Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Estetik

Kapsül Haber Ajansı - Estetik haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Estetik haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Kalebodur'a Archiproducts Design Awards 2025'te Tasarım Ödülü Haber

Kalebodur'a Archiproducts Design Awards 2025'te Tasarım Ödülü

Kalebodur, tasarım ve teknolojiyi sürdürülebilirlikle bütünleştiren Mayfair serisiyle, global ölçekte yeniliği ve estetiği ödüllendiren Archiproducts Design Awards 2025’te ödüle layık görüldü. Kategori Pazarlama Direktörü Selin Çevik Ersayın, ödülle ilgili olarak şunları söyledi: “Bu ödül, Mayfair’in sadece bir ürün değil, bütüncül bir felsefe olduğunun kanıtıdır. V-Intech teknolojimizle, doğal malzemenin ruhunu porselenin her zerresine işleyerek, mimarlar için sınırları ortadan kaldıran çözümler sunuyoruz. Mayfair, estetik, fonksiyon ve sürdürülebilirliği tek bir potada eriten anlayışımızın en güzel örneğidir.” Tasarım, İşlev ve Sürdürülebilirlik Dengesi Mayfair, doğallık arayışına teknolojik bir cevap veren V-Intech teknolojisi sayesinde, doğal mermerin eşsiz estetiğini porselenin üstün dayanıklılığıyla kusursuzca birleştiriyor. Bu yenilikçi teknoloji, plakanın sadece yüzeyinde değil, gövdesi, kenarları ve kesitlerinde de devam eden damar yapısıyla sektörde bir ilke imza atıyor. Bu sayede Mayfair, tezgah ve mobilya gibi uygulamalarda kesintisiz, akıcı ve bütüncül bir görünüm sunarak, mimariyle tam anlamıyla bütünleşen yüzeyler yaratıyor. Estetiğin Dayanıklılıkla Buluşması Mayfair serisi, "sessiz lüks" anlayışını yansıtan mat yüzeyi ve küllü, taş ve toprak tonlarındaki renk paletiyle mekanlara zamansız bir zarafet ve dinginlik katıyor. Estetik üstünlüğünün yanı sıra, aşınma, leke, çizilme ve ısıya karşı yüksek direnç gösteren porselen yapısı, yoğun kullanılan alanlar için uzun ömürlü ve düşük bakım gerektiren sürdürülebilir bir çözüm sunuyor. 120x280 ve 160x320 ebatlarında; 6, 12 ve 20 mm kalınlık seçenekleriyle sunulan Mayfair, mobilya ve tezgah gibi alanlarda esnek, pratik ve hijyenik bir kullanım imkanı sağlıyor. Sektörde Bir İlk: V-Intech Teknolojisi Mayfair’i rakiplerinden ayıran en temel özellik, Kalebodur’un devrim niteliğindeki V-Intech teknolojisidir. Geleneksel porselen plaka üretiminde doğal desenler yalnızca yüzeyde yer alır. Bu nedenle plaka kesitlerinde desen devam etmez ve alttaki tek renk gövde görünür hale gelir. Özellikle tezgâh ve mobilya gibi detay işçiliği gerektiren uygulamalarda bu durum, malzemenin doğal mermer etkisini ve bütünsel estetik algısını zayıflatır. V-Intech teknolojisi ise bu standardın dışına çıkarak sektöre inovatif bir yaklaşım getiriyor. Porselen plakaya “gövde-içi damar yapısı” kazandıran bu teknoloji sayesinde, damarlar plakanın yüzeyiyle birlikte gövdesinde ve kesitlerinde de devamlılık sağlıyor. Böylece porselen plaka, “doğal görünme” iddiasını bir adım öteye taşıyarak, tıpkı gerçek bir mermer bloğu gibi “doğal davranma” yeteneği kazanır. Bu eşsiz bütünlük, malzemeye daha önce görülmemiş bir gerçekçilik kazandırırken, tasarımcılara ve mimarlara da eşsiz bir yaratım özgürlüğü sunar. Çok Boyutlu Sorumluluk Anlayışı Enerji verimli üretim süreçleri ve geri dönüştürülebilir yapısı, çevresel etkiyi en aza indirir. Doğayla yeniden bağ kurma hissi yaratan Mayfair, mekanlarda huzur ve dengeyi teşvik ederken, kadın istihdamını destekleyerek sosyal sürdürülebilirliğe katkı sunar. Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

Yapı Kredi bomontiada "Adlandırılamayan" Sergisine Ev Sahipliği Yapıyor Haber

Yapı Kredi bomontiada "Adlandırılamayan" Sergisine Ev Sahipliği Yapıyor

Yapı Kredi bomontiada 21 Kasım’dan itibaren, imgelerin “Adlandırılamayan” yanlarına ilgi duyan ve silinip geçmekte olan zamana maruz kalarak bu zamanın izlerini zihinde yeniden oluşturan Ahu Akgün, Dilara Göl, Dilara Pak, Ece Erbil, Ilgaz Gürün, Onur Kılıç, Özge Akdeniz, Reyhan Mente, Yusuf Günler ve Yusuf Murat Şen’in işlerini merkezine alan "Adlandırılamayan" sergisine ev sahipliği yapıyor. Sergide yer alan eserlerinin yüzeyindeki imgeleri kazıyarak görünür hale getiren sanatçılar, ortaya çıkan işleri bir anın geçici tanıklığı ya da o ana dair bir tasayı temsil edecek şekilde ele alırken izleyiciyi de imgelerin zamanla olan ilişkisini ve belirsizliğin estetik potansiyelini keşfetmeye yönlendiriyor. Yazar, akademisyen ve küratör Emre Zeytinoğlu sergiyi şöyle tanımlıyor: “…Adı ‘Adlandırılamayan’ olan bir sergi, doğallıkla içinde bir çelişki barındırıyor; bu da karşımıza başka bir soru çıkartıyor: ‘Adlandırılamayan’, bu serginin adı mıdır, yoksa o sergi kendi adını yadsımakta ve ondan kurtulmak mı istemektedir? Sergi, kendi adını yadsımakla, o ada geri dönmek zorunluluğunu her an yeniden ve yeniden yaşamakta ve bu döngüden kurtulamayacağını çok iyi bilmektedir: Karşıtlıkların aşılamayacağını her defasında yeniden deneyimlemektir ki izlenen her şeye biçim veren de o ‘aşılamamazlık’ hâlidir.” Üretim sürecine uzaktan da olsa dahil olunabilecek bir alan yaratarak, sanatçıların süreç boyunca üretimlerini paylaşmalarına imkân tanıyan kolektif bir düşünme ve üretme alanı oluşturmayı hedefleyen Project À, tek seferlik bir etkinlikten ziyade sürekliliği olan, farklı temalarla yeni işler ve alt projeler üreten bir yapıya dönüşme hedefiyle yola çıkıyor. "Adlandırılamayan" sergisi, 21- 30 Kasım tarihleri arasında Yapı Kredi bomontiada GALERİ’de her gün 11.00-20.00 saatleri arasında ziyaret edilebilir.

Varise Karşı 8 Etkili Önlem! Haber

Varise Karşı 8 Etkili Önlem!

Acıbadem Kadıköy (Dr. Şinasi Can) Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Dr. Ayça Özgen, bu dönemin, varis hastalığının da tedavisinde en uygun zaman dilimi olduğunu belirterek “Çünkü sıcak havaların etkisinin azalması, hem tedavi sürecinin konforunu hem de iyileşme hızını olumlu yönde etkiliyor” diyor. Ülkemizde ve dünya genelinde kadınlarda 4 kat daha fazla varis hastalığı görüldüğünü ve son yıllarda sorunun hızla yaygınlaştığını vurgulayan Dr. Özgen, varise karşı etkili önlemleri anlattı, tedaviye yönelik önemli uyarılar ve önerilerde bulundu. Bacak toplardamarlarındaki kapakçıkların görevini yerine getirememesi sonucu damar yapısının bozulup genişlemesiyle oluşan varis hastalığı, hem ağrıya yol açması hem de estetik açıdan rahatsız edici görünümü nedeniyle tıbbi ve kozmetik bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Acıbadem Kadıköy (Dr. Şinasi Can) Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Dr. Ayça Özgen “Varis toplardamarlarda oluşan ciddi bir fonksiyon bozukluğudur. Bacaklarda damarlarda belirginleşme, ağrı, şişlik, yanma, kaşıntı ve gece krampları gibi belirtilerle kendini gösterir. Tedavisi geciktirildiğinde damar yapısındaki bozulma ilerleyerek bacaklarda geri dönüşü olmayan ödem, ciltte renk değişikliği ve venöz ülser olarak bilinen lezyonlar meydana gelebilir. Bu nedenle erken dönemde teşhis ve tedavi çok önemlidir” diyor. Sonbahar ve kış ayları tedavide avantaj sağlıyor Özellikle sonbahar ve kış dönemlerinin varis tedavisi açısından son derece ideal olduğunu vurgulayan Dr. Özgen, şöyle konuşuyor: “Sonbahar ve kış ayları hem hastaların yaşam konforunu bozmadan tedavi yapmamıza olanak tanıyor, hem de daha hızlı sonuç almamızı sağlıyor. Bu fırsatı değerlendirmek, sağlıklı ve estetik bacaklara giden ilk adımdır. Lazer, köpük (skleroterapi) ve radyofrekans gibi modern varis tedavi yöntemleri sonrası bir süre varis çorabı kullanılması gerekir. Ayrıca varis işlemleri sonrası hastanın cilt yapısına da bağlı olarak ciltte iyileşme süresini de unutmamak gerekir. Soğuk havalarda bu süreç, hem daha konforlu geçer hem de damarlar sıcağa göre daha hızlı toparlanır. Ayrıca güneş ışığının azaldığı bu mevsimlerde ciltte leke riski de minimuma iner.” Bu belirtiler varsa… KVC Uzmanı Dr. Ayça Özgen, bacaklarında görünür damarlar, dolgunluk hissi veya ağrı gibi belirtileri olan kişilerin zaman kaybetmeden bir kalp ve damar cerrahisi uzmanına başvurmaları gerektiğini belirterek, varisin sadece görsel bir sorun olarak görülmesinin büyük bir hata olduğunu, tedavi edilmediğinde ciltte renk değişiklikleri, yaralar ve hatta pıhtı oluşumu gibi ciddi komplikasyonlar gelişebildiğini vurguluyor. Varise karşı 8 etkili önlem! Varisin genetik yatkınlıktan kaynaklansa da günlük yaşam alışkanlıklarımızın da bu sorunu belirgin şekilde tetikleyebildiğini vurgulayan Dr. Özgen, kaçınılması gereken hataları ve alınması gereken önlemleri şöyle sıralıyor; Uzun süre ayakta kalmayın Özellikle uzun süre sabit pozisyonda ayakta çalışmak bacak damarlarını sürekli basınç altında bırakır. Bu da varis riskini artırır. O nedenle uzun süre ayakta kalmamaya özen gösterin. Fırsat buldukça bacaklarınızı kalp seviyesinin üstüne kaldırarak dinlendirin. Hareketsizlikten kaçının Masa başında uzun süre, kesintisiz oturulduğunda bacak kasları yeterince çalışmaz, kan dolaşımı yavaşlar. Bu nedenle ara sıra mutlaka dolaşarak bacaklarınızı birkaç dakika hareket ettirin. Günlük yaşam alışkanlıklarınız arasına mutlaka düzenli yürüyüşü ekleyin. Bacak bacak üstüne atmayın Bu alışkanlık damarların sıkışmasına yol açar ve kan akışını zorlaştırır. Uzun süreli oturuşlarda bacak bacak üstüne atmaktan kaçının. İdeal kilonuza ulaşın Fazla kilo, bacak damarlarına ek yük bindirir ve kanın yukarı taşınmasını zorlaştırır. Bu nedenle fazla kilolarınızdan spor ve diyetle sağlıklı bir şekilde kurtularak, ideal kilonuza ulaşın. Su tüketimine dikkat edin Su tüketimi damar sağlığını doğrudan etkileyen unsurlardan biridir. Günde ortalama 1,5-2 litre su tüketmek varis hastalığından korunmada önemli bir rol oynar. Bu nedenle su tüketimine dikkat edin. Yüksek topuklu ayakkabıyı sık giymeyin Yüksek topuklu ayakkabılar sık kullanıldığında baldır kaslarının pompa etkisini azaltır, bu da kanın bacaklarda birikmesine neden olur. Hamam ve saunadan uzak durun Aşırı sıcak, damarların genişlemesine neden olarak varislerin belirginleşmesine yol açar. Bu nedenle aşırı sıcaklardan, hamam ve saunadan varis hastalarının kaçınması gerekir. Sigaradan kaçının Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Dr. Ayça Özgen “Sağlığımız açısından sayısız riski olduğu yapılan çalışmalarda kanıtlanan sigara, başta atar damar hastalıklarına neden olduğu gibi varise de zemin hazırlar. Sigara kullanımı damar duvarlarını zayıflatarak dolaşımı olumsuz etkiler ve bu da varis riskini artırır” diyor.

Bursa’nın Kalbi Yeniden Heyecanla Atacak Haber

Bursa’nın Kalbi Yeniden Heyecanla Atacak

Osmanlı Devleti’nin ilk başkenti olan Bursa'da 14. yüzyılda oluşmaya başlayan, 16. yüzyılda han, bedesten ve çarşıların gelişimiyle sürecini tamamlayan Tarihi Çarşı ve Hanlar Bölgesi, Bursa Büyükşehir Belediyesi’nin geliştirdiği projelerle yeniden kentin ve Türkiye’nin çekim merkezi haline geliyor. UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan 700 yıllık bölge, Büyükşehir Belediyesi Kent Tarihi ve Tanıtımı Dairesi Başkanlığı tarafından düzenlenen ‘Tarihi Çarşı ve Hanlar Bölgesi Çalıştayı’nda tüm yönleriyle ele alındı. “Alan, insanlığın göz bebeğidir” Tayyare Kültür Merkezi’ndeki programda konuşan Büyükşehir Belediyesi Başkanvekili Mehmet Aydın Saldız, Bursa’nın kalbinde yaşayan eşsiz mirasın geçmişini, bugününü ve geleceğini konuşmak üzere çalıştayın düzenlendiğini belirtti. Tarihi Çarşı ve Hanlar Bölgesi’nin yüzyıllardır ticaretin, kültürün, dayanışmanın ve toplumsal hafızanın merkezi olduğunu hatırlatan Başkanvekili Saldız, “Alan yalnızca ekonomik bir değer değildir. Bursamızın ruhu, kimliği ve yaşam kültürünün ta kendisidir. UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki alan; yalnızca bizim değil, tüm insanlığın göz bebeğidir. Bu yüzden bu bölgeyi korumak, yaşatmak ve çok daha güçlü bir şekilde geleceğe taşımak hepimizin ortak görevidir” dedi. “Bölgenin bugünkü hali, Bursamıza yakışmıyor” Çalıştay öncesinde sadece masa başında değil; sahada, esnafla birlikte görüşmeler yapılarak sürecin yürütüldüğünü anlatan Başkanvekili Saldız, deprem ve yangın gibi afet risklerine karşı uzman ekiplerle detaylı değerlendirmeler gerçekleştirildiğini ifade etti. Hanların dayanıklılığını artırmak, acil müdahale altyapısını güçlendirmek için gerekli adımları attıklarının altını çizen Saldız, “Ancak hepimizin bildiği bir gerçek var. Bu bölgenin bugünkü hali, Bursamıza yakışmıyor. Tarihi dokusu güçlü, hikâyesi büyük olan bu alan, ne yazık ki yeterince bakımlı değil. Turistler Bursamıza geliyor ancak burada geçirdikleri süre çok kısa. Biz, Başkanımız Mustafa Bozbey'in de vizyonu doğrultusunda Bursamızı Türkiye’nin ve dünyanın en önemli uğrak noktalarından biri yapmak istiyoruz. Tarihi Çarşı ve Hanlar Bölgesi’nin daha estetik, daha güvenli, daha düzenli, daha ulaşılabilir bir yapıya kavuşması şarttır” diye konuştu. “Alanı daha güçlü, estetik, yaşanabilir hale getirmeyi hedefliyoruz” Alanı yeniden işlevlendirmek ve yaşatmak konusunda kararlı olduklarını vurgulayan Başkanvekili Saldız, bölgenin yaşayan bir tarih mekânı olarak varlığını güçlendirecek, turizmden hak ettiği payı almasını sağlayacak, esnafın kazancını artıracak, kentin ekonomisini büyütecek projeleri hayata geçirmek için çalışmaları sürdürdüklerini söyledi. Çalışmaların ancak ortak akılla yürütüldüğünde başarıya ulaşacağına dikkat çeken Saldız, “Bu çalıştayı yeni bir yol haritasının başlangıcı olarak görüyoruz. Buradan çıkacak her görüş, her katkı, her öneri; Tarihi Çarşı ve Hanlar Bölgesi’nin geleceğini şekillendirecek. Geçmişimize duyduğumuz saygıyı, geleceğe duyduğumuz sorumlulukla birleştirerek; bu alanı daha güçlü, daha estetik, daha düzenli ve daha yaşanabilir hale getirme hedefiyle ilerliyoruz. Bursamızın kimliğini korumak, değerlerini geleceğe taşımak için bu kente duyduğumuz sevgiyi sorumluluğa dönüştürüyoruz. Bu kenti sevmek; tarihine, kültürüne ve değerlerine sahip çıkmak, onları muhafaza etmek demektir” dedi. Önemli sorunlar masaya yatırılıyor İstanbul Kültür Üniversitesi Mimarlık Fakültesi öğretim üyesi ve UNESCO Bursa Alan Başkanı Prof. Dr. Neslihan Dostoğlu, çalıştayla Bursa’nın kalbiyle ilgili önemli sorunları masaya yatıracaklarını vurguladı. Program öncesinde tüm hanları ve çarşıları gezerek sorunları yerinde gördüklerini anlatan Dostoğlu, çalıştayın sonuçlarının uygulanabilmesini umduğunu dile getirdi. Sorunların bir bir masaya yatırılacağını aktaran Dostoğlu, toplantıya katkı sunan herkese teşekkür etti. “Bursa’nın kalbi eski heyecanıyla atmıyor” Bursa Kent Konseyi Başkanı Prof. Dr. Ertuğrul Aksoy, çalıştay öncesinde sahada yoğun bir çalışma yapıldığını ifade etti. Kurumsal kararlılık ve yerelde sahiplenme sayesinde çalışmanın başarıya ulaşacağına inandığını belirten Aksoy, “Bursa’nın kalbi eski heyecanıyla atmıyor. Yüzyıllarca tarihin, sanatın, kültürün, emeğin ve ticaretin buluştuğu merkez olan bölgenin bazı sorunları bulunuyor. Bu sorunların çözümü için Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde önemli bir çalışma yürütülüyor. Çalıştayın ardından çıkan sonuçları herkesin sahiplenmesini umuyorum. Böylece Bursa’nın kalbi eski heyecanıyla tekrar çarpabilecektir” diye konuştu. Ortak yönetim modeli sorgulanacak Kent Tarihi ve Tanıtımı Dairesi Başkanı Günay Özkılınç, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Mustafa Bozbey’in vizyonu doğrultusunda aylardır sahada çalışma yaptıklarını ifade etti. Hanların ve çarşıların tek tek gezilerek esnafla yüz yüze görüşmeler yapıldığını anlatan Özkılınç, Hanlar Bölgesi’nde çok fazla özel mülk bulunduğunu ve bunun da birçok sorunu ortaya çıkardığını dile getirdi. Restorasyon projeleri onaylı olmasına rağmen mülk sahipleri kabul etmediği için çalışma yapılamadığını söyleyen Özkılınç, bölgede birçok yönetim aşaması bulunduğunun da altını çizerek çalıştayda ortak yönetim modelinin de sorgulanacağını anlattı. Uzman isimler tarihi bölgeyi konuştu Konuşmaların ardından program, moderatörlüğünü Prof. Dr. Neslihan Dostoğlu ve Unicon Danışmanlık Grubu Genel Müdürü Adnan Almeman’ın yaptığı oturumla devam etti. Programda, Bursa Uludağ Üniversitesi (BUÜ) Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Tülin Vural Arslan, ‘Bursa Tarihi Çarşı ve Hanlar Bölgesi dijital kültür mirası atlası’, BUÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sibel Polat ‘Bursa kent merkezine yönelik bir kentsel tasarım rehberi önerileri’, Kocaeli Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Jeofizik Mühendisliği Yer Fiziği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Şerif Barış ‘Bursa’nın deprem riski ve tarihi yapılarla ilişkisi’, ODTÜ Mimarlık Fakültesi Öğretim Üyesi ve ODTÜ Rektör Danışması Prof. Dr. Güliz Bilgin Altınöz ‘Geçmiş deneyimlerin ışığında afetlere hazırlıklı ve dirençli kültürel mirası yeniden düşünmek’ konularında bilgilerini paylaştı. Çalıştay, çeşitli konularda uzmanların katılımıyla düzenlenen masa toplantılarıyla sona erdi. Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

İTÜ’de 4. Uluslararası Cami Mimarisi Konferansı Başladı Haber

İTÜ’de 4. Uluslararası Cami Mimarisi Konferansı Başladı

Bu yıl “Cami Mimarisini Yeniden Düşünmek” temasıyla gerçekleştirilen konferans, 4–6 Kasım tarihleri arasında İTÜ Taşkışla Yerleşkesi’nde üç gün boyunca devam edecek. Açılışta Protokol Yoğundu Konferansın açılış töreni bugün İTÜ Taşkışla Kampüsü’nde gerçekleştirildi. Törene T.C. Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı Dr. Serdar Çam, İstanbul Müftüsü Doç. Dr. Emrullah Tuncel, İTÜ Rektörü Prof. Dr. Hasan Mandal, İTÜ Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Küçükmehmetoğlu ve Abdullatif Al Fozan Cami Mimarisi Ödülü Genel Sekreteri Prof. Mashary A. Alnaim katıldı. Bu yılki konferansa çeşitli ülkelerden 317 bilimsel bildiri gönderildi; 55 uzmandan oluşan bilim kurulu tarafından yapılan değerlendirmeler sonucunda 84 bildiri sunum için seçildi. Cami Mimarisinin Geleceği İTÜ’de Tartışılıyor Üç gün sürecek konferans boyunca, dünyanın farklı ülkelerinden gelen mimarlar, akademisyenler ve şehir plancıları; modern cami mimarisinin çağdaş şehirlerdeki rolü, kültürel sürdürülebilirlik, malzeme ve form dili, manevi mekânların kent dokusundaki işlevi gibi konularda kapsamlı sunumlar ve paneller düzenleyecek. Konferans kapsamında yapılan açılış konuşmasında, Abdullatif Al Fozan Cami Mimarisi Ödülü Genel Sekreteri Prof. Mashary A. Alnaim, cami mimarisinin çağdaş dünyada karşılaştığı dönüşüme dikkat çekerek şunları söyledi: “Yıllar geçtikçe dünya genelinde çok sayıda caminin yükselişine tanık olduk ve bu, İslam mimarisinin küresel görünümüne büyük katkı sağladı. Ancak şehirlerin hızla büyümesi ve modern yaşamın karmaşıklığı nedeniyle cami mimarisi önemli zorluklarla karşı karşıya kaldı. Camiler, şehirlerimizin ayrılmaz bir parçasıdır ve hem kimlik hem de manevi bağ sağlar. Yaklaşımımız estetiğin ötesine uzanıyor; cami mimarisini şekillendiren kentsel dinamikleri ve caminin çevresiyle olan ilişkisini yeniden düşünmek büyük önem taşıyor.” Cami Mimarisinde Yenilik ve Gelenek Buluşuyor 2011 yılında kurulan Abdullatif Al Fozan Cami Mimarisi Ödülü, geleneksel cami mimarisinin ruhunu onurlandırırken çağdaş mimari yaklaşımları teşvik etmeyi amaçlıyor. Üç yılda bir verilen bu prestijli ödül, yenilikçi, estetik ve manevi değeri yüksek cami projelerini ödüllendiriyor. Her dönemin sonunda yayımlanan iki dilli (Arapça–İngilizce) özel kitap, kısa listeye giren ve ödül alan camilerin eleştirel mimari analizlerini içeriyor. Bilimsel komitesi mimarların yanı sıra İslam hukuku, sosyoloji, antropoloji, felsefe, dinler tarihi ve yapı mühendisliği gibi farklı alanlardan uzmanları da kapsayan konferans, cami mimarisinin geleceğine yön verecek uluslararası bir platform sunuyor.

Seranit’ten İklim Koşullarına Karşı Dayanıklı Dış Cephe Çözümleri Haber

Seranit’ten İklim Koşullarına Karşı Dayanıklı Dış Cephe Çözümleri

Mimarlık ve tasarım dünyasında dış cephe artık yalnızca yapının dış yüzeyi değil; binanın karakterini, ruhunu ve çağdaş mimariyle kurduğu ilişkiyi tanımlayan bir ifade alanı olarak görülüyor. Aynı zamanda değişen iklim koşulları, bu yüzeylerin artık sadece güzel görünmesini değil, uzun yıllar boyunca nefes alan, dirençli ve zamansız kalmasını zorunlu kılıyor. Seranit’in dış cephe koleksiyonları tam da bu noktada devreye giriyor. Seranit, estetik değer taşıyan yüzeyleri, teknik dayanıklılıkla bir araya getirerek modern yapıların “dış kabuğunu” yeniden tanımlıyor. Betonun Sade Gücü, Taşın Doğal Çizgisi, Tuğlanın Zamansız Sıcaklığı Artline’ın yalın beton etkisi, Dimension’ın çizgisel hareketi, Riverstone’un dokulu taş yüzeyi ve Stone Brick’in modernize edilmiş tuğla estetiği… Her biri farklı mimari dil ve yaşam tarzına uyum sağlayan bu koleksiyonlar, yalnızca iç mekanlarda değil, dış cephelerde de bütünsel tasarım yaklaşımını destekliyor. 60x120 ebat seçeneği ile büyük yüzeylerde kesintisiz bir görünüm sunarken, renk skalaları da sade, rafine ve uzun ömürlü tasarım anlayışını besliyor. Estetikten Ödün Vermeden Dayanıklılık UV ışınlarına, don-çözülme döngülerine, ani sıcaklık farklarına ve ağır hava şartlarına karşı yüksek performans sunan porselen yüzeyler; yapıların dış cephelerinde deformasyon, solma, çatlama veya renk değişimi olmadan yıllarca kullanılabiliyor. Böylece cephe tasarımı yalnızca bir dekorasyon tercihi olmaktan çıkıyor; sürdürülebilir estetiğin önemli bir parçasına dönüşüyor. Mimari Projelere “Zamansız Yüzey” Yaklaşımı Günümüzde yaşam alanlarının doğayla ilişkisi, kullanılan malzemelerin dokusu ve renk dili kadar, uzun vadeli dayanıklılıkla da ölçülüyor. Seranit’in dış mekâna uygun koleksiyonları, konut projelerinden otellere, kültür yapılarından kamusal alanlara kadar pek çok yapıda mimarlara hem teknik güven hem de tasarım esnekliği kazandırıyor.

Meme Kanseri Hastalarının Yüzde 90’ına Koruyucu Cerrahi Uygulanıyor  Haber

Meme Kanseri Hastalarının Yüzde 90’ına Koruyucu Cerrahi Uygulanıyor 

“Ameliyatta meme mutlaka alınır” düşüncesinin hatalı olduğunu belirten Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Genel Cerrah Op. Dr. Kemal Raşa, “Günümüzde meme kanseri tanısı koyduğumuz hastaların en az yüzde doksanında meme koruyucu cerrahiler uyguluyoruz. Yani memenin tamamını almak yerine, yalnızca tümörlü dokuyu çevresindeki sağlıklı meme dokusuna zarar vermeden çıkararak tedaviyi başarıyla gerçekleştirebiliyoruz” dedi. Hastanın memesinin küçük, tümörünün ise büyük olduğu durumlarda memenin tamamının alınmasının gündeme gelebileceğini belirten Anadolu Sağlık Merkezi Hastanesi’nden Genel Cerrah Op. Dr. Kemal Raşa, “Ayrıca, kalıtsal açıdan riskli hastalarda yapılan genetik analizlerde BRCA1 veya BRCA2 gibi anlamlı mutasyonlar saptanırsa, bu durumda da memeyi korumak yerine o memeyi, hatta her iki memeyi birden önleyici olarak çıkarmak tercih edilebilir. Bu olasılıklar dışında ise önceliğimiz, sistemik ilaç tedavisiyle kitleyi küçültüp memeyi mümkün olduğunca yerinde tutmak. Yani 1970–80’lerdeki ‘meme kanseri = memenin alınması’ anlayışı artık tamamen değişti” dedi. Memenin estetik görünümü için hastanın kendi dokusundan faydalanılıyor Ameliyat sonrası memede şekil bozukluğu oluşumunun çok nadir görüldüğünü ifade eden Raşa, “Çünkü biz, memedeki kitleyi çıkardıktan sonra estetik görünümün bozulmaması için hastanın kendi dokusundan faydalanarak farklı kaydırma ve şekillendirme teknikleriyle bir anlamda memeye doğal formunu yeniden kazandırıyoruz. Sonuç olarak, meme kanseri cerrahilerini genellikle kabul edilebilir düzeyde deformite ile estetik açıdan tatmin edici bir görünümle tamamlamak mümkün. Meme koruyucu ameliyatı gerçekleştirdiğimiz hastaların büyük çoğunluğunda, eğer özel bir yandaş hastalık, kırılganlık veya ek risk faktörü yoksa, hastanede bir gece yatış yeterli oluyor. Memenin tamamının çıkarıldığı ve rekonstrüksiyon (yeniden yapılandırma) yapılan hastalarda ise yatış süresi 2–3 gün civarında seyrediyor” şeklinde konuştu. Tedavinin başarılı olabilmesi için multidisipliner yaklaşım şart Meme kanserinin çok katmanlı bir hastalık olduğu için çok disiplinli bir yaklaşım ve tedavi gerektirdiğini vurgulayan Raşa, “Meme kanserinde son 15–20 yılda tedavi oranlarının bu kadar iyileşmesindeki en büyük unsurlardan biri de multidisipliner yaklaşımdır. Cerrahi, radyoterapi ve kemoterapi gibi sistemik tedaviler bir arada ve uyum içinde kullanıldığında sonuçlar çok daha başarılı olur. Ek olarak bu tedavileri; tümörün boyutu, yayılımı, biyolojik tipi, hastanın yaşı ve bireysel önceliklerine göre kişiselleştirdiğimizde yani tüm hastalara ‘kopyala-yapıştır’ şeklinde tek tip bir tedavi planı değil, bireyselleştirilmiş bir tedavi uyguladığımızda sonuçların anlamlı şekilde iyileştiğini söylemek de mümkün. Bu farkındalıkla artık tüm hastalarımızda yalnızca cerrahi tedaviyi değil, aynı zamanda faydası olabilecek ilaç ve ışın tedavilerini de birlikte değerlendiriyor, elimizdeki tüm tedavi yöntemlerini içeren kapsamlı bir yol haritası oluşturuyoruz” dedi. Ameliyat sonrası kalıcı hareket kısıtlılığı ile nadiren karşılaşılıyor Ameliyat sonrasında kalıcı hareket kısıtlılığının oldukça nadir görüldüğünü belirten Raşa, “Ancak koltuk altı lenf bezlerinin geniş kapsamlı olarak temizlendiği, yani ‘diseksiyon’ adı verilen ameliyatlar uygulandığında, o bölgedeki dokulara yakın çalışıldığı için sinirler etkilenebilir ve bu durum zaman zaman hastanın kolunu ya da omzunu rahatça hareket ettirmesini zorlaştırabilir. Özellikle hareketlerini kendi haline bırakan veya kırılgan yaş grubundaki hastalarda bu oranın biraz daha yüksek olabildiğini görüyoruz. Bunu önleyebilmek için, hastanın aktif katılımıyla ameliyattan hemen sonra kol hareketlerine başlanması kıymetli. Bu proaktif yaklaşım sayesinde, hastaların yalnızca çok küçük bir bölümünde omuz veya kol hareketlerinde kalıcı kısıtlılık görülüyor” dedi. Tedavi sürecinde psikolojik destek büyük fark yaratıyor Meme, kadının cinsel kimliğini tamamlayan önemli bir uzuv olduğu için, meme kanseri cerrahisi ister koruyucu ister mastektomi şeklinde olsun, psikolojik etkileri kaçınılmazdır diyen Raşa, “Bu nedenle tedavi süreci başlamadan önce tüm hastalarımıza psikolog görüşmesi öneriyoruz. Medikal onkoloji ekibimizle birlikte çalışan psikologlarımız, hastaların yaşayabilecekleri psikolojik zorluklarla baş etmelerine ve beden algısındaki değişimlere uyum sağlamalarına yardımcı oluyor. Ayrıca hasta destek grupları da sürece büyük katkı sağlıyor; hastalar deneyimlerini paylaşarak bu zorlu hastalığı birlikte daha güçlü atlatabiliyor” dedi. Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

Rolls-Royce’dan 100 Yıllık Efsanesine Özel Koleksiyon  Haber

Rolls-Royce’dan 100 Yıllık Efsanesine Özel Koleksiyon 

100 yıldır Phantom, dünyanın en etkili isimleri tarafından tercih edilen, başarı ve seçiciliğin nihai sembolü olarak tanınıyor. Efsanevi Phantom’un 100. yılı kutlanırken, Rolls-Royce Motor Cars Phantom Centenary Private Collection ile saygı duruşunda duruyor ve sadece 25 adet ile sınırlı bu özel koleksiyonu kutluyor. Rolls-Royce Bespoke (kişiselleştirme) Collective’in tasarımcı, mühendis ve ustaları, tüm uzmanlıklarını ve yaratıcılıklarını bir araya getirerek, markanın başyapıtı olarak nitelendirilebilecek bu eşsiz koleksiyonu hayata geçirdi. Rolls-Royce Bespoke ekibi, 1920’lerden günümüze Phantom’un her neslinin ruhunu ve kimliğini detaylı bir şekilde inceleyerek, modelin dünyasına tam anlamıyla nüfuz etti. Bespoke ekibi, Phantom’un önemli sahiplerini, Rolls-Royce’un kilit isimlerini, modelin tasarlanıp üretildiği mekanları ve dönemin ruhunu yansıtan önemli olayları detaylı bir şekilde araştırdı. Bu ilham kaynakları, önce 77 el çizimi motif olarak tasarlandı ve ardından Phantom Centenary Private Collection’a özenle işlenmiş arşiv referanslarıyla yansıtıldı. Ortaya çıkan bu özel koleksiyon, Phantom’un geçmişine saygı duruşunda bulunurken, bugününü tanımlıyor ve önümüzdeki 100 yıl boyunca modelin mirasını şekillendirecek prensipleri ortaya koyuyor. Her tarihi an, bu nadir ve koleksiyon değeri taşıyan saygı duruşu için özel olarak geliştirilen ileri düzey zanaatkarlık teknikleri ile hayata geçiriliyor. İç mekânda, couturier tasarımı tekstiller, çizim stilinde nakışlar, lazerle işlenmiş deri ve öncü ahşap işçiliği – üç boyutlu marküteri, altın varak ve üç boyutlu mürekkep katmanlama dahil – Phantom’un hikayesini çarpıcı ve detaylı bir şekilde anlatıyor. Dış tasarımda, kaput benzersiz bir Spirit of Ecstasy figürü ile taçlandırılıyor. Bu figür, Phantom’un ilk modelinde ilham alınarak yeniden yorumlandı ve bu özel yıldönümünü anmak için saf altından üretildi. Dış tasarım: Zarif ve özel Bespoke ifadesi Siyah – beyaz bir film yıldızının zamansız zarafetini yansıtan Phantom Centenary Private Collection’ın dış tasarımı, Phantom’un galalarda boy gösterdiği, sinema ikonlarını taşıdığı ve dönemin ışıltısının simgesi haline geldiği Hollywood’un altın çağını anımsatıyor. Araç, Bespoke iki tonlu boya ile tamamlanıyor ve uzun yüzeylerdeki bu uygulama, 1930’lu yılların Phantom modellerinin akıcı silüetine saygı duruşu niteliğinde. Yan gövde, Arctic White üzerine Super Champagne Crystal kaplamasıyla sunulurken, üst gövde siyah üzerine Super Champagne Crystal ile tamamlanıyor. Özel olarak geliştirilen bu kaplama, dış yüzeye olağanüstü bir metalik parlaklık kazandırıyor. Bu etki, şeffaf verniğe ince öğütülmüş cam parçacıklarının eklenmesiyle sağlanıyor. Bu özel kutlama Private Collection için, Rolls-Royce boya uzmanları, şeffaf parçacıkları şampanya rengi partiküllerle değiştirerek miktarını iki katına çıkardı ve böylece büyüleyici bir derinlik elde etti. Bu zamansız kaplama, Spirit of Ecstasy’nin benzersiz bir yeniden yorumlanmasıyla taçlandırılıyor. Phantom’a takılan ilk Spirit of Ecstasy figürünü referans alan tasarımcılar, bu ikonik figüre bir saygı duruşu niteliğinde tasarım ortaya çıkardı; önce 18 ayar saf altın ile dökülen figür, ardından 24 ayar altın kaplama ile tamamlanarak kusursuz ve kararmaya dayanıklı bir yüzey sunuyor. Parça, Londra’daki Hallmarking & Assay Office’e sunularak, özel olarak geliştirilen “Phantom Centenary” damgasını aldı. Rolls-Royce tarihinde bir ilk; altın ve beyaz mineli “RR” Figürün tabanı, el dökümü beyaz cam mine ile tamamlanıyor ve koleksiyonun adı özenle işlenerek kazınıyor. Rolls-Royce tarihinde bir ilk olarak, aracın ön, arka ve yan taraflarında yer alan “RR” Onur Rozeti, koleksiyona özel 24 ayar altın ve beyaz mine ile sunuluyor. Dış tasarımın tamamlayıcısı olarak, her biri 25 çizgiyle işlenmiş Phantom jantları yer alıyor. Bu detay, koleksiyondaki 25 araca saygı duruşu niteliğinde olup, toplamda 100 çizgi ile Phantom’un 100. Yılı kutlanıyor. İç tasarım: Phantom efsanesine yolculuk Phantom’un bir asırlık hikayeleri, Private Collection’ın iç mekandaki birçok yüzeyde zarif bir şekilde hayat buluyor; bazıları hemen fark edilen, bazıları ise zamanla keşfedilen görkemli arşiv referanslarıyla anlatılıyor. Geçmiş Phantom modellerine bir saygı duruşu olarak, Phantom Centenary’in iç mekânı tekstil ve deriyi bir araya getiriyor; bu tasarım, markanın ilk yıllarını anımsatıyor; şoför koltuğu dayanıklı deri ile arka kabin ise lüks kumaşlarla kaplanıyordu. Bu zarif kontrast, Phantom’un her zaman sürüşteki otorite ile yolcu kabinindeki mutlak huzuru mükemmel bir dengeyle bir araya getirdiğini gözler önüne seriyor. Arka koltuklar: Ustalığın zirvesi Phantom Centenary’in arka koltukları, 1926 yapımı ünlü “Phantom of Love” modelinden ilham alıyor. O dönemlerde, koltuklar el dokuması Aubusson halılarıyla özel olarak tasarlanmıştı. Koltuklardaki sanat eserleri, üç farklı hikâye katmanı üzerinden anlatılıyor. İlk katman, yüksek çözünürlüklü baskı ile tasarlanan arka plan, Phantom’un tarihine ait önemli mekanları ve objeleri gözler önüne seriyor. Bu detaylar, Londra’daki markanın ilk adresi Conduit Street’ten, Henry Royce’un Güney Fransa’yı konu alan yağlı boya tablolarına kadar uzanıyor. İkinci katman, yüksek çözünürlüklü baskı ile tasarlanmış olup, geçmişin ikonik Phantom modellerini ince detaylarla gözler önüne seriyor. Üçüncü ve en üst katman, Phantom’un her neslinden yedi önemli sahibi soyut bir şekilde temsil eden özenle işlenmiş nakışlarla oluşturuluyor. Bu özel kumaş, bir moda atölyesi ile iş birliği içinde 12 ay süren titiz bir çalışma sonucunda geliştirildi ve haute couture dünyasının ötesinde ilk kez Phantom Centenary için kullanıldı. Rolls-Royce’un yüksek standartlardaki dayanıklılık, dokunsal kalite ve estetik beklentilerini karşılamak üzere, yüksek çözünürlüklü baskı süreci Phantom Centenary Private Collection için özel olarak geliştirilmiş mürekkepler ve tekniklerle mükemmelleştirildi. Rolls-Royce tarihinin en detaylı koltuk kompozisyonu Yüksek çözünürlüklü baskılı kumaş, benzersiz bir el çizimi görünümü sunan özenle tasarlanmış nakışlarla tamamlanıyor. Bespoke Collective tarafından “iplikle eskiz yapmak” olarak tanımlanan bu özel nakış tekniği, bir kalem çizgisinin ifadesini tekstil üzerinde kusursuz bir şekilde yansıtıyor. Her bir görseli öne çıkarmak ve tanımlamak üzere ustalar, Golden Sands ipliği ile eskiz tarzında düzensiz dikişler uyguladı. Bu teknik, çizgilerin yüzeyin üzerinde hafifçe süzülüyormuş gibi görünmesini sağlıyor. Doku ve derinlik, Seashell ipliği ile yüksek yoğunluklu dikişler uygulanarak sağlandı. Tüm kompozisyon boyunca bu özenli işçilik, toplamda 160.000’den fazla dikişten oluşuyor. Tamamlanan eser, her biri tam hassasiyetle hizalanmış ve koltukların kıvrımlarına uyacak şekilde yerleştirilmiş 45 ayrı panelden oluşuyor. Bu süreç, Savile Row terzilik tekniklerinden ilham alınarak gerçekleştirildi ve sonuç olarak Rolls-Royce tarihinin en detaylı koltuk kompozisyonu ortaya çıktı. Arka koltukların, el dokuması bir halının çağdaş yorumu olarak tasarlandığını belirten Celina Mettang (Bespoke Colour and Material Designer, Rolls-Royce Motor Cars) sözlerine şöyle devam etti: “Phantom’un hikayesi, özenle seçilmiş detaylar aracılığıyla tekstil ve nakışlarla gözler önüne seriliyor. Her bir nakış detayı, ustalar tarafından dijital olarak yeniden tasarlanarak işlendi ve her çizgi için özel dikiş teknikleri titizlikle seçildi. Örneğin, at motifinde saç dokusunu canlandırmak için aralıklı dikişler, kasları ve hatları belirginleştirmek için ise yoğun dikişler uygulandı. Bu ince detayların kusursuz bir şekilde uygulanabilmesi için olağanüstü bir hassasiyet gerekiyordu; bir motif, istenilen mükemmelliğe ulaşana kadar 24 kez revize edildi. Bu süreç, Phantom’un adını onurlandıran özel bir saygı duruşu yaratırken hissettiğimiz derin kişisel gururu ve bu ikonik mirası gelecek nesillere taşıma sorumluluğunu gözler önüne seriyor.” Ön koltuklar: Sürüş kabininde tasarımın zirvesi Ön koltuklardaki deri, Bespoke tasarımcı tarafından el çizimi olarak hazırlanan çalışmalar temel alınarak lazerle işlenmiş olup, çizerin ustalığını ve detaycılığını yansıtıyor. Motifler arasında, Phantom’un 100 yıllık mirasının olağanüstü ağırlığını zarif bir şekilde taşıyan sembolik detaylar yer alıyor. Bunlar arasında, 2003’teki Rolls-Royce yeniden lansmanının kod adı olan “Roger Rabbit”e gönderme yapan bir tavşan ve 1923 Phantom I prototipinin kod adı olan martı yer alıyor. Anthology Gallery: 100 yıldır anlatılan seçilen bir hikâye Phantom Centenary Private Collection’ın merkezinde, Anthology Gallery yer alıyor. Bu etkileyici kompozisyon, dikey olarak fırçalanmış 50 adet 3D baskılı alüminyum “kanatçıktan” oluşuyor ve bir kitabın sayfaları gibi zarif bir şekilde iç içe geçiyor. Her bir kanatçık, her iki tarafından da okunabilen oyma harflerle tasarlanmış olup, Phantom’un bir yüzyıl boyunca basında yer alan övgü dolu alıntılardan oluşuyor. Heykel, düşen havai fişeklerin ışıltısını çağrıştıran değişken ışıklandırmalarla zarif bir şekilde aydınlatılıyor. Her bir kanatçığın fırçalanmış kenarları, izleyicinin bakış açısına göre değişen yansıma ve ışık oyunları oluşturuyor. Ahşap işçiliği: Heykelsi bir ifade Phantom Centenary Private Collection, Rolls-Royce tarihinde yaratılmış en karmaşık ve detaylı ahşap işçiliğini içeriyor. Bir yıl süren bir çalışma sonucunda geliştirilen ve Blackwood ile renklendirilmiş kapı panelleri, Phantom’un en önemli ve dönüm noktası niteliğindeki yolculuklarını gözler önüne seriyor. Her bir kompozisyonda, coğrafi haritalar, kıvrımlı yollar, geniş manzaralar, bitkisel detaylar ve deneysel araba tasvirleri, Phantom’un mirasını yansıtan yaşayan bir sanat eseri yaratacak şekilde bir araya getiriliyor. Arka kapılar, Sir Henry Royce’un kış aylarını geçirdiği St. Tropez yakınlarındaki Le Rayol-Canadel-sur-Mer kıyı şeridini betimliyor. Ön yolcu kapısında, Sir Henry Royce’un yazlık konutunun bulunduğu West Wittering’in manzarası yer alıyor. Burası, günümüzde Rolls-Royce’un merkezi olan tesise yalnızca sekiz mil uzaklıkta bulunuyor. Sürücü kapısında, Goodwood döneminin ilk Phantom’ının Perth’ten başlayarak Avustralya kıtasını kat ettiği destansı 4.500 millik yolculuk anlatılıyor. Her bir kompozisyonda, derinlik ve doku yaratmak amacıyla 3 boyutlu çok yönlü marküteri, lazer kazıma, 3 boyutlu mürekkep katmanlama ve altın varak teknikleri bir araya getiriliyor. Haritalar, manzaralar, çiçekler ve ağaçlar gibi motifler, lazer kullanılarak ahşaba üç farklı derinlikte işleniyor. Bu yolculukları temsil eden yollar, 0.1 mikrometre kalınlığındaki altın varak karelerinden işlenmiş 24 ayar altınla parlatılıyor. Her bir yol özenle hazırlanıyor, kesiliyor ve yerleştiriliyor. Arka kapılarda, Güney Fransa’ya özgü çam, servi, eğrelti otu ve palmiye gibi bitki örtüleri de yer alıyor. Arka yolcu kapısının bir bölümü ise Sir Henry Royce’un bölgeye ait orijinal yağlı boya tablolarından birini, tuvalden ahşaba aktararak yeniden canlandırıyor. Royce’un evlerinin tam konumları – Güney Fransa’daki Villa Mimosa ve West Wittering’deki Elmstead – 2.76 mm çapında tek bir altın varak noktasıyla özenle işaretleniyor. Phantom’un hikayesinin farklı yönlerini bir araya getiren kompozisyonu oluşturmak için orijinal metinler, günlükler, fotoğraflar ve tablolar gibi eşsiz bir kaynak yelpazesinden yararlandıklarını belirten Katrin Lehmann (Bespoke Colour and Material Designer, Rolls-Royce Motor Cars) sözlerine şöyle devam etti: “Bu proje için geliştirilen yeni teknolojiler, özellikle 3 boyutlu mürekkep katmanlama, daha önce mümkün olmayan ölçekte detayların eklenmesine olanak sağladı – bazıları yalnızca 0.13 mm yüksekliğinde; denizde yelken açan bir tekneden haritadaki konum isimlerine kadar her detay titizlikle işlendi. Phantom’un tarihindeki anları, bu ismi taşıyan modelin hak ettiği detay ve titizlikle hayata geçirebilmek büyük bir ayrıcalık.” Kapılardaki ahşap yüzeyler, özenle işlenmiş deri panellere dönüştürülüyor. 24 ayar altın “yollar”, altın iplik işlemeler olarak devam ediyor; haritalar ve manzaraların detayları siyah iplikle işlenerek kapıların kaplamalı bölümündeki kazınmış detayları yansıtıyor. Ahşap işçiliği, 1925 model orijinal Phantom I ve günümüz Phantom VIII’in tasvirleriyle tamamlanıyor; her biri arka piknik masalarına özenle kazınmış olarak sunuluyor. Modeller, piknik masalarının deri kaplı arka yüzeylerindeki işlemelerde de yansıtılıyor; bu, geçmiş ile günümüzü bir araya getiren bir diğer ince detay olarak öne çıkıyor. Piano Black kaplama, merkezi döner düğmeyi yansıtan altın tozu ile zenginleştirilmiş; söz konusu düğme de 24 ayar altın kaplamaya sahip olarak sunuluyor. Altın bir miras 6,75 litrelik V12 motor gibi muazzam bir mühendislik harikası, Arctic White ile tamamlanmış özel tasarım bir kapakla öne çıkarılıyor. Kapak, Phantom’un modern efsanesini ve başarısını şekillendiren kusursuz gücü onurlandırmak için 24 ayar altın detaylarla süsleniyor. Starlight (Yıldız tavan) altında Phantom’un hikayesi Hafif animasyonlu ve işlemeli Starlight tavan döşemesi, Phantom’un tarihindeki önemli anları 440.000 dikişle yansıtıyor. Tasarım, Henry Royce’un Wittering’deki bahçesinde, iki yakın meslektaşı – markanın Baş Motor Tasarımcısı Charles L. Jenner ve Rolls-Royce’un deneysel departmanının baş test sürücüsü Ernest Hives – ile birlikte dut ağacının altında fotoğraflandığı anı yansıtacak şekilde tasarlandı. Bespoke Collective, bu andan ilham alarak, Starlight tavan döşemesinin altında oturan müşterilerin Royce’un bir zamanlar yaşadığı gibi kendi hayal gücü ve olasılık kıvılcımlarını deneyimleyebileceği bir ilham atmosferi yaratmayı amaçlıyor. Sahne, markanın Goodwood’daki merkezinin avlusundaki karakteristik kare taçlı ağaçları da içerecek şekilde tasarlanıyor. Bal arıları – Rolls-Royce Arıcılığı’ndaki 250.000 sakinine atıfta bulunan bir detay – uçuş halinde tasvir ediliyor; muhtemelen yalnızca Rolls-Royce’un merkezinde yetiştirilen Phantom Rose’a doğru ilerliyorlar. Takımyıldızlarının arasında, geçmişin önemli Phantom modellerine sessiz övgüler yer alıyor; bunlar arasında, Sir Malcolm Campbell’in “Bluebird” olarak bilinen Phantom II’sini temsil eden bir kuş motifi de bulunuyor. Dut yapraklarının arasında, Goodwood döneminin ilk Phantom’unun tasarlandığı gizli 1990’lar tasarım stüdyosu “The Bank’teki” kasa kapısı kilit mekanizmasına ince bir gönderme yer alıyor. Hareket halinde unutulmaz bir miras Phantom Centenary Private Collection’ı hayata geçiren tasarımcılar, mühendisler ve zanaatkarlar için bu araç, nesilde bir kez üstlenebilecek türden özel bir sorumluluk anlamına geliyor. Ortaya konan bu eser, Phantom’un doğuşuna ilham veren aynı ruhu yansıtıyor: markanın mükemmelliğe olan sarsılmaz bağlılığını ve dünyanın en iyi aracını yaratma tutkusunu simgeliyor. Rolls-Royce Phantom Centenary Private Collection, dünyanın en saygın lüks ürününün 100 yıllık mirasına adanmış bir saygı duruşu olarak sunulduğunu belirten Chris Brownridge (Chief Executive, Rolls-Royce Motor Cars) sözlerine şöyle devam etti: “Bu ödünsüz sanat eseri, özenle tasarlanmış Phantom VIII’i bir tuval olarak kullanarak Phantom’un olağanüstü yaşam öyküsünü ve onu şekillendiren insanları anlatıyor; Rolls-Royce’daki vizyonerlerden, efsanesinin oluşmasına katkıda bulunan sahiplerine kadar tüm hikayeyi kapsıyor. Bir yüzyıldır, Phantom isim plakası, Rolls-Royce’un yeteneklerinin zirvesini simgeliyor. Bu mirası onurlandırmak amacıyla hazırlanan son derece iddialı Private Collection, yeni teknikler sunuyor ve 40.000 saatten fazla emeğin ürünü olarak ortaya çıktı. Bu araç, Phantom’un hırs, sanatsal yaratıcılık ve tarihi ağırlık simgesi olarak statüsünü yeniden teyit ediyor.” Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

Gelişen İmplant Teknolojisi Yeniden Güldürüyor! Haber

Gelişen İmplant Teknolojisi Yeniden Güldürüyor!

Artık diş olmayan bölgelerde bile sabit köprü yapılabildiğini vurgulayan Protetik Diş Tedavisi Uzmanı Prof. Dr. İbrahim Berk Bellaz, “Kemik kaybedilmişse, hasta çok uzun yıllar damak protez kullanmışsa veya diş eti problemi yaşamışsa, arka bölgelere implant koymak bazen mümkün olmayabiliyor. Bu gibi durumlarda dört adet implantı özel pozisyonlarda yerleştirip hastaya bir sabit köprü yapılabiliyor.” dedi. Metal olmayan malzemeler sayesinde protezlerin daha doğal ve estetik göründüğünü ifade eden Prof. Dr. Bellaz, uzun süreli protez kullanımında bile hastaların günlük hayatlarını konforlu şekilde sürdürebildiklerini aktardı. Üsküdar Üniversitesi Diş Hastanesi Protetik Diş Tedavisi Uzmanı Prof. Dr. İbrahim Berk Bellaz, diş kaybı yaşayan kişiler için implant ve protez teknolojilerinin gelişimi, estetik ve fonksiyonel avantajları ile doğru protez planlamasının öneminden bahsetti. Diş protezinin amacı estetik, fonksiyon, konuşma ve dokuların sağlığının korunması! Kaplamalar, çıkarılabilen protezler ve yapılan bütün suni yapıların protez olarak adlandırıldığını aktaran Prof. Dr. İbrahim Berk Bellaz, “Diş protezi kullanımında amaç estetik, fonksiyon, konuşma ve dokuların sağlığının korunmasıdır.” dedi. Teşhis doğru yapıldığı takdirde sorunun düzeltilebileceğini aktaran Prof. Dr. Bellaz, “Fakat teşhis yanlış yapıldıysa hatayı düzeltmek mümkün olamayabilir. O nedenle doğru bilgi ve imkânlarla teşhisin doğru konulması çok önemlidir.” uyarısında bulundu. Protez yapılacak her dişin, yüz ile uyumlu olması gerekir! Hareketli protezler de dahil, yapılacak protezlerde gülüş tasarımının çok önemli olduğunun altını çizen Prof. Dr. İbrahim Berk Bellaz, “Doğduğumuzda 7-12 yaş arasında dişlerimiz çıkar, bu dişler 20 yaşından sonra yavaş yavaş aşınmaya başlar ve gitgide boyları kısalır, formu değişir, kasların ve dudakların yapıları değişir, vücut formu değişir.” dedi. Dolayısıyla protez yapılacak her dişin, özellikle ağızın bütünü ele alınıyorsa, yüz ile uyumlu olması gerektiğini kaydeden Prof. Dr. Bellaz, “Bu da sadece göz kararı ile yapılmaz. Hastanın fotoğrafları alınır, profesyonel programlar üzerinde değerlendirilir ve protezin hastanın yüzü ile uyumlu olması için yapılacaklar gözden geçirilir. Bu sürece ‘gülüş tasarımı’ denir. Hastaya herhangi bir müdahale edilmeden öncesinde gülüş tasarımı yapılır ve hastanın onayı alınır. Böylelikle hasta, işlemler daha başlamadan sonucun ne olacağı hakkında bilgi sahibi olmuş olur.” şeklinde konuştu. Metal destek yerine metal olmayan malzemelerle doğal görünüm yakalanabiliyor! Porselenin çok eski tarihlerden bu yana kullanılmasına rağmen çok kırılgan olduğunu ve destek yapı gerektirdiğini hatırlatan Prof. Dr. İbrahim Berk Bellaz, “Bu yapı siyah renkte bir metal olduğundan dişteki şeffaflığı sağlamak zorlaşır, doğallık elde edilemez. Fakat gelişen teknoloji çeşitli altyapıların gelişimine de katkı sağladı. Artık metal destek yerine metal olmayan malzemeler kullanılmaya başlandı. Bu malzemeler ışık geçirgenliği sağlıyor. Yaprak krom denilen uygulamalar da bunun bir parçası.” açıklamasında bulundu. Kemik kaybı arka bölgelere implant koymayı zorlaştırıyor! Uzun süreli diş kaybının, çene kemiğinde sorunlara neden olabileceğine dikkat çeken Prof. Dr. İbrahim Berk Bellaz, sözlerine şöyle devam etti: “İmplantı yerleştirebilmek için bir temele ihtiyaç var. Kemik kaybedilmişse, hasta çok uzun yıllar damak protez kullanmışsa veya diş eti problemi yaşamışsa, arka bölgelere implant koymak bazen mümkün olmayabiliyor. Bu gibi durumlarda dört adet implantı özel pozisyonlarda yerleştirip hastaya bir sabit köprü yapılabiliyor. Hatta bu işlem o kadar hızlı yapılıyor ki, sabahtan tedavisine başlanan hasta öğleden sonra geçici dişini takmış olarak evine dönüp, akşam da yemek yiyebilir hale geliyor. Bu geçici dişler üç ay sonra porselen dişlerle değiştiriliyor. Hasta hiçbir sıkıntı yaşamadan takıldığı andan itibaren sabit protezini kullanabiliyor.” İmplantlar kemiğin olduğu yere yapılır! Hekimler için en önemli olan şeyin ağızdaki dokuların korunması olduğunu kaydeden Prof. Dr. İbrahim Berk Bellaz, “Hastanın geçmişte yaşadığı diş problemleri ve travmatik çekimler gibi nedenlerle dokularda kayıplar olabiliyor.” dedi. Damaklar erirken üst çenenin içeri, alt çenenin ise dışarı doğru eridiğini aktaran Prof. Dr. Bellaz, “İmplantlar da yapılırken kemiğin olduğu yere yapılır yani implant doğal dişin olduğu yerden daha içeride olmuş olur. Bu gibi durumlarda sabit köprü yapıldığında estetik olarak başarı ihtimali azalır. Bunun yerine hareketli protez daha uygundur. Fakat hasta, haklı olarak hareketli protez istemeyebilir. Bu durumda hibrit protezler kullanılır. İmplantlar arka taraflara sabit köprü şeklinde yerleştirilir, ön tarafta bir çubuk olur ve çubuğun üzerine takılıp çıkarılabilen bir protez kısmı yapılır. Böylece hasta yemek yerken ve günlük hayatında, sabit implant nasılsa öyle fonksiyon gösterir. Ön taraf ise takılıp çıkarılabilen protez olduğundan dudağı destekleyebilecek şekilde yapılabilir. Tek dezavantajı gece yatarken ön tarafların çıkarılma ihtiyacıdır.” ifadelerini kullandı. Diş olmayan yere implantlarla her durumda sabit köprü yapılabiliyor! “İmplant teknolojisinin gelişmesinden önce, imkânlar, sağlık durumu ve maddi durum ne olursa olsun insanlar takılıp çıkarılan protezleri kullanmaya mecburdu.” diyen Prof. Dr. İbrahim Berk Bellaz, sözlerini şöyle tamamladı: “İmplanttan sonra sabit köprü imkânı herkes için mümkün hale geldi. Köprü yapabilmek için iki tane destek gerekir. Eğer bu mümkün değilse hareketli protez uygulanır. Fakat günümüzde diş olmayan yere implantlar yerleştirilerek her durumda sabit köprü yapılabiliyor. Sabit köprü, implant ile yapıldığı takdirde doğal diş gibi çiğneyebilir. Ancak hareketli protez doğal dişin dörtte biri kadar çiğneyebilir. İmplant üstü protezlerle kişi, vefat edinceye kadar gençlikteki diş kalitesi konforunu yaşama imkânına sahip oluyor.” Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.