellikle boyun, koltuk altı ya da kasık bölgesinde lenf bezlerinin büyüyebilir. Ancak tedavi süresi sona erdiğinde lenf bezlerinde hala bir küçülme olmamışsa hatta daha da büyümüşse, üzerine dokununca hassasiyet olmuyorsa ve lenf bezi büyümesine yüksek ateş eşlik ediyorsa mutlaka Çocuk Hematoloji ve Onkoloji bölümüne başvurulmalıdır. Bitmeyen halsizlik ve yorgunluk Eskiden enerjik olan bir çocuğun oyunlara ilgisini kaybetmesi, sık sık dinlenmek istemesi ve yüzünde belirgin bir solgunluk oluşması, kansızlıktan çok daha fazlasını işaret edebilir. Lösemi, kemik iliğindeki sağlıklı hücrelerin yerini kanserli hücrelerin almasıyla oksijen taşıma kapasitesini azaltır. Çocuğunuzun günlük yaşamda hareketlilik seviyesini, uyku düzenini iyi takip ederek geçmeyen halsizlik, yorgunluk ve uykuya dalma güçlüğü durumunda doktora başvurun. Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

Kemik Erimesi Fark Edilmeden İlerleyebilir! Haber

Kemik Erimesi Fark Edilmeden İlerleyebilir!

“Sessiz seyreden bir hastalık” Op. Dr. Cüneyt Bozhan, osteoporozun kemik yoğunluğundaki aşırı düşüş sebebiyle kemiklerin kırılgan yapıya dönüşmesi olduğunu söyledi. Bozhan, “Süngerimsi kemik içerisindeki boşluklar artarak yoğunluğu azalmaktadır. Kemik yoğunluğunun azalmasına bağlı erken dönemde bir belirti olmaz. Osteoporoz arttıkça omurga içerisinde kırık oluşumuna bağlı çökme, boy kısalığı, kamburlaşma (kifoz) ve dengesiz duruş, kemiklerin küçük bir travmada ya da kendiliğinden kırılması oluşabilir. Osteoporozda kemik yapımı, kemik yıkımına yetişemediğinden kemik erime süreci başlar” dedi. “Risk faktörleri göz ardı edilmemeli” Osteoporoz risk faktörlerine dikkat çeken Bozhan, “Yetersiz kalsiyum, fosfor ve D vitamini alımı, ileri yaş, menopozda olmak, cinsiyet hormonlarındaki düşüklük, steroid ilaç kullanımı, sigara ve alkol kullanımı, hareketsiz yaşam tarzı sayılabilir” ifadelerini kullandı. Teşhisin konulmasında kemik yoğunluğunun ölçülmesi gerektiğini vurgulayan Bozhan, “En güvenilir yöntem DEXA’dır. Bu nedenle menopoz sonrası ve 50 yaş üstü erkekler hekime başvurarak kemik ölçümü yaptırmalıdır” diye konuştu. “Tedaviyle kemik kaybı kontrol altına alınabilir” Tedavi sürecine de değinen Bozhan, “Hastanın hekim tarafından etraflıca değerlendirilmesi, DEXA ölçümünde düşüklük tespit edildiğinde tedavi olarak vitamin ve mineral destekleri, sağlıklı beslenme planı oluşturulması gerekmektedir. En yaygın osteoporoz ilaçları bifosfonatlardır. Tedavi için diğer seçenek monoklonal antikor ilaçlardır. Hormon ilişkili terapiler de tedavide kullanılır. Özellikle menopoz sonrası östrojen destekleri kadın doğum uzmanına danışılarak kullanılabilir” dedi. “Erken tanı hayat kalitesini koruyor” Yaş ortalamasının erkeklerde 75, kadınlarda 80 olduğunu hatırlatan Bozhan, “Ülkemizde osteoporoz karşımıza daha çok çıkmaktadır. Bu nedenle hekime özellikle 40 yaş sonrası kadınlar ve 50 yaş üstü erkekler DEXA ölçümü için başvurmalıdır” diyerek sözlerini tamamladı. Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

Beslenme, Güneş ve Hareket: Osteoporozdan Korunmanın Altın Üçlüsü Haber

Beslenme, Güneş ve Hareket: Osteoporozdan Korunmanın Altın Üçlüsü

Osteoporoz, yani halk arasında bilinen adıyla kemik erimesi, dünya genelinde milyonlarca kişiyi etkileyen, ancak çoğu zaman geç fark edilen sinsi bir hastalık olarak öne çıkıyor. Uzmanlar, erken tanı ve doğru yaşam alışkanlıklarının hastalığın ilerlemesini önlemede kritik rol oynadığını belirtiyor. Osteoporoz Sessiz İlerleyen Bir Tehdit Kemik yoğunluğunun azalmasıyla ortaya çıkan osteoporoz, ilk etapta belirti vermeden ilerleyebiliyor. Ancak hastalık devam ettikçe kalça, omurga ve el bileği kırıkları gibi ciddi komplikasyonlara yol açabiliyor. Bu kırıklar, özellikle ileri yaşlardaki bireylerde yaşam kalitesini düşürmekle kalmıyor, aynı zamanda ömür süresini de kısaltabiliyor. “Osteoporoz masum bir hastalık değildir; ilerlediğinde kişinin bağımsız hareket kabiliyetini kaybetmesine yol açabilir” diyen Dr. Öğr. Üyesi Evren Kul Panza, hastalığın sessiz ilerlediğine dikkat çekiyor. Kadınlarda Menopoz Dönemi Kritik Risk Faktörü Osteoporoz hem kadınlarda hem erkeklerde görülebilse de menopoz sonrası dönemde östrojen hormonunun azalması nedeniyle kadınlarda daha sık ortaya çıkıyor. Dr. Panza, “Menopozdan sonra ilk iki yıl içinde kemik kaybı çok hızlı gerçekleşir. Bu dönemde düzenli tarama ve gerekli tedaviye başlamak çok önemlidir” açıklamasında bulunuyor. Erkeklerde ise ileri yaş, aşırı sigara kullanımı ve hormon bozuklukları önemli risk faktörleri arasında yer alıyor. Tanıda DEXA Testi ve Uzman Değerlendirmesi Şart Osteoporozun tanısında DEXA (kemik mineral yoğunluğu ölçümü) testi temel yöntem olarak kullanılıyor. Ancak ileri yaş grubunda görülen kireçlenme gibi durumlar, bu testin sonuçlarını etkileyebiliyor. “DEXA ölçümü tek başına yeterli değildir, fizik tedavi ve radyolojik değerlendirmelerle birlikte yapılmalıdır” diyen Dr. Panza, doğru tanının tedavi başarısındaki önemini vurguluyor. Spor, Kemiklerin En Güçlü Dostu Kemik kütlesi, insan yaşamında en yüksek seviyesine 30’lu yaşlarda ulaşıyor. Bu dönemde yapılan düzenli fiziksel aktiviteler, ilerleyen yıllar için adeta bir kemik sağlığı yatırımı anlamına geliyor. “Genç yaşta yapılan düzenli egzersiz, ilerleyen yıllarda kemik erimesine karşı güçlü bir kalkan oluşturur” diyen Dr. Panza, yürüyüş, dans ve step gibi aktivitelerin kemik yapımını desteklediğini belirtiyor. Ayrıca ileri yaşta bile düzenli yürüyüşün kemik yoğunluğunu artırdığı ve kırık riskini azalttığı bilimsel olarak kanıtlanmış durumda. Kalsiyum, D Vitamini ve Güneş Işığı Hayati Rol Oynuyor Kemik sağlığını korumak için kalsiyum ve D vitamini alımı son derece önemli. Günlük beslenmede süt, yoğurt, peynir, badem, yeşil yapraklı sebzeler ve balık gibi besinlerin yer alması gerekiyor. Dr. Panza, “Güneş ışığı, D vitamini sentezi için en doğal kaynaktır. Günün erken saatlerinde 15–20 dakikalık güneşlenme bile kemik sağlığını destekler” ifadelerini kullanıyor. Ayrıca sigara ve alkol kullanımının kemik yoğunluğunu azalttığı, aşırı kafein tüketiminin ise kalsiyum emilimini olumsuz etkilediği biliniyor. Osteoporozda Erken Tanı Hayat Kurtarır Erken tanı sayesinde, osteoporozun ilerlemesi önlenebilir ve kemik kırıkları engellenebilir. Dr. Öğr. Üyesi Evren Kul Panza, “Düzenli kemik ölçümü yaptırmak, sağlıklı bir yaşamın anahtarıdır. Özellikle menopoz sonrası kadınlar ve 50 yaş üzeri bireyler tarama programlarına dahil olmalıdır” uyarısında bulunuyor. Osteoporozun yalnızca ileri yaş hastalığı olmadığına dikkat çeken Dr. Panza, genç yaşta edinilen doğru alışkanlıkların kemik sağlığını uzun vadede koruduğunu da vurguluyor. Geleceğe Sağlam Adımlar İçin Farkındalık Şart Osteoporoz, önlenebilir bir hastalık olmasına rağmen farkındalık eksikliği nedeniyle birçok kişi geç tanı alıyor. Çakmak Erdem Hastanesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Evren Kul Panza, “Her birey, kemik sağlığını korumak için erken yaşlardan itibaren düzenli egzersiz yapmalı, dengeli beslenmeli ve gerekli tetkiklerini aksatmamalıdır. Sağlam kemikler, sağlıklı bir geleceğin temelidir” diyerek sözlerini tamamladı. Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

Ünlü Şarkıcı Hande Yener Meme Kanserini Nasıl Yendiğini Anlattı Haber

Ünlü Şarkıcı Hande Yener Meme Kanserini Nasıl Yendiğini Anlattı

Pembe İzler Kadın Kanserleri Derneği’nin desteğiyle gerçekleştirilen “Meme Kanserine Karşı Her Raunda Hazırız” etkinliğine katılan Acıbadem Üniversitesi Senoloji Enstitüsü Başkanı ve Acıbadem Maslak Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Cihan Uras, Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Sönmez, Radyoloji Uzmanı Prof. Dr. Gül Esen İçten ve Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Prof. Dr. Nuran Beşe de tanı ve tedavide en yeni gelişmeleri paylaştılar, katılımcılardan gelen soruları yanıtladılar… Dünya genelinde her 8 kadından biri yaşamı boyunca meme kanserine yakalanma riski taşıyor. Erken evrede tanı alan her 10 kadından 9’u ise meme kanserinden tamamen kurtuluyor. Kadınların ayda bir kendi kendine yapacakları meme muayenesi erken tanıda kritik rol oynuyor. Bunun en önemli örneklerinden biri ünlü sanatçı Hande Yener oldu. 5 yıl önce kendi kendini elle muayene ederken memesinde kitle hissedip hemen doktora giden ve meme kanseri olduğunu öğrenen Hande Yener, o dönem ailesini ve sevenlerini üzmemek için kanser tedavisi gördüğünü kimseye anlatmamıştı. Prof. Dr. Cihan Uras’ın başarıyla gerçekleştirdiği ameliyat ile kanseri yenen Hande Yener, Acıbadem Maslak Hastanesi’nde Pembe İzler Kadın Kanserleri Derneği ve Acıbadem Üniversitesi Senoloji Enstitüsü desteğiyle gerçekleştirilen “Meme Kanserine Karşı Her Raunda Hazırız” etkinliğinde yaptığı konuşmada, “Kadınlara elle muayenenin ve erken teşhisin önemini anlatmak zorundayım” diyerek yaşadığı sancılı süreci tüm detaylarıyla, içtenlikle anlattı. Hande Yener: “Çok büyük şey yaşayıp, erken tanı sayesinde grip gibi atlattım” Meme kanserini, kendi kendine elle yaptığı muayene sırasında fark ettiğini, erken tanı ve doğru ellerde doğru tedavi sayesinde hızlıca atlattığını dile getiren Hande Yener konuşmasında şu ifadelere yer verdi: “Erken tanı için kendi kendini elle muayene çok önemli. Açıkçası bu kadar büyük şey yaşayıp, grip atlatmışım gibi çıktım hastalıktan. Değerli hocalarımın sayesinde, çok ağır bir şey yaşayıp çok hafif atlattım. Duyduğumda çok büyük travma yaşadım. Ben kendimi çok seven bir kişiyim, bu nedenle kendi kontrolümü elimle kendime yapıp, kendim buldum. O süreçte pandemi süreciydi, herkes hastanelere gitmekten korkarken ben hastaneye koşa koşa geldim. Henüz Cihan hocamızla tanışmamıştım, klasik jinekolojik kontrolümden birinde doktoruma ‘ben mememde bir şey hissediyorum, bakabilir misiniz?’ dedim. ‘Paniklik bir şey yok, takip ederiz’ deyip eve yolladı. Ama ben bir şey hissediyordum, çünkü bir şey vardı ve 3 ayı zor geçirdim, koşa koşa tekrar doktora gittim. ‘Bir şey var’ dedim. Bana ‘mamografi çektirelim mi?’ dedi, ‘tabi ki’ dedim. Akşam 7’de gittim, çektirdim, laboratuvarın önünde bekliyorum, kimseler yok. Hocalardan birinin odasına girdim. Keşke girmeseydim! O sırada laboratuvardaki doktorun ‘felaket’ diye konuştuğunu duydum. Yığıldım, büyük bir kriz geçirdim, ağlıyorum. Arkadaşımı aradım, ‘Cihan hoca’yı bul’ dedi bana. Hocamız akşam 7’de rapor okumaya hastaneye gidiyormuş. Cihan hoca beni kabul etti, odasına girdiğim an aydınlandım ben. Huzurlu bakışı ve profesyonelliğiyle beni çok rahatlattı. ‘Yarın sabah parça alacağım ama o kadar kötü durumun yok’ dedi. Annemden, ablamdan, oğlumdan, ailemden bir sene sakladım. ‘Hatam neydi, neden böyle oldum’ diye düşündüm. Ertesi gün ameliyat oldum. Bütün ekip odaya girdiler ve hocam elimi tuttu, dedi ki ‘lenfler güzel, hiçbir problem yok, iki üç güne taburcu olabilirsin.’ Direnlerim 15 gün kaldı, evdekiler fark etmesin diye ceplerime sakladım. Sonra ‘bu senin ikinci şansın, işine gücüne git’ dedim kendi kendime. Altın Kelebek’te ödül almaya direnlerimle gittim, direnlerimi vatkalarımın içine soktum belli olmasın diye… Bu süreçte uzaya fırlatılıp geri geldim adeta. 6 ayda bir kontrol oluyorum. Şu an 4. yılımdayım. Emin ellerde, güvende olmak, harika bir doktorla bu süreci atlatmak benim için çok büyük bir şans.” Sağlığına çok özen gösterdiğini vurgulayan Yener “Hem yokmuş gibi, hem de işin ciddiyetinin farkında olarak adım adım ilerleyip, sağlığım için neler yapabilirim bunu sürekli takip ettiğim için, hala da öyleyim, spor yapıyorum, iyi besleniyorum, uykuma dikkat ediyorum, sebzeyle besleniyorum, bol su içiyorum ve sık sık hocamızı ziyaret ediyorum” diye konuştu. Prof. Dr. Cihan Uras: “Erken tanı ile meme kanserini tamamen yenmek mümkün” Acıbadem Üniversitesi Senoloji Enstitüsü Başkanı ve Acıbadem Maslak Hastanesi Genel Cerrahi Uzmanı Prof. Dr. Cihan Uras konuşmasında; meme kanserinde erken tanı sayesinde hastalıktan büyük oranda hatta tamamen kurtulmanın mümkün hale geldiğini belirterek “Tekrar vurgulamak isterim ki; erken tanı çok önemli. Erken tanı hayat kurtarır. Erken tanının sağlanması da tarama yöntemleri ve kadınlarımızın kendi kendilerini muayene ederek memelerini tanımalarından geçiyor” dedi. Günümüzde meme kanseri tedavisinde çok ciddi ilerlemeler kaydedildiğini belirten Prof. Dr. Uras sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu sayede çok ileri evredeki meme kanserli hastalarımızı iyi bir tedaviyle başlangıç noktasına döndürüp yeniden sağlıklı bir yaşama devam etmelerini sağlayabiliyoruz. Meme kanserlerinin biyolojik yapısını öğrendiğimizden beri her tümöre farklı yaklaşımlarımız var. Bunlar arasında standart kemoterapiler, antihormon tedavileri, immünoterapiler ve ‘akıllı ilaç’ olarak bilinen hedefe yönelik tedaviler var. Bu sayede kadınlarımızı çok daha etkili bir şekilde tedavi ederek sağlıklarına kavuşturabiliyoruz.” Prof. Dr. Özlem Sönmez: “Birkaç dakikalık bir kontrol, bir ömürlük fark yaratabilir” Erken tanının meme kanseriyle mücadelede yaşam süresini ve tedavi başarısını belirleyen en kritik faktör olduğunu söyleyen Acıbadem Maslak Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Özlem Sönmez, “Basit bir tarama, bir hayatın yönünü değiştirebilir. Modern tıpta artık geç kalmak istemeyen değil, erken davranan kadınlar kazanıyor. Çünkü birkaç dakikalık bir kontrol, bir ömürlük fark yaratabilir” dedi. Günümüzde ‘her hastaya aynı tedavi’ döneminin geride kaldığını vurgulayan Prof. Dr. Sönmez sözlerini şöyle sürdürdü: “Her hastaya, kendi biyolojisine uygun en etkili tedavi uygulanabiliyor. Bu yaklaşım tedavideki başarıyı artırırken, yaşam kalitesini koruyor. Bilim artık yalnızca hastalığı değil, hastayı merkeze alıyor. Çünkü her kadının kanseri farklı ve tedavisi de öyle olmalı. Meme kanseriyle mücadelede bilim artık bir devrim çağında. Yeni nesil hedefe yönelik tedaviler, immünoterapiler ve klinik araştırmalar sayesinde her geçen gün daha fazla kadına umut doğuyor. Her yeni keşif, bir sonraki raundun daha güçlü geçmesini sağlıyor.” Prof. Dr. Gül Esen İçten: “Mamografi zararlı değil!” Mamografik taramanın erken tanıda etkinliği kanıtlanmış bir yöntem olduğuna dikkat çeken Acıbadem Maslak Hastanesi Radyoloji Uzmanı Prof. Dr. Gül Esen İçten, “Mamografi ülkemizdeki tüm hastanelerde ve KETEM tarama merkezlerinde sunulan bir hizmet. Günümüzde sıklığı giderek artan meme kanserinin tanısında gecikmemek için 40 yaşın üzerindeki tüm kadınlar bu hizmetten yararlanmalı. Yanlış bilgilendirmeler nedeniyle kadınlarımız mamografi tetkikinden çekiniyor ve zararlı olduğunu düşünüyor. Mamografi çekimlerinde dikkat edilmesi gereken faktörler, cihaz kalitesi ve incelemeyi değerlendirecek olan radyoloğun tecrübesi” dedi. Buna karşın mamografinin tek başına tüm meme kanserlerini saptayamayacağını vurgulayan Prof. Dr. İçten sözlerine şöyle devam etti: “Özellikle meme dokusu yoğun olan kişilerde erken tanı, tümörün yayılımını değerlendirme ve tedavi sonrası için ek görüntüleme yöntemlerine ihtiyaç var. Erken tanıda risk bazlı yaklaşımlar gelecekte daha çok kullanılacak. Risk durumlarına göre kişiye özel planlanacak incelemeler daha fazla kadının en erken evrede tanı almasını sağlayacak.” Prof. Dr. Nuran Beşe: “Gereksiz Protez Ameliyatlarından Kaçınılmalı” Acıbadem Maslak Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Uzmanı Prof. Dr. Nuran Beşe, günümüzde tedavi sürelerinin kısaldığını belirterek “Radyoterapiyi çok özel bir durum olmadıkça 15-16 seansta tamamlıyoruz. Tedavilerde hastanın yaşam kalitesini koruyarak mümkün olduğunca en etkili, en minimal uygulamalara yöneliyoruz. Uygun hastalarda tüm meme yerine tümörün bulunduğu bölgeyi yani parsiyel meme ışınlaması uygulayarak kalp ve akciğerin aldığı dozları neredeyse sıfıra indiriyoruz ve radyoterapiyi 5 günde tamamlıyoruz” dedi. Hastaların gereksiz protez ameliyatlarından kaçınmaları gerektiğini de vurgulayan Prof. Dr. Beşe şöyle konuştu: “Gerçekten bir risk varsa -örneğin BRCA 1/2 pozitifliği gibi genetik bir faktör söz konusuysa ya da cerrah tarafından memenin takibi çok zorsa, memede farklı kadranlarda tümör varsa, özetle hekim bu işlemi mutlaka gerekli görüyorsa hastalığın olduğu memenin ya da her ikisinin boşaltılması gündeme gelebilir. Ancak işlem hastanın isteğiyle, ‘her iki meme boşaltılsın ve bu hastalıktan kurtulayım’ yanılsaması ile yapıldığında kozmetik sonuç ne kadar iyi olursa olsun kişi yapay iki meme taşıyor olur ve hiçbir zaman kendi memesi kadar konforlu olamaz. Eğer hastaya implant takıldıktan sonra radyoterapi uygulanması gerekirse bu durumda çok daha dikkatli olunmalı. İmplantı etkileme ve kozmetik sonucu bozma riski ile karşı karşıya oluruz. Bu nedenle hastalar bu kararı tamamen doktorlarına bıraksınlar ve mutlak gerekli ise yaptırsınlar. Sonuçta meme koruyucu cerrahi ve radyoterapi altın standart olarak kabul edilmektedir.” Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.