Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Psikolojik Destek

Kapsül Haber Ajansı - Psikolojik Destek haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Psikolojik Destek haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

 Deprem Bölgesindeki Gençlere  Fırsat Eşitliği İçin Teknoloji Desteği Haber

 Deprem Bölgesindeki Gençlere  Fırsat Eşitliği İçin Teknoloji Desteği

“İyilik bulaşıcıdır” motivasyonuyla TÜBİSAD tarafından başlatılan TEK/TES projesi, bölgede dijital kapsayıcılığı güçlendirmeyi hedefliyor. Bu kapsamda kurulan 27’nci Teknolojik Eğitim Sınıfı, Softtech’in desteğiyle öğrencilerle buluştu. İş Bankası’nın yapımını üstlendiği İş Bankası Defne Anadolu Lisesi bünyesinde hayata geçirilen sınıf, öğrencilere bilişim, kodlama ve yaratıcı teknoloji uygulamalarını deneyimleme fırsatı sunuyor. Türkiye’nin öncü teknoloji şirketi Softtech ise sınıfın teknoloji altyapısının kurulumu, bilgisayar ve uygulama ekipmanlarının temini ile eğitsel materyallerinin kazandırılmasını üstlendi. Okulda 380’i kız, 235’i erkek olmak üzere toplam 615 öğrenci eğitim görüyor. Yeni açılan Teknolojik Eğitim Sınıfı, bilişim teknolojileri ve yazılım derslerinde aktif olarak kullanılacak. Bilişim donanımlarının yanı sıra, bilişim, kodlama ve iletişim kitaplarının yer aldığı bir kütüphane oluşturularak öğrencilerin teknoloji odaklı öğrenme süreçleri desteklendi. Hatay Valisi Sayın Mustafa Masatlı’nın katılımıyla gerçekleştirilen açılışta, İş Bankası Genel Müdürü Hakan Aran, İş Bankası Genel Müdür Yardımcısı ve Softtech Yönetim Kurulu Başkanı Sabri Gökmenler, İş Bankası Genel Müdür Yardımcıları Suat E. Sözen ve Mehmet Celayir, Softtech Genel Müdürü M. Bülent Özçengel ile TÜBİSAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcıları Murat Boyla, Işıl Kılınç Gürtuna ve Emre Hantaloğlu, 19 Kasım Çarşamba günü Teknolojik Eğitim Sınıfı’nı ziyaret ederek okul yönetimi ve öğrencilerle bir araya geldi. Softtech Genel Müdürü M. Bülent Özçengel deprem bölgesindeki gençlerin eğitim yolculuğunda yanlarında olmanın geleceğin Türkiye’si için en anlamlı desteklerden biri olduğunu vurguladı. Özçengel, “TÜBİSAD iş birliğiyle hayata geçen bu sınıf ile gençlerin yetkinliklerine katkı sunmak, onları dijital dünyanın aktif bireyleri haline getirmek istiyoruz. Geçtiğimiz yıl Softtech Gönüllüleri’nin sahnelediği tiyatro projemizle bölgedeki ortaokul öğrencilerinin eğitimlerine destek olduğumuzda da amacımız aynıydı: Fırsat eşitsizliğini azaltan, sürdürülebilir ve dönüştürücü bir öğrenme deneyimine katkıda bulunmak” diye konuştu. TÜBİSAD Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Murat Boyla, “TEK/TES projesiyle gençlerin teknolojiye erişimini artırmak, dijital becerilerini geliştirmek ve fırsat eşitliğini güçlendirmek için kararlı bir şekilde çalışıyoruz. 27’nci Teknolojik Eğitim Sınıfı’nı açarak bu hedef doğrultusunda önemli bir adım daha attık. Bu projenin hayata geçmesine katkı sunan Softtech’e iş birlikleri için teşekkür ediyoruz. Türkiye’nin dört bir yanında teknolojiye erişimde dezavantajlı bölgeler ve bireyler için kalıcı, sürdürülebilir çözümler üretmeye; eğitim altyapı projelerimizle ülkemizin kalkınmasına katkı sağlamaya devam edeceğiz” dedi. Türkiye'nin geleceğini teknolojiyle güçlendiren ortaklık TÜBİSAD’ın deprem bölgesinde yürüttüğü Teknolojik Eğitim Sınıfları projesi, gençlerin teknolojiye erişim, dijital beceri kazanımı ve üretim kültürüyle buluşması için kalıcı öğrenme alanları oluşturuyor. Bu sınıflar, öğrencileri yalnızca teknolojiyi kullanan tüketiciler değil, tasarlayan, üreten ve keşfeden bireyler olmaya teşvik ediyor. Öğretmenlerin, yerel paydaşların ve gönüllü uzmanların katkılarıyla yürütülen atölyeler, kodlama eğitimleri ve proje geliştirme çalışmaları sayesinde Teknolojik Eğitim Sınıfları, bir öğrenme mekânından çok, bir üretim ve gelişim merkezine dönüşüyor. Teknolojiyle donatılmış mobil veya sabit konumlandırılan sınıflar olan ve her biri 20 öğrenci kapasitesine sahip TEK ve TES'ler, öğrencilerin teknoloji eğitimlerinin yanı sıra farklı yaş gruplarının çeşitli bilişim, sosyal ve kültürel aktiviteleri, meslek edindirme kursları ve psikolojik destek sunarak ‘Dönüşümlü Eğitim Merkezi’ olarak da kullanılıyor. Proje, Birleşmiş Milletler’in Nitelikli Eğitim, Eşitsizliklerin Azaltılması, İnovasyon ve Amaçlar İçin Ortaklık ilkeleri ve Türkiye’nin toplumsal kalkınma hedefleriyle de uyumlu ilerliyor.

Her Yıl 2 Bin Çocuk TİP 1 Diyabetle Tanışıyor Haber

Her Yıl 2 Bin Çocuk TİP 1 Diyabetle Tanışıyor

Toplantıda, çalışma hayatında önyargılarla mücadele etmek zorunda kalan diyabetli bireyler için de alınabilecek pratik önlemlere değinildi. Diyabetin en hızlı arttığı ülkeler arasında olan Türkiye’de, hem çocukluk çağı hem de erişkin diyabetine ilişkin en güncel gelişmeler, Koç Üniversitesi Hastanesi’nde “14 Kasım Dünya Diyabet Günü”nde düzenlenen toplantıda, alanında uzman isimler tarafından ele alındı. Çocukluk çağı ve erişkin diyabetine ilişkin önemli bilgilerin paylaşıldığı toplantının açılışını Koç Üniversitesi Hastanesi Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Uzm. Prof. Dr. Gül Yeşiltepe Mutlu yaptı. Toplantıda, Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Bilim Dalı Bşk. Prof. Dr. Şükrü Hatun “Diyabetli Çocukların Durumu 2025 Raporu”nu ilk kez açıkladı. Koç Üniversitesi Hastanesi Endokrinoloji, Diyabet ve Metabolizma Hast. Uzm. Prof. Dr. Oğuzhan Deyneli, “Erişkin Diyabetlilerin Hakları ve İşyerinde Diyabetle Yaşam” konusunda önemli bilgiler paylaştı. Diyabetli çocukların aileleri de “Anne ve Babaların Dilinden Diyabetli Çocukların Dünyası ve İhtiyaçları” konusunda kendi deneyimlerini aktardı. Türkiye’de 30 bin diyabetli çocuğumuzun acil destek ihtiyacı var Koç Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Endokrinolojisi ve Diyabet Bilim Dalı Bşk. Prof. Dr. Şükrü Hatun, Diyabetli Çocuklar Vakfı (DİYAÇEV) tarafından hazırlanan “Diyabetli Çocukların Durumu 2025 Raporu”na dikkat çekti. Prof. Dr. Hatun: “Türkiye’de 30 bin diyabetli çocuğumuz var ve her yıl yaklaşık 2 bin çocuğumuz Tip 1 diyabet tanısı alıyor. Tip 1 diyabet, çocukluk çağında ani başlayan, sebebi bilinmeyen ve yaşam boyu insülin tedavisi gerektiren bir durumdur. Zamanında tanı ve doğru bakım sağlandığında diyabetli çocuklar sağlıklı bir yaşam sürebilirler, ancak tanı gecikmeleri, eğitim eksiklikleri ve tedaviye erişimdeki eşitsizlikler ciddi sıkıntılara neden olabiliyor. Ayrıca, sosyal hayatta etiketlenmemek de büyük önem taşıyor. Bu nedenle ‘şeker hastası’ yerine ‘Tip-1 diyabetli’ ifadesi tercih edilmeli,” dedi. Prof. Dr. Şükrü Hatun, raporda dikkat çeken detaylarla ilgili şu bilgileri verdi: “Çocuk diyabet bakımında son yıllarda önemli ilerlemeler kaydedilse de, HbA1c düzeyleri hala hedeflerin üzerinde. Avustralya ve İsveç gibi ülkelerdeki merkezler ülke çapında hayata geçirdikleri programlarla 10 yıl içinde HbA1c seviyelerinde ortalama yüzde 6,7-6,8 aralığında kayda değer bir düşüş sağlamayı başardılar. Türkiye için de bu mümkün, diyabetli çocuklara yaşam boyu süren bütüncül bir yaklaşım sunabilirsek bunu başarabiliriz.” Diyabetin sadece glukoz kontrolü olmadığının ve diyabetli çocuklar için yaşam boyu süren bütüncül bir yaklaşıma ihtiyaç olduğunun altını çizen Prof. Dr. Şükrü Hatun, bu konudaki önerilerini de şöyle sıraladı: “Bu rapordaki veriler dikkate alınarak 5 yıllık bir ‘Çocukluk Çağı Diyabet Bakımının Geliştirilmesi Programı’nın yapılması çok önemli. Bu programda Doğu ve Güneydoğu Anadolu gibi dezavantajlı bölgelere ağırlık verilmesi kritik önem taşıyor. Özellikle çocukluk çağı diyabetlerinde diyetisyen son derece önemli oluyor. Her 500 Tip 1 diyabetliye bir diyetisyen sağlanmasını öneriyoruz. Yine, psikolojik destek de çok önemli. Çocuk diyabet ekiplerinin tümüne psikolog sağlanması kritik önem taşıyor. Diyabet teknolojilerinin tümünün ihtiyacı olan çocuklara ücretsiz olarak verilmesi çok önemli. Son yıllarda bütün dünyada ve ülkemizde kullanımı artan sensörler her 5 dakikada bir (günde 288 kez) ve acısız bir şekilde ölçüm yapabiliyor. Sensörler sayesinde glukoz seyrini video çeker gibi izlemek, yükseklik ve düşüklükleri önceden tahmin etmek, alarmlar sayesinde uyarılmak ve akıllı telefonlar üzerinden ailelerin çocuklarının glukozunu uzaktan izlemesi mümkün. Bu nedenle, başta sensörler olmak üzere, otomatik insülin pompaları ve sarf malzemelerinin de tüm çocukların adil erişiminin olması son derece kritik önem taşıyor. Ülke çapında kısa süreli, etkin eğitim programı olan diyabet kamplarının yaygınlaştırılması da yine önem taşıyor.” Türkiye erişkin diyabetinde Avrupa’da ilk sırada Türkiye’de diyabetin diğer ülkelere kıyasla hızla arttığına dikkat çeken Koç Üniversitesi Hastanesi Endokrinoloji, Diyabet ve Metabolizma Hast. Uzm. Prof. Dr. Oğuzhan Deyneli de, “Uluslararası Diyabet Federasyonu (IDF) verilerine göre Türkiye’de 9,6 milyon erişkin diyabetle yaşıyor, bu rakam Türkiye’yi Avrupa’da diyabetli erişkin sayısının en yüksek olduğu ülke konumuna getiriyor. Diyabetli nüfusumuzun artışıyla birlikte, özelikle iş bulma ve işyerinde güvenli çalışma aşamalarında diyabetli bireyler aleyhine önyargıların olduğunu duyuyoruz. Bu yıl IDF de Dünya Diyabet Günü temasını ‘Diyabet ve İşyeri’ olarak belirledi. Bu önyargıları kırmak ve negatif anlamda ayırımcılığı önlemek çok önemli,” dedi. Diyabetin doğru yönetildiğinde çalışma hayatını engelleyen bir sağlık durumu olmadığının altını çizen Prof. Dr. Oğuzhan Deyneli, işverenlerin ve çalışma arkadaşlarının da diyabet konusunda farkındalık sahibi olmasının diyabetlilerin iş yaşamını kolaylaştıracağının önemini dile getirdi. Prof. Dr. Deyneli, diyabet dostu şirketlerin aslında sağlık dostu olduklarının da altını çizdi. Toplumsal farkındalığın artması çok önemli Toplantıda diyabetli çocukların aileleri ve diyabetli çocuklar da söz alarak deneyimlerini paylaştı. Aileler, diyabetin doğru bilgi, düzenli takip ve bilinçli bir yaşam tarzıyla etkili bir şekilde yönetilebileceğini vurguladı. Aileler, benzer deneyimleri paylaşmanın hem çocuklara hem de ebeveynlere moral verdiğini, bu süreçte dayanışma ve karşılıklı desteğin büyük önem taşıdığını dile getirdi. Ayrıca, toplumsal farkındalığın artmasının hem tedavi sürecini kolaylaştıracağını hem de çocukların yaşam kalitesine olumlu katkı sağlayacağını ifade ettiler.

Türkiye’de Her 7 Çocuktan Biri Akran Zorbalığına Maruz Kalıyor! Haber

Türkiye’de Her 7 Çocuktan Biri Akran Zorbalığına Maruz Kalıyor!

Prof. Dr. Ülküer, “Akran zorbalığı, çocuğa karşı şiddetin önemli bir parçasıdır. Şiddet gören çocuklar, ilerleyen süreçte şiddet uygulamaya daha eğilimli hale gelirler.” dedi. Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Çocuk Gelişimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Nurper Ülküer, 10-14 Kasım Dünya Akran Zorbalığıyla Mücadele Haftası kapsamında çocuğa karşı şiddet ve akran zorbalığı ilişkisini değerlendirerek, bu yılın teması olan “İyiliğin Gücü” ne dikkat çekti. Çocuğa karşı şiddetin her biçimi devam ediyor Prof. Dr. Ülküer, geçtiğimiz yıl Kolombiya’nın başkenti Bogota’da düzenlenen Çocuğa Karşı Şiddetin Önlenmesi Küresel Bakanlar Toplantısı’nın birinci yıl değerlendirmesine değinerek, ülkelerin bu alanda attıkları adımları şöyle değerlendirdi: “Bir yıl önce ülkeler, çocuğa karşı şiddeti tamamen ortadan kaldırmak için taahhütlerde bulunmuştu. Dünya Sağlık Örgütü ev sahipliğinde yapılan çevrim içi toplantıda, bu sözlerin ne kadar yerine getirildiği konuşuldu. Birçok ülke, özellikle ‘fiziksel ceza’ konusunda ciddi yasal yaptırımlar getirdi. Şiddetin önlenmesi, izlenmesi ve farkındalık oluşturulması konusunda güçlü adımlar atıldı. Çocuğa karşı şiddetin her biçimi —ihmal, istismar, örseleme— insanlığın acilen çözmesi gereken bir sorun olmaya devam ediyor.” Çocuğun çocuğa karşı olan şiddeti, akran zorbalığı Çocuğun çocuğa karşı olan şiddeti yani akran zorbalığının yalnızca fiziksel bir şiddet türü olmadığını vurgulayan Prof. Dr. Ülküer, “Zorbalık, bir bireyin kasıtlı olarak ve tekrar eden biçimde bir başka kişiye zarar vermesi ya da onu rahatsız etmesiyle ortaya çıkar. Bu yalnızca fiziksel temasla değil, sözel saldırılar, dışlama veya dijital zorbalık gibi eylemlerle de gerçekleşebilir. Genellikle üç temel unsurla tanımlanır; niyet, süreklilik ve güç dengesizliği.” dedi. Türkiye’de her 7 çocuktan biri zorbalığa maruz kalıyor UNICEF’in 2024 raporuna göre, zorbalık davranışlarının çocukların yaşam kalitesini derinden etkilediğini kaydeden Prof. Dr. Ülküer, “Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2024 verileri de durumun ciddiyetini ortaya koyuyor. TÜİK’in 2024 araştırmalarına göre; 6-17 yaş arası her 7 çocuktan biri, birden fazla kez akran zorbalığına uğruyor. Özel gereksinimli çocuklar, akran zorbalığına maruz kalma açısından daha yüksek risk altında. Zorbalığa uğrayan çocukların okul devamsızlık oranları artıyor, akademik başarıları düşüyor ve yaşam boyu sürecek travmalar ortaya çıkabiliyor.” diye konuştu. Prof. Dr. Ülküer, bu tabloya dikkat çekerek, “Akran zorbalığı, çocuğa karşı şiddetin önemli bir parçasıdır. Şiddet gören çocuklar, ilerleyen süreçte şiddet uygulamaya daha eğilimli hale gelirler. Bu nedenle, çocuğa karşı şiddetin önlenmesi, akran zorbalığının da önlenmesi açısından kritik önemdedir.” ifadesinde bulundu. Güçlü ebeveynler zorbalığın önlenmesinde kilit rol oynuyor İngiltere merkezli Akran Zorbalığına Karşı Birliği (Anti Bullying Alliance-ABA) gibi kurumların çalışmalarına da değinen Prof. Dr. Ülküer, zorbalığın önlenmesinde en etkili stratejilerin başında ebeveynlerin güçlendirilmesinin geldiğini vurguladı. Prof. Dr. Ülküer, akran zorbalığının önlenmesinde en önemli faktörlerden birinin “güçlü ebeveyn-çocuk iletişimi” olduğunu ifade ederek, çocukların ilk öğretmenleri olan ebeveynlerin, bilinçli iletişim kurma becerilerini geliştirmelerinin, zorbalığın erken fark edilmesinde ve önlenmesinde hayati önem taşıdığını söyledi. Ebeveynlere akran zorbalığıyla mücadelede öneriler Ebeveynlere bu konuda bazı pratik öneriler sunan Prof. Dr. Ülküer, şöyle devam etti: “Çocuğunuzla sakin ve yargılamadan konuşabileceğiniz bir zaman ayırın. Açık uçlu sorular sorun; “Bana neler olduğunu anlatabilir misin?” gibi sorularla kendini ifade etmesini sağlayın. Duygusal değişimleri fark edin; okula gitmek istememesi, eşyalarının kaybolması gibi işaretlere dikkat edin. Zorbalığa uğrayan çocuğunuza bunun kendi suçu olmadığını, birlikte çözebileceğinizi hatırlatın. Zorbalığa tanık olan çocuğunuza iyiliğin önemini anlatın; yetişkine haber vermesini ve zorbalık görene destek olmasını teşvik edin. Zorbalığa karışan çocuğunuzla sakin konuşun; davranışının etkilerini anlamasına ve doğru davranışı öğrenmesine yardımcı olun. Okulla iş birliği yapın ve süreci birlikte takip edin. Empati ve saygı konusunda örnek olun; öfkelendiğinizde bile nazik ve anlayışlı davranarak model oluşturun.” Her okulda bir ‘zorbalık önleme sorumlusu’ bulunmalı Prof. Dr. Ülküer, akran zorbalığını önlemede okul sistemlerinin ve eğitim politikalarının önemini dile getirerek, “Öğretmenlerin meslek öncesi ve hizmet içi eğitimlerinde akran zorbalığıyla mücadeleye yer verilmesi gerekiyor. Her okulda bir ‘zorbalık önleme sorumlusu’ bulunmalı. Zorbalık olayları kayıt altına alınmalı ve ilgili kurumlara hızla bildirilmelidir. Ayrıca okullar, ebeveynlerle güçlü bir iletişim içinde olmalıdır.” dedi. Zorbalık yapan çocukların çoğu da geçmişin mağdurları Zorbalık döngüsünün kırılabilmesi için mağdurların yanı sıra zorbalık yapan çocuklara da psikolojik destek verilmesi gerektiğini vurgulayan Prof. Dr. Ülküer, “Şiddet şiddeti doğurur. Zorbalık yapan çocukların çoğu, geçmişte başka türden şiddetlerin mağdurları olmuştur. Bu nedenle, davranışlarının ardındaki nedenlerin araştırılması ve gerekli psikososyal desteğin sağlanması çok önemlidir.” ifadesinde bulundu. Akran Zorbalığını Önleme Fonu kurulmalı Prof. Dr. Ülküer, çözüm önerilerini ise şu şekilde sıraladı: “Politika odaklı araştırmalar yapılmalı; yalnızca “kim” ve “ne” değil, “neden” ve “nasıl” sorularına da yanıt aranmalı. İzleme ve değerlendirme çalışmaları, mevcut önleme programlarını bilimsel olarak gözden geçirmeli. Ulusal strateji planı ve bütçe, 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Amaçları doğrultusunda hazırlanmalı. Akran Zorbalığını Önleme Fonu kurulmalı; farkındalık çalışmalarının sürdürülebilirliği için kaynak oluşturulmalı.” İyiliğin gücünü kullanalım ve akran zorbalığının önüne geçelim Tüm bu gerekçelerden yola çıkarak, TBMM içinde başlatılan Çocuk Hareketi’nin Türkiye Büyük Millet Meclis’i bünyesinde Akran Zorbalığını Önleme Komisyonu kurduğunu ifade eden Prof. Dr. Ülküer, “Komisyon, katılımcı bir bakış açısıyla çalışmalarına başlamış bulunmaktadır. Bu önerilerin hayata geçirilmesinde önemli bir lokomotif olacaktır. Desteklenmesi gereken önemli bir adım. İyiliğin gücünü kullanalım ve akran zorbalığının önüne geçelim.” şeklinde sözlerini tamamladı.

Kanser Tedavisinde Ruhsal Destek Şart! Haber

Kanser Tedavisinde Ruhsal Destek Şart!

Tanı konulduğunda, birçok hastanın ilk anda yoğun bir şok, korku, inkar ve çaresizlik hissettiğini ifade eden Uzman Klinik Psikolog İpek Erol, “Bu süreçlerde çoğu hasta yıkıcı olumsuz düşüncelere kapılır. Bu düşünceler, kişinin geleceğe dair umudunu ve kontrol duygusunu zayıflatır.” dedi. Bu dönemde verilen psikolojik desteğin, duygusal yükü hafiflettiğini, tedaviye uyumu ve yaşam kalitesini artırdığını vurgulayan Erol, ruhsal destek olmadan yürütülen bir tedavinin eksik kaldığını aktardı. Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Uzman Klinik Psikolog İpek Erol, kanser tanısının hastalarda yarattığı psikolojik etkileri ve psikolojik desteğin tedavi sürecindeki önemini anlattı. Kanser tanısı, bedeni ve ruhu sarsan bir deneyim! Kanser tanısı almanın, insanın yaşamını yalnızca bedensel değil ruhsal anlamda da sarsan bir deneyim olduğunu dile getiren Uzman Klinik Psikolog İpek Erol, “Kişinin hayatındaki pek çok alanın yeniden yapılanmasıyla birlikte en temel inanç sistemleri de değişir.” dedi. Tanı konulduğunda, birçok hastanın ilk anda yoğun bir şok, korku, inkar ve çaresizlik hissettiğini ifade eden Erol, “Bu süreçlerde çoğu hastanın zihninde beliren yaygın otomatik düşünceler ‘artık eskisi gibi olamayacağım’ ya da ‘bunu hak ettim’ gibi yıkıcı olumsuz inançlardır. Bu düşünceler, kişinin geleceğe dair umudunu ve kontrol duygusunu zayıflatır. ‘Neden ben?’ sorusu zihinde yankılanırken, ölüm korkusu, belirsizlik, bedensel kontrolün kaybedilmesi ve sosyal rollerin değişmesi gibi faktörler duygusal yükü artırır.” şeklinde konuştu. Psikolojik destek, hastanın duygusal yükünü hafifleterek, tedaviye uyumunu artırıyor! Bu süreçte hastaların genellikle anksiyete, depresyon, öfke patlamaları, uyku bozuklukları, dikkat dağınıklığı, umutsuzluk ve sosyal izolasyon gibi psikolojik belirtiler yaşadığına dikkat çeken Erol, “Bu noktada psikolojik desteğin devreye girmesi, hem duygusal yükün hafiflemesi hem de tedavi sürecine uyumun artması açısından kritik bir önem taşır.” dedi. Bilimsel verilerin, psikolojik desteğin yaşam kalitesini artırdığını, bağışıklık sistemini güçlendirdiğini ve tedaviye uyumu arttırdığını ortaya koyduğunu kaydeden Erol, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ruhsal olarak iyi hisseden bir hastanın, kemoterapi ve radyoterapi gibi zorlu tedavi süreçlerine daha dayanıklı olduğu gözlenmiştir. Klinik deneyimlerde de sıkça görüldüğü üzere, psikoterapi desteği alan hastalar yan etkilerle daha iyi baş edebiliyor. İlaçlarını düzenli kullanıyor ve hastalığa rağmen günlük yaşam aktivitelerine devam edebiliyor. Psikolojik desteğin etkisi, beynin stres ve bağışıklık sistemleri arasındaki bağlantıyla da açıklanabilir; çünkü yüksek stres, kortizol düzeylerini artırarak bağışıklık sistemini zayıflatırken, duygusal dengeyi korumak bu biyolojik mekanizmayı da olumlu etkiler.” Psikoterapi, hastaların kontrol edilebilir yönlere odaklanmasını sağlar! Psikoterapinin kanser hastalarında sıkça görülen olumsuz otomatik düşünceleri fark etmeyi ve yeniden yapılandırmayı hedeflediğine değinen Uzman Klinik Psikolog İpek Erol, “Yani yıkıcı inanışlar yerine hastalığın kontrol edilebilir yönlerine ve yaşamın halen sürdürülebilir değerlerine odaklanma sağlanır.” dedi. Kabul ve Kararlılık Terapisinin (ACT) ise hastalığın getirdiği belirsizlik ve acı karşısında duygusal kabul geliştirmeye, kişinin yaşamına anlam katan değerlere yeniden yönelmesine yardımcı olduğuna işaret eden Erol, “Mindfulness temelli yaklaşımlar, kişinin şu ana odaklanmasını ve bedeninde olan değişimlerle savaşmak yerine onlarla birlikte var olmayı öğrenmesini destekler. Bu sayede kaygı düzeyi azalır, duygusal regülasyon artar ve yaşam kalitesinde belirgin bir iyileşme gözlenir.” açıklamasını yaptı. Ruh sağlığı desteklenmeden yapılan bir tedavi, eksik kalır! Psikolojik desteğin yalnızca bireysel terapiyle sınırlı olmadığını hatırlatan Uzman Klinik Psikolog İpek Erol, “Grup terapileri, sanat terapisi ve aileye yönelik psiko-eğitim programları da büyük önem taşır.” dedi. Grup terapilerinin, hastaların benzer deneyimlerden geçen kişilerle paylaşım yapmasını sağlayarak yalnızlık hissini azalttığını ve umut duygusunu güçlendirdiğini vurgulayan Erol, sözlerini şöyle tamamladı: “Sanat terapisi, hastalığı söze dökmenin zor olduğu durumlarda duyguların ifade edilmesine olanak tanır. Aileye verilen psiko-eğitim ise hastanın yakın çevresinin de sürece bilinçli ve destekleyici şekilde katılmasını sağlar. Çünkü kanser yalnızca bireyi değil, ailesini ve sosyal çevresini de etkileyen bir krizdir. Kanserle başa çıkmak, hastalığı yenmek kadar, yeniden yaşama tutunmayı, yeniden umut etmeyi öğrenmektir. Ruh sağlığı desteklenmeden yapılan bir tedavi, eksik kalır. Çünkü insan yalnızca bedenden ibaret değil; iyileşme de yalnızca tıbbi değil, aynı zamanda ruhsal bir süreçtir.”

Hyundai Motor Türkiye’den Kadın Sürücüleri Cesaretlendiren Proje Haber

Hyundai Motor Türkiye’den Kadın Sürücüleri Cesaretlendiren Proje

Toplumsal cinsiyet eşitliği, hayatın her alanında olduğu gibi trafikte de önem taşıyor. Hyundai Motor Türkiye, iki yıl önce bu farkındalıkla yola çıkarak kadınların trafikte daha aktif rol almalarını teşvik eden örnek bir sosyal sorumluluk projesine imza atmıştı: “Trafikte Daha Çok Kadın”. Kadın sürücüleri trafikte daha fazla özgüvenli olmaya teşvik etmek amacıyla başlatılan “Trafikte Daha Çok Kadın” projesi, Hyundai Motor Türkiye’nin toplumsal sorumluluk yaklaşımının önemli bir parçası olarak büyümeye devam ediyor. Proje kapsamında, ehliyeti olmasına rağmen trafiğe çıkmaya çekinen kadınlara yönelik teorik ve pratik sürüş eğitimleri düzenleniyor. Bu proje, sadece bireysel gelişimi değil, aynı zamanda kadınların trafikte daha fazla temsil edilmesini ve toplumda güvenli sürüş kültürünün yaygınlaşmasını hedefliyor. Kadınların trafikte daha fazla yer alması hem trafik güvenliğini artırıyor hem de toplumsal cinsiyet eşitliğine katkı sağlıyor. Hyundai, Kıbrıs’ta düzenlediği özel eğitimde de bu kez projeyi kadın gazeteciler ile buluşturdu. Alanında uzman 30 kadın basın mensubunun katıldığı etkinlikte, güvenli sürüşe yönelik teorik bilgilendirmelerin ardından katılımcılar pist üzerinde oluşturulan özel istasyonlarda pratik eğitimler aldı. Basın buluşmasına özel hazırlanan kısa eğitimde; panik frenleme, slalom ve viraj kontrol gibi konular deneyimlendi. Proje kapsamında verilen eğitimler, sadece teknik sürüş becerilerini değil, aynı zamanda psikolojik destek ve özgüven kazanımını da içeriyor. Eğitime katılanlar güvenli sürüş teknikleri öğreniyor, trafikte karşılaşabilecekleri durumlara karşı hazırlıklı hale geliyor ve eğitim sonunda sertifika alarak ilk adımı atmış oluyor. Women Drivers Network ile iş birliği Proje, Hyundai Motor Türkiye’nin Women Drivers Network ile yaptığı iş birliği sayesinde hayata geçirildi. Bu ağ, kadınların sürüş deneyimlerini paylaşmalarını, birbirlerinden öğrenmelerini ve destek almalarını sağlayan bir platform sunuyor. Women Drivers Network iş birliğiyle hayata geçirilen proje, bugüne kadar 100’ü aşkın kadın sürücüye güvenli sürüş eğitimi verilmesini sağladı. Hyundai, bu sayıyı önümüzdeki dönemde artırarak 2 yılda 1.000’den fazla kadın sürücüye veya sürücü adayına ulaşmayı hedefliyor. Murat Berkel: “Kadınları trafikte cesaretlendirmek istiyoruz”. Kıbrıs’ta düzenlenen eğitime Hyundai Motor Türkiye’nin üst yönetimi de katılım gösterdi. Markanın Yurtiçi Satış, Pazarlama ve Satış Sonrası Genel Müdürü Murat Berkel, proje hakkında şunları söyledi: “Türkiye’de milyonlarca kadının ehliyeti olmasına rağmen, birçoğu çeşitli nedenlerle aktif olarak araç kullanmıyor. Kimi zaman özgüven eksikliği, kimi zaman toplumsal baskılar veya trafik korkusu, kadınların direksiyon başına geçmesini engelliyor. Hyundai olarak bu projemizle kadınları cesaretlendirmeyi, desteklemeyi ve trafikte daha görünür hale getirmeyi hedefliyoruz. Ayrıca, kadınların trafikte daha özgüvenli olmaları, hem toplumsal gelişim hem de güvenli sürüş kültürü açısından büyük önem taşıyor. Hyundai Motor Türkiye olarak kadın sürücülerin yanında olmaktan ve bu alanda farkındalık yaratmaktan gurur duyuyoruz”. Toplumsal Etki ve Farkındalık “Trafikte Daha Çok Kadın” projesi, sadece bireysel gelişimi değil, aynı zamanda toplumsal dönüşümü hedefliyor. Kadınların trafikte daha fazla yer alması trafik güvenliğini artırıyor, toplumsal cinsiyet eşitliğine katkı sağlıyor ve kadınların özgüvenini ve bağımsızlık duygusunu pekiştiriyor. Direksiyon başında daha çok kadın görmek, sadece bir hedef değil; daha eşit, daha güvenli ve daha kapsayıcı bir toplumun da göstergesi. Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.