Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Kanser

Kapsül Haber Ajansı - Kanser haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Kanser haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

LÖSEV’den Öğretmenler Günü Kutlaması Haber

LÖSEV’den Öğretmenler Günü Kutlaması

Lösemili Çocuklar Sağlık ve Eğitim Vakfı LÖSEV’in Gönüllü öğretmenleri, İstanbul’da Radisson Collection Hotel Vadistanbul’da bir araya geldi. Etkinlikte LÖSEV’in eğitim çalışmalarını destekleyen ve deneyimlerini paylaşan gönüllü öğretmenlere teşekkür edildi. Program, Trend Grubu’nun müzik dinletisi ile başladı ve ardından İstanbul Drama Sanat Akademisi’nin buz kırıcı atölyesi ile katılımcılar arasındaki bağlar güçlendi. Etkinliğe ünlü eğitimci Ali Koç, online bağlantı ile katılarak Türkiye’de öğretmen olmanın anlamı ve gönüllülüğün çocukların hayatındaki rolü üzerine ilham verici paylaşımlarda bulundu. Konuşmanın ardından öğretmenler için düzenlenen ödül töreni, keyifli anlara sahne oldu. Buluşmanın en anlamlı bölümlerinden biri, LÖSEV’li çocukların hazırladığı resim sergisi oldu. Çocukların umut ve renk dolu dünyasını yansıtan eserler, katılımcılarda duygusal ve ilham verici anlar yarattı. Bu anlamlı günde, Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, Cumhuriyet tarihinin tüm değerli eğitimcileri saygı ve minnetle anıldı. Etkinlik sonunda, LÖSEV İnci Proje ekibi, vakfın çalışmaları ve iyileşmiş gençlerin öğretmenlerine teşekkürleriyle programı tamamladı. LÖSEV’den Türkiye Genelinde Farkındalık Projesi: LÖSEV İncileri Okullarda LÖSEV İnci Projesi, Türkiye genelindeki eğitim kurumlarında öğrencileri, velileri ve eğitim paydaşlarını lösemi ve kanser konusunda bilinçlendirmeyi amaçlıyor. Milli Eğitim Bakanlığı iş birliğiyle yürütülen proje kapsamında okullarda farkındalık seminerleri, sosyal sorumluluk etkinlikleri ve sağlıklı yaşam ile dayanışma odaklı çalışmalar gerçekleştiriliyor. Projede öğrencilerin gönüllülük ve sosyal sorumluluk bilinci destekleniyor. Gönüllü öğretmenlerin katkılarıyla her yıl daha fazla çocuğa ulaşılıyor. LÖSEV, bu yıl da eğitim ve öğretime verdiği desteği sürdürmeye devam ediyor. Eğitimcilerin katkıları, vakfın umut dolu adımlarına güç katıyor. Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

KOAH Hızla Yaygınlaşıyor! Haber

KOAH Hızla Yaygınlaşıyor!

Acıbadem Taksim Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Tülin Sevim “Son yıllarda hızla yaygınlaşan KOAH, solunum yollarında kalıcı tıkanıklık ve nefes darlığına yol açan, ilerleyici bir hastalıktır. Belirtileri arasında sürekli ve şiddetli öksürük, balgam ve nefes darlığı bulunan KOAH, günümüzde dünya genelinde 40 yaş üstü insanların yaklaşık yüzde 10’unda görülmektedir” diyor. Prof. Dr. Tülin Sevim, 19 Kasım Dünya KOAH Günü kapsamında yaptığı açıklamada, gençler arasında da özellikle sigara ve e-sigara kullanımının artması sonucu, tehlikenin hızla yaygınlaştığı KOAH hastalığını anlattı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu. Tek bir sigaranın dumanında 7 binden fazla kimyasal madde bulunuyor ve 70 tanesi de kanser yapıcı madde sınıfında yer alıyor. Üstelik, yapılan çalışmalar; sigara kullanmayıp, pasif içiciliğe maruz kalmanın da zarara yol açabildiğini ortaya koyuyor. O zararlardan birinin de, dünyada ölüm nedenleri arasında üçüncü sırada yer alan KOAH yani Kronik Obstrüktif Akciğer Hastalığı olduğunu vurgulayan Acıbadem Taksim Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Tülin Sevim şöyle konuşuyor: “Yapılan birçok çalışmada; aktif sigara içiminin KOAH gelişimi için en önemli risk faktörü olduğu kanıtlanmıştır. Son yıllarda yapılan çalışmalarda; pasif içiciliğin de KOAH gelişimine neden olduğu gösterilmiştir. 25 bin 592 hastayı kapsayan bir meta-analizde pasif içicilerde KOAH gelişme riskinin, pasif içici olmayan kişilere göre 2,25 kat arttığı saptanmıştır. Pasif içicilik yılda 1,2 milyon insanın ölümüne yol açmaktadır.” Pasif içicilik çocukları da, gençleri de vuruyor! Pasif içicilik, başkalarının içtiği tütün ürününden (sigara, puro, pipo, nargile vb) kaynaklanan dumanın solunması anlamına geliyor. Pasif içiciliğin özellikle çocukların akciğerlerine ve bağışıklık sistemine büyük zarar verdiğini belirten Prof. Dr. Sevim sözlerine şöyle devam ediyor: “Sigara dumanına maruz kalındığında; gözlerde tahriş, sulanma, yanma, baş ağrısı, burunda rahatsızlık, öksürük, boğaz ağrısı, nefes darlığı ve astım hastalığının alevlenmesi gibi şikayetler hemen ortaya çıkabilmektedir. Ebeveynleri sigara içen veya sigara içilen ortamlarda bulunan bebek ve çocuklar en riskli gruptur. Pasif içicilik çocukların akciğerlerine ve bağışıklık sistemine büyük zarar vermektedir, ani bebek ölümleri daha sık görülmektedir. Bu çocuklarda akut solunum yolu enfeksiyonları, bronşit, zatürre, orta kulak iltihabı ve astım atağı yaşıtlarına göre daha sıktır. İleri yaşlarda da akciğer hastalığına yakalanma riskleri daha fazladır. Pasif içicilik erişkinlerde de; kalp hastalığı, felç (inme), akciğer kanseri ve KOAH gibi hastalıklar için risk oluşturmaktadır. Sigara içmediği halde sigara dumanına maruz kalan kişilerde koroner arter hastalığı riski yüzde 25–30 artmıştır. Bu kişilerde felç riskinin de yüzde 20-30 arttığı bildirilmektedir.” Elektronik sigaranın yıkıcı tahribatı çok yüksek! Elektronik sigara ve ısıtılmış tütün ürünlerinin, son 10 yıl içinde tütün endüstrisi tarafından dünya genelinde ‘daha az zararlı’ olarak pazarlandığını ancak yapılan çalışmaların bunun tam tersine işaret ettiğini vurgulayan Prof. Dr. Sevim şöyle konuşuyor: “Yapılan araştırmalarda; elektronik sigaralarda 16 binden fazla çeşit tatlandırıcı saptanmıştır. Araştırmalarda, elektronik sigarayı denemiş gençlerin ve çocukların, daha sonra sigara içmeye başladığı; daha önce sigara içip bırakan yetişkinlerin ise elektronik sigara kullandıklarında yeniden sigaraya başlama risklerinin 4-6 kat arttığı gösterilmiştir. Elektronik sigara kullanan gençlerin sigara, esrar gibi diğer bağımlılıklara geçiş yaptığı da bildirilmektedir. Bu veriler, elektronik sigaraların, nikotin bağımlılığının sürmesine yol açtığının kanıtıdır. Nikotin, eroin, kokain gibi maddelerle eşdeğer bağımlılık gücüne sahip bir maddedir. Bu ürünlerin, en az geleneksel tütün ürünleri kadar ciddi boyutlarda sağlık zararları vardır.” Akciğerden kalbe, kanserden inmeye! Elektronik sigaralarda bulunan toksik kimyasal maddelerin solunum yollarında inflamasyon, bronşit, astım ve EVALI hastalığına neden olduğunu belirten Prof. Dr. Tülin Sevim “EVALI, elektronik sigara/vaping kullanımına bağlı gelişen akut akciğer hasarıdır ve ölüme neden olabilmektedir. Elektronik sigaranın zararları solunum yolları ile sınırlı kalmamaktadır” diyor. Elektronik sigara kullanımının pıhtılaşma bozuklukları, hipertansiyon, kalp hızının artması, ateroskleroz, mide bulantısı, ağız kuruluğu, kas titremesi, baş dönmesi, baş ağrısı, uyku bozuklukları gibi daha birçok soruna yol açabildiğini vurgulayan Prof. Dr. Sevim sözlerine şöyle devam ediyor: “Deneysel veriler, uzun süreli elektronik sigara kullanımının karaciğer, kalp ve böbreklerde hasara neden olduğunu göstermektedir. Elektronik sigaralarda yer alan aromatikler, sadece kendi başlarına bile, hücre ölümüne yol açabilmektedir. Ayrıca çalışmalarda elektronik sigara kullananlarda akciğer kanserinin kullanmayanlara göre daha sık görüldüğü gözlenmiştir. Dünya genelinde elektronik sigara ve ısıtılmış tütün ürünlerinin kullanımı, daha önce sigara içmemiş gençler arasında hızla artmaktadır.”

Uzun Yaşam Genetik mi, Seçim mi? Haber

Uzun Yaşam Genetik mi, Seçim mi?

Peki, uzun yaşamın sırrı nerede saklı? Genetik mi, yoksa yaşam tarzı mı daha belirleyici? “İnsan ömrünün yaklaşık %25-40’ı genetikle belirleniyor, geri kalan ise yaşam tarzı, çevresel faktörler ve tesadüflere bağlı” diyen Acıbadem Life Longevity’den İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Halil Ertürk, genetiğin yaşlanma üzerindeki etkilerini ve epigenetikle birlikte sağlıklı yaşam alışkanlıklarının bu süreci nasıl değiştirdiğini anlattı. Genetik, Piyanonun Tuşlarıysa; Epigenetik, O Tuşlara Basan Piyanisttir Kimler uzun yaşar? Uzun yaşam aileden aldığımız bir miras mı yoksa çok daha fazlası mı? Bilimsel araştırmaların son yıllarda en çok yoğunlaştığı konuların başında uzun ve sağlıklı yaşam geliyor. Şimdiye kadar yapılan araştırmalara göre insan ömrünün yaklaşık yüzde 25 ila 40’ının genetik faktörlerle bağlı olduğu belirlendi. Peki ya geri kalan yüzde 60’lık kısımda etkili olan neydi? Acıbadem Bodrum Hastanesi’nde hizmete sunulan Acıbadem Life Longevity’den İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Halil Ertürk, yüzde 60’lık bu önemli kısımda çevresel koşulların, yaşam tarzı tercihlerinin ve rastlantısal etkilerle şekillendiğini belirtiyor ve “İyi bir genetik altyapıya sahipseniz bu ciddi bir avantajdır; ancak bu şansı en iyi şekilde değerlendirebilmek için epigenetik etkileri de anlamak gerekir. Genetiği, piyanonun tuşları gibi düşünebiliriz. O tuşlara hangi sırayla ve nasıl basılacağını belirleyen ise epigenetik mekanizmalardır. Besinler, toksinler, gazlar, radyasyon, egzersiz, uyku, stres ve enfeksiyonlar gibi çevresel faktörler bütününü ifade eden ekspozom, bu “piyanist”in notalarını oluşturur. DNA üzerindeki belirli bölgelerde gerçekleşen metilasyon ya da histon modifikasyonu gibi epigenetik düzenlemeler, genlerin aktif mi yoksa pasif mi olacağını belirler” dedi. UZUN YAŞAM “OLAĞANÜSTÜ GENLER”E BAĞLI! YA SİZDE YOKSA? Guinness rekorlarına göre dünyanın en uzun yaşayan insanı olarak geçen 122 yaşında hayatını kaybeden Jeanne Louise Calment’ten örnek veren Acıbadem Life Longevity İç Hastalıkları Uzmanı Dr. Halil Ertürk, “Bu kişi 117 yaşına kadar sigara içiyordu. Alkol ve çikolataya da oldukça düşkündü. Bazı kişiler olağanüstü genetik profile sahip olabilir” diye konuştu. Uzun ömürlü aileler incelendiğinde yaşlanmaya karşı koruyucu genetik profillerin, sağlıklı metabolizma ve düşük hastalık riskinin öne çıktığını söyleyen Uzm.Dr. Halil Ertürk, “Bu özellikler, uzun ve sağlıklı yaşamın aile içinde genetik olarak aktarılabildiğini gösteriyor. Uzun ömürlü ailelerin üyeleri, daha düşük kan şekeri, insülin ve trigliserid düzeyleri ile daha sağlıklı bir metabolik profile sahip. Bu özellikler, yaşlanmaya bağlı hastalıkların gecikmesini ve daha uzun sağlıklı yaşam süresini destekliyor. Bu ailelerde Alzheimer, diyabet, kalp yetmezliği gibi yaşa bağlı hastalıkların görülme sıklığı daha düşük. Ayrıca, kanser gibi hastalıklara karşı hem daha dirençli hem de hastalık sonrası daha dayanıklı oldukları gözleniyor. Bu ailelerde, sağlıklı yaşam süresini uzatan, bir kısmı büyük oranda doğrulanmış, bir kısmı kısmen doğrulanmış bazı genler ön plana çıkıyor” dedi. İŞTE UZUN YAŞAM GENLERİ APOE2: Bu varyant, Alzheimer ve kalp hastalığı riskini azaltıyor. FOXO3a: Hücrelerin strese karşı direncini artıran ve DNA onarımını destekleyen bir "hücre bekçisi" olarak görev yapar. CETP ve APOC3: Bu genlerin belirli varyantları, iyi kolesterol (HDL) seviyelerini artırıp trigliseritleri düşürerek kalp-damar sağlığını korur. IGF-1R ve d3GHR: Büyüme sinyallerini yöneten bu genlerin düşük aktiviteli varyantları, metabolizmanın yavaşlamasına ve yaşam süresine katkıda bulunur. Sirt6: Yaşlanma karşıtı bir "Sirtuin" geni olan Sirt6, DNA hasarlarını onararak genomun sağlıklı kalmasını sağlar. NE ZAMAN YAŞLANACAĞINIZI SAĞLIK YÖNETİMİNİZ BELİRLİYOR! Genetik yatkınlığın kronolojik (takvim) yaşımızdan farklı olan biyolojik yaşımızı doğrudan etkilediğini belirten Uzm. Dr. Halil Ertürk, “Özellikle DNA onarımı ve genom stabilitesi ile ilgili genler, yaşlanma hızımızda kritik rol oynar. Yaşlandıkça, genetik etkiler çevresel faktörlerle daha fazla etkileşime girer. Özellikle uyku kalitesi ve beslenme gibi faktörler, genetik riskin yüksek olduğu kişilerde bile yaşlanma hızını yavaşlatabilir. Genetik yatkınlık yaşlanma sürecini şekillendirse de, sağlıklı yaşam tarzı seçimleri genetik riskleri yönetmenin, uzun ve sağlıklı bir yaşam sürmenin en etkili yoludur” dedi. 8 HAFTADA 4,6 YIL GENÇLEŞMEK MÜMKÜN MÜ? Yaşam tarzı odaklı yalnızca 8 haftalık bir müdahale programında, DNA metilasyon saati kullanılarak ölçülen biyolojik yaşın ortalama 4,6 yıl geriye çekilebildiğinin gösterildiğini söyleyen Uzm. Dr. Halil Ertürk, “Bu da genetik kodumuzu değiştiremesek bile, genlerin nasıl çalışacağını etkileyen epigenetik düzenlemeleri yönlendirebileceğimizi ortaya koyuyor. Sağlıklı beslenme, egzersiz, kaliteli uyku, stres yönetimi ve çevresel toksinlerden uzak durmak gibi alışkanlıklar, genetik riskiniz ne olursa olsun yaşam süresini uzatabilir ve yaşam kalitesini artırabilir” diye konuştu. Genetik müdahalelerin, gelecekte yaşlanma sürecini yavaşlatmak hatta tersine çevirmek için önemli bir araç haline gelebileceğine dikkat çeken Acıbadem Life İç Hastalıkları Uzmanı Dr.Halil Ertürk, “Bu fikir artık bilim kurgu olmaktan çıktı. Bugün laboratuvar ortamında deneysel olarak uygulanan genetik tedaviler, yaşlanmanın kök nedenlerini hedef alarak biyolojik yaşı geri çekme potansiyeli taşıyor” dedi. YAŞLANMAYI GECİKTİRMEYİ HEDEFLEYEN GENLER Telomeraz: Hücre bölünmesiyle kısalan telomerleri (kromozom uçları) uzatarak hücresel yaşlanmayı yavaşlatır. Özellikle kök hücre ve bağışıklık sistemi hücrelerindeki yaşlanmanın tersine çevrilmesi bütün vücutta gençleşme etkisini oluşturur. Follistatin: Kas büyümesini engelleyen Myostatin proteinini bloke ederek yaşa bağlı kas kaybını (sarkopeni) önler. Klotho: Özellikle beyin sağlığını korur ve Alzheimer ile ilişkili Amiloid-β plaklarını azaltmaya yardımcı olabilir. PGC-1a: Hücrelerimizin enerji santrali olan mitokondrilerin fonksiyonunu iyileştirerek yaşlanmaya bağlı enerji düşüşünü hedefler.

Türkiye’de Hepatit C’nin Gerçek Yüzü Haber

Türkiye’de Hepatit C’nin Gerçek Yüzü

1 Ekim Dünya Hepatit Bilinçlendirme Günü kapsamında farkındalık çağrısı yapan uzmanlar, Türkiye’de yaklaşık yarım milyon kişinin Hepatit C taşıdığını bilmeden yaşadığını vurguluyor. Gastroenteroloji ve Hepatoloji Hekimi Uzm. Dr. Halil Onur Özarı, özellikle hastalığın sessiz ilerlemesi nedeniyle tanı konulmasının geciktiğini ve bu nedenle erken taramanın hayati önem taşıdığını belirtiyor. Türkiye’de 750 Bin Kişiye Kadar Hepatit C Taşıyıcısı Olabilir T.C. Sağlık Bakanlığı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü’nün yayımladığı “Türkiye Viral Hepatit Programı” verilerine göre, anti-HCV pozitiflik oranı yüzde 0,5–1 aralığında. Bu oran, ülkemizde yaklaşık 350.000 ila 750.000 kişinin Hepatit C virüsüyle enfekte olduğu anlamına geliyor. Uzm. Dr. Halil Onur Özarı, bu yüksek sayıya rağmen çoğu hastanın enfekte olduğunun farkında bile olmadığını ifade ediyor. Yapılan araştırmalar, enfekte bireylerin yüzde 70-80’inin hastalıklarından habersiz olduğunu gösteriyor. Bu da demek oluyor ki yaklaşık 500 binden fazla kişi virüsü taşımasına rağmen tanı almamış durumda. Belirti Vermeden İlerliyor, Karaciğeri Sessizce Yok Ediyor Hepatit C genellikle yıllarca hiçbir belirti vermeden vücutta kalabiliyor. Ancak bu süreçte karaciğer hücrelerinde geri dönüşü olmayan tahribatlar meydana geliyor. Hastalık zamanla siroz, karaciğer yetmezliği ve karaciğer kanserine dönüşebiliyor. Uzm. Dr. Özarı, özellikle halsizlik, iştahsızlık, bulantı, ciltte sararma gibi belirtilerin ihmal edilmemesi gerektiğini vurguluyor. Hastaların bu belirtileri basit rahatsızlıklarla karıştırmasının tanıyı geciktiren en büyük nedenlerden biri olduğunu ifade ediyor. En Riskli Gruplar Kimler? Basit Bir Kan Testi Hayat Kurtarabilir Hepatit C kan yoluyla bulaşan bir virüs olduğu için bazı bireylerin riski çok daha yüksek. Özellikle: 1996 öncesi kan nakli yapılanlar,Enjektör paylaşımı olan kişiler,Steril olmayan ortamlarda dövme/piercing yaptıranlar,Hemodiyaliz hastaları ve organ nakli geçirenler risk altında. Uzm. Dr. Halil Onur Özarı, bu kişilerin zaman kaybetmeden anti-HCV testi yaptırmalarının büyük önem taşıdığını belirtiyor. Günümüzde birçok sağlık kuruluşunda bu testin hızlı ve kolay şekilde yapılabildiğini hatırlatıyor. Tedavi Mümkün, Yeter ki Erken Tanı Konulsun Günümüzde Hepatit C tedavisinde yüksek başarı oranlarına sahip antiviral ilaçlar kullanılıyor. Dr. Özarı, “Yeni nesil ilaçlarla hastalığın tamamen tedavi edilmesi mümkün. Ancak bunun için önce tanı koymak şart” diyerek düzenli kontrollerin önemine dikkat çekiyor. Bilimsel verilere göre Türkiye’de yaklaşık 360.000 viremi (aktif virüs) pozitif birey olduğu tahmin ediliyor ve bu kişiler uygun tedaviyle sağlığına kavuşabilir. “Habersiz Taşıyıcılık” Halk Sağlığı İçin Büyük Risk Uzm. Dr. Halil Onur Özarı, Hepatit C’nin en tehlikeli yönünün bireyin virüsü taşımasına rağmen hastalığının farkında olmaması olduğunu belirtiyor. “Virüs taşıyıcısı olduğunu bilmeyen bireyler hem kendi sağlıklarını riske atıyor hem de toplumsal bulaşın sürmesine neden oluyor” diyen Dr. Özarı, toplumsal tarama programlarının artırılması gerektiğini vurguluyor. 1 Ekim Dünya Hepatit Bilinçlendirme Günü: Fark Et, Tanı Al, Korun! Dünya Sağlık Örgütü’nün “Hepatiti Eliminasyonla Durdur” çağrısına destek olmak için Türkiye’de de her yıl 1 Ekim’de hepatit hastalıklarına karşı toplumsal bilinçlendirme çalışmaları yapılıyor. Dr. Özarı, bu özel günün amacının yalnızca farkındalık yaratmak değil, insanların hastaneye başvurmasını, test yaptırmasını ve tanı almasını sağlamak olduğunu belirtiyor. Bu Sessiz Tehlikeye Karşı Bilinçlenme Şart Türkiye’de Hepatit C taşıyıcısı olan yarım milyona yakın kişinin hastalığından habersiz yaşaması, toplum sağlığı açısından büyük risk taşıyor. Ancak basit bir kan testiyle bu zinciri kırmak ve hastalığın önüne geçmek mümkün. Çakmak Erdem Hastanesi'nde görev yapan Gastroenteroloji ve Hepatoloji Hekimi Uzm. Dr. Halil Onur Özarı, bireyleri özellikle risk grubundalarsa gecikmeden test yaptırmaya davet ediyor. Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

Bu Kanserin Belirtileri, Üst Solunum Yolu Enfeksiyonu İle Karışabiliyor! Haber

Bu Kanserin Belirtileri, Üst Solunum Yolu Enfeksiyonu İle Karışabiliyor!

Gırtlak kanserinin (larenks kanseri) belirtilerinin çoğunlukla üst solunum yolu enfeksiyonu ile karışabildiği, bu nedenle tanıda geç kalınabildiği uyarısında bulunan Doç. Dr. Yılmaz, özellikle 3 haftadan uzun süren ses kısıklığı ve boğazda takılma hissinin mutlaka araştırılması gerektiğini vurguluyor. KBB Uzmanı Doç. Dr. Yetkin Zeki Yılmaz, gırtlak kanserinde en sık görülen ve ihmale gelmez belirtileri sıraladı, önemli uyarılar ve önerilerde bulundu. Sigara ve alkol kullanımı, yapılan tüm bilimsel çalışmalarda gırtlak kanserinin önde gelen nedenleri arasında yer alıyor. Acıbadem Üniversitesi Atakent Hastanesi Kulak, Burun ve Boğaz Hastalıkları (KBB) Uzmanı Doç. Dr. Yetkin Zeki Yılmaz, “Gırtlak kanserinde en önemli risk faktörleri sigara ve alkol kullanımıdır. Bu ikisinin birlikte kullanılması ise riskin katlanarak artmasına neden olmaktadır. Sigara ve alkolün bırakılması larenks kanser riskini azaltsa da, genç popülasyonda ve kadınlarda sigara kullanım sıklığının artmış olması bu gruplarda görülen larenks kanserlerini arttırmaktadır. Özellikle genç bireylerde yaygınlaşan sigara kullanımının artması, gırtlak kanseri görülme yaşını maalesef erkene çekmiştir” diyor. Doç. Dr. Yılmaz, diğer önemli risk faktörlerine yönelik şöyle konuşuyor: “Güncel veriler; kötü beslenme alışkanlıkları, obezite, kontrolsüz diyabet gibi metabolik bozuklukların da larenks kanserine bağlı ölüm oranlarını arttırdığını göstermektedir. Özellikle 65 yaş üzeri olanlar, ailede gırtlak kanseri öyküsü bulunanlar, mesleki olarak asbest, boya, ahşap tozu ve metal dumanları gibi zehirli maddelere maruz kalanlar, gastro-özefageal reflü hastaları ve Human Papilloma Virüs (özellikle tip 16) bulunanlarda risk çok daha fazladır.” Gırtlak kanserinde bu belirtileri önemseyin! Gırtlak kanserinin en sık ses tellerinden kaynaklandığını, bu nedenle ses kısıklığının ilk ve en erken belirti olduğunu vurgulayan Doç. Dr. Yılmaz “Fakat gırtlağın üst kesiminden kaynaklanan tümörlerin belirtileri daha sinsi olup; yutma güçlüğü, boğazda takılma hissi vb müphem semptomlar ile kendini gösterebilir. Bu nedenle tanı alması gecikebilir. Kanlı balgam, nefes darlığı, boyunda şişlik gibi şikayetler sıklıkla ileri evreye işaret eder” diyor. Ses kısıklığı, yutma güçlüğü ve boğazda takılma hissi gibi belirtilerin larenks kanserine özel olmayıp, basit bir üst solunum yolu enfeksiyonunda bile görülebildiğini belirten Doç. Dr. Yılmaz sözlerine şöyle devam ediyor: “Önemli olan bu belirtilerin ne kadar süre olduğudur. Örneğin; 1 aydır geçmeyen boğazda takılma hissi veya 3 haftadan uzun süren ses kısıklığı gibi şikayetler mevcutsa ve özellikle kişinin sigara ya da alkol kullanımı, kötü beslenme alışkanlıkları vb risk faktörleri de varsa en kısa sürede bir KBB hekimine başvurmalıdır.” Erken tanı, tedavinin yöntemini belirliyor! Hastaların başlangıçta basit ses kısıklığı gibi olan bulgularının gecikildiğinde, nefes darlığı, kanlı balgam, ciddi beslenme problemleri, yutamama gibi sorunlara ilerleyeceğini belirten Doç. Dr. Yılmaz, “Bu durumda tedavi daha zorlu olacaktır. Kitlenin giderek büyümesi, gırtlakta tıkanmaya ve acil olarak nefes borusuna delik açılmasına (trakeotomi) neden olabilir” diyor. Erken tanının hayat kurtardığını vurgulayan Doç. Dr. Yılmaz, tanının muayenehane koşullarında ağrısız ve endoskopik olarak yapılabildiğini belirterek “Kişi ne kadar erken tanı alırsa tedavi seçenekleri de daha az girişimsel olacaktır. Her kanserde olduğu gibi larenks kanserinde de erken tanı, hem fonksiyonları korunmuş bir tedavi seçeneği sunar hem de hayat kurtarır” diye konuşuyor. Tedavide en güncel yöntemler KBB Uzmanı Doç. Dr. Yetkin Zeki Yılmaz, en güncel tedavi yöntemlerini şöyle anlatıyor: “Konuşma, yutma ve nefes alma larenksin temel görevidir. Erken evre tedavi yöntemlerinde bu fonksiyonların çok büyük kısmı korunabilmektedir. Erken evre tümörlerde tedavi yöntemleri; Trans-oral LAZER Cerrahisi (boğaza delik açılmadan ağız içerisinden, gırtlaktaki tümörün LASER ile çıkarılması), Trans-oral Robotik Cerrahi (boğaza delik açılmadan ağız içerisinden, gırtlaktaki tümörün robotik cerrahi ile çıkarılması), Açık Parsiyel Larenjektomiler (gırtlağın bir kısmı korunarak tümörlü bölgenin çıkarılması) veya Radyoterapidir. İleri evre tümörlerde ise birkaç tedavi yöntemi bir arada uygulanmaktadır. Gırtlağın tamamının alınması konuşma fonksiyonunun bir daha olamayacağı korkusuyla hastalarımız tarafından çekinilen bir cerrahi gibi gözükse de birçok hastamız bu cerrahi sonrası konuşma protezi aparatları ve özefageal konuşma (yemek borusundan konuşma) ile anlaşılabilir bir konuşmaya sahip olabilmektedirler.” Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

KAÇUV’un ‘Umudum Eğitim Bursu’ Başvuruları 1 Eylül’de Başlıyor Haber

KAÇUV’un ‘Umudum Eğitim Bursu’ Başvuruları 1 Eylül’de Başlıyor

Kanser tanısı almış çocuklara ve ailelerine maddi ve psikososyal destekler vermek amacıyla kurulmuş olan Kanserli Çocuklara Umut Vakfı (KAÇUV), çocukların ve gençlerin eğitimlerine de destek olarak gelecek hayallerine umut oluyor. KAÇUV’un, kanser tedavisi gören ve tedavisi tamamlanmış çocukların ve gençlerin eğitimlerinin yarım kalmaması için 2019 yılından bu yana yürüttüğü Umudum Eğitim Burs Programı‘nın 2025–2026 dönemi başvuruları, 1 Eylül Pazartesi günü başlıyor. 1–30 Eylül tarihleri arasında başvuruların kabul edileceği program, çocukların tedavi sürecinde eğitimlerini daha rahat sürdürebilmelerini sağlıyor. Eylül–Haziran dönemini kapsayan 10 ay boyunca öğrencilere verilen maddi desteğin yanı sıra, tüm kademelerde çevrim içi eğitimler, etkinlikler ve kişisel gelişim fırsatları ile öğrencilerin sosyal ve kültürel gelişimlerine de eşlik eden Umudum Eğitim Burs Programı sayesinde her çocuk, tedavi sürecinde dahi okuluna ve hayallerine bağlı kalabiliyor. Umudum Eğitim Burs Programı kapsamında üniversite öğrencilerine ayrıca staj ve mentorluk olanakları da sunuluyor. Her yıl 300 çocuğa burs veriliyor 0–18 yaşları arasında kanser tanısı almış, tedavisi devam eden veya çocukluk çağı kanserini geçmişte atlatıp tedavisini tamamlamış öğrenciler bu burs programına başvurabiliyor. Okul öncesi, ilkokul, ortaokul, lise ve üniversite öğrencilerinin başvurabildiği bu program kapsamında, 2024-2025 eğitim-öğretim döneminde, 52 farklı şehirden 5 okul öncesi, 70 ilkokul, 46 ortaokul, 55 lise ve 124 üniversite öğrencisi burs desteği aldı. İlk olarak 2019-2020 eğitim-öğretim yılında 13 üniversite öğrencisiyle başlayan Umudum Eğitim Burs Programı, her yıl ortalama 300 çocuğa burs vererek, çocukların ve gençlerin eğitim hayatlarının yarıda kalmamasını sağlıyor.

AstraZeneca’dan Kanserle Mücadelede Yeni Ufuklar Haber

AstraZeneca’dan Kanserle Mücadelede Yeni Ufuklar

AstraZeneca, onkoloji alanında dünyanın en büyük ve en etkili bilimsel etkinliklerinden biri olarak kabul edilen Amerikan Klinik Onkoloji Derneği (ASCO) Yıllık Toplantısı'nda güçlü ilaç portföyü ve araştırma aşamasındaki yenilikçi tedavilerine dair sunduğu yeni verilerle, kanseri ölüm nedeni olmaktan çıkarma hedefini bir adım daha ileri taşıdı. AstraZeneca, yedi yıl üst üste genel kurul sunumlarıyla yer aldığı bu prestijli platformda, 20 onaylı ve potansiyel yeni tedavi seçeneğini içeren 80'den fazla çalışma sundu. Şirket bu çalışmalarında, kanserle mücadelede geliştirdiği yeni tedavilerin olumlu etkilerini gösteren sonuçları paylaştı. Meme, mide, akciğer gibi yaygın kanserler için umut verici sonuçlar içeren bu çalışmalar, kanseri daha kontrol edilebilir bir hastalık haline getirme yolunda önemli gelişmeler olarak görülüyor. Küresel çapta 2030 yılına kadar onkoloji alanında 10 yeni ilaç geliştirmeyi hedefleyen şirket; akciğer, meme, jinekolojik kanserler, genitoüriner, gastrointestinal sistem ve kan kanserleri gibi en zorlu kanser türlerine yönelik sunduğu hedefli ve kişiselleştirilmiş tedaviler, onkoloji alanında yürüttüğü klinik araştırmalar ve bilimsel çalışmalarıyla kanser ekosistemine öncülük ediyor. Dünyanın önde gelen yenilikçi ve araştırmacı ilaç şirketlerinden biri olarak küresel gelirlerinin yaklaşık yüzde 25'ini AR-GE'ye ayıran AstraZeneca, yeni tedavilere ve AR-GE çalışmalarına en fazla yatırım yapan şirketler arasında yer alıyor. Konuyla ilgili açıklama yapan AstraZeneca Türkiye Ülke Başkanı Ecz. Serkan Barış, "ASCO'da sunduğumuz kanseri çalışmaları; yenilikçi ilaçlarımız ve araştırma portföyümüzle tedavileri nasıl dönüştürdüğümüzü bir kez daha gözler önüne serdi. AstraZeneca ilaçlarının bu yıl üst üste yedinci kez ASCO genel oturumunda konuşulması, olağanüstü başarılarımızın bir göstergesi olup onkoloji alanındaki lider portföyümüzün ve araştırma çalışmalarımızın çok sayıda kanser türünde ne kadar güçlü olduğunu da açıkça gösteriyor. Bilimin gücünü hastaların yararına kullanarak kanser tedavisinde ezberleri bozmaya ve yaşamları değiştirmeye devam edeceğiz.” dedi. Toplantı neden önemli? Amerikan Klinik Onkoloji Derneği (ASCO), 1964 yılında kurulmuş ve dünya genelinde yaklaşık 45 bin üyeye sahip, onkoloji alanında önde gelen profesyonel bir kuruluş. ASCO'nun yıllık toplantıları, onkoloji alanında dünyanın en büyük ve en etkili bilimsel etkinliklerinden biri olarak kabul ediliyor. Her yıl düzenlenen bu toplantılar, dünya genelinden onkoloji profesyonellerini bir araya getirerek binlerce klinik çalışmanın, yeni tedavi yöntemlerinin ve sağlık politikalarının sunulmasına olanak tanıyor. 2025 ASCO Yıllık Toplantısı da ABD'nin Chicago şehrinde gerçekleştirildi. Toplantıda onkoloji alanındaki en son araştırmaların sonuçları paylaşıldı.

 Jinekolojik kanserlerde erken teşhis hayat kurtarıyor! Haber

 Jinekolojik kanserlerde erken teşhis hayat kurtarıyor!

Kadın sağlığını tehdit eden en büyük risklerden biri jinekolojik kanserlerdir. Rahim (endometrium), rahim ağzı (serviks) ve yumurtalık (over) kanserleri, her yıl binlerce kadının hayatını etkileyen ciddi hastalıklardır. Ancak, erken teşhis ile bu kanserler büyük oranda tedavi edilebilir. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Op. Dr. Mehmet Bekir Şen, bu konuda kadınların farkındalık kazanmasının önemini vurguluyor: “Kadın hastalıklarında en büyük tehlike, belirti vermeyen sessiz hastalıklardır. Pek çok kadın, herhangi bir şikayeti olmadığında jinekolojik kontrolleri ihmal ediyor. Oysa birçok jinekolojik kanser, erken evrede tespit edildiğinde tamamen tedavi edilebilir. Bu yüzden rutin kontroller hayat kurtarır.” TÜRKİYE’DE VE DÜNYADA JİNEKOLOJİK KANSERLERİN GÖRÜLME SIKLIĞI Türkiye’de rahim kanseri, en sık görülen jinekolojik kanser türüdür. 2020 GLOBOCAN verilerine göre, Türkiye’de en sık görülen 10 kadın kanseri arasında rahim kanseri 6., rahim ağzı (serviks) kanseri ise 10. sıradadır. Dünya genelinde en sık görülen jinekolojik kanserlerden biri olan rahim ağzı kanserinin, Türkiye’de tarama programları sayesinde daha düşük sıklıkta görüldüğünü belirten Op. Dr. Mehmet Bekir Şen, konuyla ilgili şunları söylüyor: “Rahim ağzı kanseri, HPV tarama programları sayesinde Türkiye’de birçok ülkeye kıyasla daha düşük oranlarda görülüyor. Ancak bu, taramaların aksatılabileceği anlamına gelmez. HPV taşıyıcılığı olan kadınlar düzenli takip edilmezse, hastalık ilerleyebilir ve ölümcül hale gelebilir.” Buna karşın, yumurtalık kanseri hâlâ geç teşhis edilmesi nedeniyle en riskli jinekolojik kanserlerden biri olmaya devam etmektedir. JİNEKOLOJİK KANSERLERDE RİSK FAKTÖRLERİ Her jinekolojik kanserin farklı risk faktörleri vardır. Op. Dr. Mehmet Bekir Şen, en sık görülen jinekolojik kanserlerin nedenlerini şöyle açıklıyor: •  Endometrium (rahim) kanseri: “Bu kanser türü, genellikle menopoz sonrası kadınlarda görülür. Obezite, diyabet, yüksek östrojen seviyesi, erken adet görme veya geç menopoza girme gibi faktörler riski artırır.” •  Serviks (rahim ağzı) kanseri: “HPV enfeksiyonu en büyük risk faktörüdür. Bunun yanı sıra, sigara kullanımı, erken yaşta cinsel ilişki ve bağışıklık sisteminin zayıf olması riski artıran faktörler arasında yer alır.” • Over (yumurtalık) kanseri: “Bu kanserin en büyük risk faktörlerinden biri genetik yatkınlıktır. BRCA1 ve BRCA2 gen mutasyonlarına sahip kadınlarda, yumurtalık kanseri riski %40-60 oranında artar. Ayrıca ileri yaş, uzun süre doğurganlık artırıcı tedaviler görmek ve ailesinde kanser öyküsü olması da riski artırır.” JİNEKOLOJİK KANSERLERDEN KORUNMA YOLLARI Jinekolojik kanserlerden korunmanın en etkili yolu, düzenli taramalar ve sağlıklı yaşam alışkanlıklarıdır. Op. Dr. Mehmet Bekir Şen, kadınların bu konuda alabileceği önlemleri şöyle sıralıyor: •  Rutin Jinekolojik Muayeneler: “Cinsel hayata başladıktan sonra her kadının yılda en az bir kez jinekolojik muayene olması gerekiyor. 21 yaşından itibaren PAP smear, 30 yaşından sonra ise HPV testleri ile düzenli tarama yapılmalıdır.” •  HPV Aşısı: “HPV enfeksiyonu rahim ağzı kanserinin %99’undan sorumludur. HPV aşısı 9-26 yaş arasında yapılması önerilse de, 45 yaşına kadar koruyuculuğu devam etmektedir. Hatta 45 yaş üstünde bile pozitif etkileri olduğu görülmüştür.” •  Sağlıklı Beslenme ve Egzersiz: “Düzenli egzersiz yapmak, ideal kiloda kalmak ve sağlıklı beslenmek, özellikle östrojen bağımlı tümörleri önlemek için büyük önem taşır.” • Sigara ve Alkol Tüketimini Azaltmak: “Sigara, özellikle rahim ağzı kanseri için büyük bir risk faktörüdür. Kadınların sigarayı bırakması, kansere yakalanma riskini ciddi şekilde azaltacaktır.” TARAMA PROGRAMLARININ ÖNEMİ VE TÜRKİYE’DEKİ UYGULAMALAR Türkiye’de, 30-65 yaş arasındaki kadınlara her 5 yılda bir HPV + smear testi ücretsiz olarak yapılmaktadır. Ancak katılım oranları halen istenen seviyelerde değildir. Op. Dr. Mehmet Bekir Şen, bu konuda kadınların bilinçlendirilmesi gerektiğini vurguluyor: “Kadınların büyük bir kısmı, tarama programlarından haberdar değil ya da gerekli görmediği için test yaptırmıyor. Oysa, serviks kanseri erken evrede yakalandığında %90’ın üzerinde başarıyla tedavi edilebiliyor. Bilinçlendirme kampanyaları, mobil sağlık hizmetleri ve HPV aşısının yaygınlaştırılması ile daha fazla kadına ulaşabiliriz.” GERÇEK BİR HAYAT HİKAYESİ: “HİÇBİR BELİRTİ YOKTU, AMA RUTİN KONTROL HAYATINI KURTARDI” Jinekolojik kanserlerin en büyük tehlikesi, bazı türlerin uzun süre hiçbir belirti vermeden ilerleyebilmesidir. Op. Dr. Mehmet Bekir Şen, bir hastasının yaşadığı süreci şu sözlerle anlatıyor: “34 yaşında, tamamen sağlıklı görünen bir hastam, yalnızca adet düzensizliği şikayetiyle muayeneye geldi. Fiziksel muayenesinde hiçbir olağan dışı bulgu yoktu. Ancak içimdeki mesleki içgüdüyle, ‘Yine de bir smear testi yapalım’ dedim. Sonuçlar geldiğinde hepimiz büyük bir şok yaşadık: Rahim ağzı kanseri teşhisi konulmuştu. Şanslıydı. Çok erken evrede yakaladık ve hızlıca tedavi sürecine başladık. Eğer bu tarama yapılmasaydı, büyük olasılıkla yıllar sonra çok daha ileri bir evrede teşhis edilecekti. Bugün sağlıklı ve hayatına kaldığı yerden devam ediyor. Bu olay, erken teşhisin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi.” KADINLAR İÇİN EN BÜYÜK GÜÇ ERKEN TEŞHİSTİR! Kadınların düzenli jinekolojik kontrolleri ihmal etmemesi, HPV aşısı yaptırması ve sağlıklı bir yaşam tarzı benimsemesi, jinekolojik kanserlerin önlenmesinde en önemli adımdır. Op. Dr. Mehmet Bekir Şen, tüm kadınlara şu çağrıyı yapıyor: “Şikâyetiniz olmasa da yılda bir kez jinekolojik muayene yaptırın. Unutmayın, erken teşhis hayat kurtarır!”

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.