Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Su Tüketimi

Kapsül Haber Ajansı - Su Tüketimi haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Su Tüketimi haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Akıllı Bir Telefon İçin 12 Bin Litreden Fazla Su Tüketiliyor! Haber

Akıllı Bir Telefon İçin 12 Bin Litreden Fazla Su Tüketiliyor!

Üsküdar Üniversitesi Çevre Sağlığı Program Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Adiller hem bölgesel hem ulusal ölçekte yaşanan su krizini değerlendirdi. Su krizi sadece çevresel bir sorun değil Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Adiller, suyun tüm canlıların en temel ihtiyaçlarından ve yapıtaşlarından biri olduğunu dile getirerek, “Geçtiğimiz yaz aylarında artan sıcaklıklar, kuraklık ve iklim değişikliği etkisiyle ortaya çıkan düzensiz yağış rejimi, bu aylarda artan su ihtiyacıyla birlikte ülkemizin birçok bölgesinde ciddi bir su krizine yol açtı. Bu kriz yalnızca çevresel bir sorun değil; aynı zamanda halk sağlığını, gıda güvenliğini ve ekonomik istikrarı tehdit eden bir boyut da kazandı. Özellikle ülkemizdeki su kaynakları ve nüfusun değişken bir yapıda olması su kaynaklarının az, nüfusun yüksek olduğu bölgelerde büyük su sıkıntılarının yaşanmasına yol açıyor.” dedi. Dünya nüfusunun yüzde 25’i güvenli ve temiz suya tam anlamıyla erişemiyor İçme suyundaki azalmanın, özellikle suyun kalitesinin düşmesi ve hastalık yapma riski barındıran bazı mikroorganizmaların daha kolay çoğalabilmesi nedeniyle ciddi sağlık riskleri meydana getirdiğini dile getiren Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Adiller, “Yeterli ve temiz suya erişim sağlanamadığında bulaşıcı hastalıklar artmakta, hijyen koşulları bozulmakta ve toplumun genel sağlığı olumsuz etkilenmektedir. Özellikle çocuklar, yaşlılar ve kronik rahatsızlığı olan bireyler bu süreçten daha ağır etkilenmektedir. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre günümüzde hala dünya nüfusunun yüzde 25’i yani dörtte biri güvenli ve temiz suya tam anlamıyla erişememektedir. Bu durum DSÖ verilerine göre yılda 1 milyondan fazla insanın hayatını kaybettiğini ortaya koymaktadır.” diye konuştu. Su tüketiminin büyük bir bölümü sanayi ve tarım alanında gerçekleşiyor Su sıkıntısının gündelik hayatta olduğu gibi tarımsal ve sanayi üretiminde de önemli ihtiyaçlar arasında yer aldığını ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Adiller, “Ülkemizde ve dünyanın pek çok ülkesinde su tüketiminin büyük bir bölümü sanayi ve tarım alanında gerçekleşmektedir. Su kıtlığı, tarımsal üretimin azalmasına ve ürün verimliliğinin düşmesine yol açmaktadır. Bu durum gıda fiyatlarının artmasına, ithalat bağımlılığının yükselmesine ve gıda güvenliğinin zayıflamasına neden olabilir. Sanayide yaşanacak su sıkıntısı ise üretim maliyetlerini artırarak ekonomi üzerinde doğrudan olumsuz etki yapmaktadır.” ifadesinde bulundu. Bir akıllı telefonun üretim süreçlerinde 12.000 litreden fazla su tüketiliyor Sadece ülkemizde değil, içerisinde bulunduğumuz coğrafyada da pek çok ülkenin su sıkıntısı yaşadığına işaret eden Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Adiller, şöyle devam etti: “Yapılan çalışmalar Akdeniz ve Ortadoğu ülkelerinin iklim değişikliğinden en çok etkilenen ülkeler arasında olduğunu ortaya koymaktadır. Bu yüzden vatandaşlarımıza sadece su sıkıntısının en üst düzeyde olduğu yaz aylarında değil, yılın tamamında suyun korunması ve tasarruflu kullanımı noktasında önemli görevler düşmektedir. Bu görevler arasında doğrudan kullandıkları günlük su kullanımını olabildiğince azaltmaları yanında satın aldıkları her üründe dolaylı olarak su tükettiklerinin bilincinde olmaları gerekmektedir. Günümüzde büyük şehirde yaşayan bir kişinin doğrudan su tüketimi kabaca günlük 200 litre seviyesindedir. Ancak aynı kişinin ortalama günlük dolaylı su tüketimi 4 bin litrenin üzerinde olabilir. Örneğin satın aldığınız bir akıllı telefonun üretim süreçlerinde 12 bin litreden fazla su tüketilmektedir. Bu açıdan bakıldığında tüketim alışkanlığını değiştirmek yılda milyonlarca litre su tasarrufuna sebep olabilir. Bu yapılan günlük su tasarrufların yanı sıra yağmur suyu hasadı gibi küçük ama etkili uygulamalara yönelinmesi, tarımda modern sulama yöntemlerinin desteklenmesi de kritik önem taşımaktadır.” Su kaynaklarının azalması, ekosistemlerde geri dönüşü zor tahribatlar yaratıyor Eğer su krizine karşı etkili önlemler alınmazsa, ülke genelinde hem çevre sağlığı hem de ekonomik yapının ağır darbe alabileceğini dile getiren Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Adiller, “Su kaynaklarının azalması, ekosistemlerde geri dönüşü zor tahribatlar yaratırken; tarım ve sanayideki aksaklıklar işsizlikten enflasyona kadar pek çok olumsuz ekonomik etkiyi beraberinde getirecektir.” ifadesinde bulundu. Bazı barajlarda suyun bitmesi su krizinin somut göstergesi Bazı barajlarda suyun tamamen bitmesinin, su krizinin somut bir göstergesi olarak kabul edilebileceğini de ifade eden Üsküdar Üniversitesi Çevre Sağlığı Program Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Adiller, “İçme suyu kaynakları açısında sınırda olan illerimize altyapı yatırımlarına hız verilmesi ve halkın ihtiyaç duyacağı suyun garanti altına alınması gerekiyor. Belediyeler, yerel yönetimler ve sivil toplum kuruluşlarının vatandaşları bilinçlendirme konusunda daha etkin adımlar atması gerekmektedir. Eğitim kampanyaları, tasarruf yöntemlerinin tanıtımı ve toplumun su yönetimi süreçlerine katılımı, bu sürecin en önemli parçalarıdır. Dönemsel olarak kurumaya yüz tutan pek çok gölümüzde yıllık ortalama su seviyeleri neredeyse %50 seviyelerinin üzerine çıkan azalma gösterdi. İklim değişikliği, artan nüfus ve yanlış su politikaları göz önünde bulundurulduğunda, sürdürülebilir su yönetimi artık bir tercih değil, zorunluluk haline gelmiştir. Eğer bugünden adım atılmazsa, su kıtlığı sadece bölgesel değil, ülke çapında ciddi bir kriz haline gelecektir.” şeklinde sözlerini tamamladı

Varise Karşı 8 Etkili Önlem! Haber

Varise Karşı 8 Etkili Önlem!

Acıbadem Kadıköy (Dr. Şinasi Can) Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Dr. Ayça Özgen, bu dönemin, varis hastalığının da tedavisinde en uygun zaman dilimi olduğunu belirterek “Çünkü sıcak havaların etkisinin azalması, hem tedavi sürecinin konforunu hem de iyileşme hızını olumlu yönde etkiliyor” diyor. Ülkemizde ve dünya genelinde kadınlarda 4 kat daha fazla varis hastalığı görüldüğünü ve son yıllarda sorunun hızla yaygınlaştığını vurgulayan Dr. Özgen, varise karşı etkili önlemleri anlattı, tedaviye yönelik önemli uyarılar ve önerilerde bulundu. Bacak toplardamarlarındaki kapakçıkların görevini yerine getirememesi sonucu damar yapısının bozulup genişlemesiyle oluşan varis hastalığı, hem ağrıya yol açması hem de estetik açıdan rahatsız edici görünümü nedeniyle tıbbi ve kozmetik bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Acıbadem Kadıköy (Dr. Şinasi Can) Hastanesi Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Dr. Ayça Özgen “Varis toplardamarlarda oluşan ciddi bir fonksiyon bozukluğudur. Bacaklarda damarlarda belirginleşme, ağrı, şişlik, yanma, kaşıntı ve gece krampları gibi belirtilerle kendini gösterir. Tedavisi geciktirildiğinde damar yapısındaki bozulma ilerleyerek bacaklarda geri dönüşü olmayan ödem, ciltte renk değişikliği ve venöz ülser olarak bilinen lezyonlar meydana gelebilir. Bu nedenle erken dönemde teşhis ve tedavi çok önemlidir” diyor. Sonbahar ve kış ayları tedavide avantaj sağlıyor Özellikle sonbahar ve kış dönemlerinin varis tedavisi açısından son derece ideal olduğunu vurgulayan Dr. Özgen, şöyle konuşuyor: “Sonbahar ve kış ayları hem hastaların yaşam konforunu bozmadan tedavi yapmamıza olanak tanıyor, hem de daha hızlı sonuç almamızı sağlıyor. Bu fırsatı değerlendirmek, sağlıklı ve estetik bacaklara giden ilk adımdır. Lazer, köpük (skleroterapi) ve radyofrekans gibi modern varis tedavi yöntemleri sonrası bir süre varis çorabı kullanılması gerekir. Ayrıca varis işlemleri sonrası hastanın cilt yapısına da bağlı olarak ciltte iyileşme süresini de unutmamak gerekir. Soğuk havalarda bu süreç, hem daha konforlu geçer hem de damarlar sıcağa göre daha hızlı toparlanır. Ayrıca güneş ışığının azaldığı bu mevsimlerde ciltte leke riski de minimuma iner.” Bu belirtiler varsa… KVC Uzmanı Dr. Ayça Özgen, bacaklarında görünür damarlar, dolgunluk hissi veya ağrı gibi belirtileri olan kişilerin zaman kaybetmeden bir kalp ve damar cerrahisi uzmanına başvurmaları gerektiğini belirterek, varisin sadece görsel bir sorun olarak görülmesinin büyük bir hata olduğunu, tedavi edilmediğinde ciltte renk değişiklikleri, yaralar ve hatta pıhtı oluşumu gibi ciddi komplikasyonlar gelişebildiğini vurguluyor. Varise karşı 8 etkili önlem! Varisin genetik yatkınlıktan kaynaklansa da günlük yaşam alışkanlıklarımızın da bu sorunu belirgin şekilde tetikleyebildiğini vurgulayan Dr. Özgen, kaçınılması gereken hataları ve alınması gereken önlemleri şöyle sıralıyor; Uzun süre ayakta kalmayın Özellikle uzun süre sabit pozisyonda ayakta çalışmak bacak damarlarını sürekli basınç altında bırakır. Bu da varis riskini artırır. O nedenle uzun süre ayakta kalmamaya özen gösterin. Fırsat buldukça bacaklarınızı kalp seviyesinin üstüne kaldırarak dinlendirin. Hareketsizlikten kaçının Masa başında uzun süre, kesintisiz oturulduğunda bacak kasları yeterince çalışmaz, kan dolaşımı yavaşlar. Bu nedenle ara sıra mutlaka dolaşarak bacaklarınızı birkaç dakika hareket ettirin. Günlük yaşam alışkanlıklarınız arasına mutlaka düzenli yürüyüşü ekleyin. Bacak bacak üstüne atmayın Bu alışkanlık damarların sıkışmasına yol açar ve kan akışını zorlaştırır. Uzun süreli oturuşlarda bacak bacak üstüne atmaktan kaçının. İdeal kilonuza ulaşın Fazla kilo, bacak damarlarına ek yük bindirir ve kanın yukarı taşınmasını zorlaştırır. Bu nedenle fazla kilolarınızdan spor ve diyetle sağlıklı bir şekilde kurtularak, ideal kilonuza ulaşın. Su tüketimine dikkat edin Su tüketimi damar sağlığını doğrudan etkileyen unsurlardan biridir. Günde ortalama 1,5-2 litre su tüketmek varis hastalığından korunmada önemli bir rol oynar. Bu nedenle su tüketimine dikkat edin. Yüksek topuklu ayakkabıyı sık giymeyin Yüksek topuklu ayakkabılar sık kullanıldığında baldır kaslarının pompa etkisini azaltır, bu da kanın bacaklarda birikmesine neden olur. Hamam ve saunadan uzak durun Aşırı sıcak, damarların genişlemesine neden olarak varislerin belirginleşmesine yol açar. Bu nedenle aşırı sıcaklardan, hamam ve saunadan varis hastalarının kaçınması gerekir. Sigaradan kaçının Kalp ve Damar Cerrahisi Uzmanı Dr. Ayça Özgen “Sağlığımız açısından sayısız riski olduğu yapılan çalışmalarda kanıtlanan sigara, başta atar damar hastalıklarına neden olduğu gibi varise de zemin hazırlar. Sigara kullanımı damar duvarlarını zayıflatarak dolaşımı olumsuz etkiler ve bu da varis riskini artırır” diyor.

Sonbahar Hamilelerine Özel 8 Öneri Haber

Sonbahar Hamilelerine Özel 8 Öneri

Acıbadem Kadıköy (Dr. Şinasi Can) Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Doç. Dr. Şafak Yılmaz Baran “Gebelikte bağışıklık sistemi anne adaylarını virüslere karşı daha savunmasız hale getirir. Influenza (grip) gebelerde bazen beklenenden daha ağır seyredebilir, solunum güçlüğü ve yüksek ateş gibi belirtilerle anne sağlığını tehdit edebilir. Düşük, erken doğum, su kesesinin erken açılması ve yenidoğanın enfeksiyonu gibi durumların riskini artırabilir” diyor. Bu nedenle sonbahar döneminde anne adaylarının alacakları bazı önlemlerle, hem kendilerinin hem de bebeklerinin sağlığını korumalarının mümkün olabileceğini vurgulayan Doç. Dr. Şafak Yılmaz Baran, sonbahar hamilelerine özel 8 önerisini sıraladı, önemli açıklamalar yaptı. Grip aşınızı ihmal etmeyin Hamilelikte ve emzirme döneminde en etkili korunma yöntemlerinden biri olan grip aşısı, canlı virüs içermediğinden gebelikte güvenle uygulanabilir ve hem anne adayını hem de doğumdan sonraki ilk aylarda bebeği korur. Ancak hamileliğin ilk 3 ayı bebeğin organ gelişim dönemi olduğu için gerekmedikçe beklenmelidir. İkinci veya üçüncü trimesterde olan ve sonbahar-kış dönemine giren anne adaylarının aşılarını doktor önerisiyle yaptırmaları önemlidir. Ellerinizi sık yıkayın Ellerin sık sık sabunla yıkanması enfeksiyona karşı korur. Su ve sabun olmadığında alkol içeren el antiseptikleri tercih edilebilir. El yıkamak, influenza dahil pek çok virüsten korunmanın en etkili yollarından biridir. Gripli bir hastayla veya salgılarıyla temas edilmesi halinde de ellerin yüze, göze veya buruna temasından kaçınılmalı ve eller mutlaka sabunla yıkanmalı veya alkol içeren bir mendille silinmelidir. Kalabalık ortamlardan uzak durun Sonbaharda kapalı alanlarda geçirilen sürenin artması virüslerin yayılmasını kolaylaştırır. Hamilelerin alışveriş merkezleri, toplu taşıma araçları veya kalabalık toplantılarda mümkünse kısa süre bulunması, bulaş riskini azaltır. Hasta kişilerden mümkünse uzak durulması, gereken durumlarda maske kullanılması, kapalı ortamlarda en azından 1 metre mesafe uzaklıkta bulunulması önemlidir. Dinlenmeye zaman ayırın ve stresi azaltın Doç. Dr. Şafak Yılmaz Baran “Stres, bağışıklık sistemini baskılayan önemli bir faktördür. Gebelikte stres düzeyini azaltmak, hem annenin hem bebeğin sağlığı üzerinde doğrudan olumlu etki yaratır. Güne hafif yürüyüşlerle başlamak, nefes egzersizleri yapmak ya da sevdiğiniz aktivitelerle zaman geçirmek bedeni ve zihni rahatlatır” diyor. Ev ve iş ortamınızı temiz tutun ve havalandırın Soğuk günlerde evde daha çok vakit geçirilir, fakat kapalı ortamlar mikroorganizmalar için ideal üreme alanıdır. Günde birkaç kez kısa süreli pencere açarak ortamı havalandırın. Düzenli olarak evde ve/veya işte yüzeyleri dezenfektan ile temizleyin. Nem oranının çok düşmesi solunum yollarının kurumasına yol açabilir; bu durumda nemlendirici cihazlardan faydalanabilirsiniz. Beslenmenizi bağışıklık dostu hale getirin Bağışıklık sisteminin güçlü olması için doğru beslenme son derece önemlidir. C vitamininden zengin meyve ve sebzeler (portakal, kivi, brokoli), çinko içeren kuruyemişler ve omega-3 yönünden zengin balıklar bağışıklık direncini artırır. Yoğurt ve kefir gibi probiyotik kaynakları bağırsak sağlığını destekleyerek enfeksiyonlara karşı koruma sağlar. Ayrıca yeterli su tüketimi ve taze gıdalarla beslenmek de vücudun doğal savunma mekanizmasını güçlendirir. Yeterli ve kaliteli uykuya özen gösterin Gebelik döneminde hormonal değişiklikler uyku düzenini zorlayabilir; ancak dinlendirici bir uyku hem anne hem bebek sağlığı için önemlidir. Günde 7–8 saat kaliteli uyku, bağışıklığın güçlü kalmasına yardımcı olur. Uyumadan önce ekran maruziyetini azaltmak, ılık bir duş almak veya gevşeme egzersizleri yapmak uykuya geçişi kolaylaştırabilir. Şüpheli belirtilerde doktora başvurun Doç. Dr. Şafak Yılmaz Baran “Ateş, öksürük, kas ağrısı, halsizlik gibi belirtiler fark edildiğinde ihmal edilmemelidir. Hamilelikte enfeksiyonlar daha hızlı ilerleyebilir. Bu nedenle belirtiler başladığında zaman kaybetmeden hekiminize başvurun. Doktorunuza danışmadan ilaç kullanmayın; uygun tedaviyle hem siz hem de bebeğiniz güvende kalırsınız” diyor.

Vegan Beslenme Hem Sağlığa Hem de Çevreye Faydalı Haber

Vegan Beslenme Hem Sağlığa Hem de Çevreye Faydalı

Dünya Vegan Günü dolayısıyla bu beslenme şekline dair açıklamalarda bulunan İstinye Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden Dr. Öğr. Üyesi Melike Şeyma Deniz, bitki temelli beslenmenin hem bireysel sağlık hem de gezegenin sürdürülebilirliği açısından önemini vurguladı. 1 Kasım Dünya Vegan Günü olarak anılıyor ve vegan beslenmeye dair farkındalık geliştirilmesi hedefleniyor. Hayvanlardan elde edilen hiçbir gıdayı yememeyi içeren bir beslenme modeli olan vegan beslenmeye ilgi ise son yıllarda giderek artıyor. Vegan ve vejetaryen beslenme modelleri, yalnızca bir yaşam tarzı tercihi değil; etik, ekolojik ve sağlık temelli bir farkındalığın da göstergesi haline geldi. Vegan beslenmeye dair açıklamalarda bulunan İstinye Üniversitesi Beslenme ve Diyetetik Bölümü’nden Dr. Öğr. Üyesi Melike Şeyma Deniz, bu beslenme modellerinin sağlığa ve çevreye katkılarını değerlendirerek önemli uyarılarda bulundu. GEZEGENİN GELECEĞİ İÇİN DE KRİTİK ÖNEME SAHİP Dr. Deniz, son yıllarda yapılan bilimsel çalışmaların bitki ağırlıklı beslenmenin çok yönlü faydalarına dikkat çektiğini belirterek şöyle konuştu: “Bitki temelli beslenme yalnızca bireysel sağlık açısından değil, gezegenin sürdürülebilirliği açısından da çok değerli. Çünkü bu beslenme modeli hem hastalık risklerini azaltıyor hem de çevresel etkileri minimize ediyor.” YETERSİZ BESİN ÖĞESİ ALIMI İÇİN TAKVİYE KULLANMAK ÖNEMLİ Hayvansal kaynaklı besinleri sınırlayan ancak farklı düzeylerde tüketim tercihleri bulunan bireylere vejetaryen deniliyor. Süt ürünleri tüketenler lakto-vejetaryen, yumurta tüketenler ovo-vejetaryen, her ikisini de tüketenler lakto-ovo-vejetaryen, balık tüketenler ise pesko-vejetaryen olarak adlandırılıyor. Hiçbir hayvansal ürünü kullanmayan bireyler ise vegan beslenme modelini benimsiyor. Dr. Deniz, özellikle vegan beslenme biçiminin dikkatli planlanması gerektiğini vurgulayarak şunları ekledi: “Vegan diyetler doğru planlandığında yeterli ve dengeli olabilir. Ancak B12 ve D vitamini, kalsiyum, iyot, çinko, selenyum ve protein gibi bazı besin öğelerinin yetersiz alımı riski vardır. Bu nedenle profesyonel destek almak, gerekirse takviye kullanmak önem taşır.” VEGAN BESLENME KALP SAĞLIĞINA FAYDALI Araştırmalar, vegan beslenme modelinin koroner kalp hastalığı, tip 2 diyabet, hipertansiyon, bazı kanser türleri ve obezite riskini azalttığını ortaya koyuyor. Dr. Deniz, bu durumun beslenmenin içeriğiyle doğrudan ilişkili olduğunu belirterek şu değerlendirmede bulundu: “Bitki temelli beslenme; lif, antioksidan ve fitokimyasal bileşenler açısından zengin, doymuş yağ açısından ise düşüktür. Bu da hastalık riskini azaltan önemli bir faktördür. Ayrıca, bağırsak mikrobiyotasını güçlendirir ve inflamasyonu azaltarak cilt sağlığına da katkı sağlar.” SÜRDÜRÜLEBİLİRLİK AÇISINDAN DA KATKI SUNUYOR Bilimsel veriler, vegan, vejetaryen ve Akdeniz tipi beslenme modellerinin çevresel sürdürülebilirlik açısından en avantajlı diyetler olduğunu gösteriyor. Bu beslenme biçimleri; daha az sera gazı emisyonu, daha az su tüketimi ve daha az toprak kullanımı gerektiriyor. Dr. Deniz, bu konuda verdiği örnekte şunları söyledi: “Bir kilogram sebze üretimi için yaklaşık 332 litre su gerekirken, 1 kilogram dana eti üretimi için 15.415 litre su gerekiyor. Bu fark, bitkisel temelli beslenmenin gezegen üzerindeki etkisini açıkça ortaya koyuyor.” ‘ETSİZ PAZARTESİ’ İLE BÜYÜK BİR FARK YARATILABİLİR Dr. Deniz, “Etsiz Pazartesi (Meatless Monday)” hareketinin herkes için ulaşılabilir bir başlangıç olduğunu vurgulayarak şöyle devam etti: “Vegan veya vejetaryen olmasanız bile haftanın bir günü et yememek hem bedeniniz hem de gezegen için anlamlı bir katkı sağlar. Pazartesi günü öğünlerde sebze ve baklagil tercih ederek sağlığınızı desteklerken çevreye de olumlu bir etki yaratabilirsiniz.” BİTKİSEL AĞIRLIKLI BİR GELECEK MÜMKÜN Tüm bu veriler ışığında, bitki temelli beslenmenin yalnızca bir trend değil hem bireysel hem de toplumsal düzeyde daha sağlıklı ve sürdürülebilir bir geleceğin anahtarı olduğu görülüyor. Dr. Deniz, “Et tüketimini azaltmak, sebze, meyve, tam tahıl ve baklagil ağırlıklı bir beslenme düzenine geçmek; sağlığımızı korumanın ve gezegenimize saygı göstermenin en etkili yollarından biridir” diyerek sözlerini tamamladı. Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

Yanlış Atık Yönetimi, Gezegenin En Büyük Tehdidi Haline Geldi! Haber

Yanlış Atık Yönetimi, Gezegenin En Büyük Tehdidi Haline Geldi!

Üsküdar Üniversitesi Çevre Sağlığı Program Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Adiller, dünyayı bekleyen çevresel riskleri anlattı. Çevre sağlığı önemli ve hassas bir konu! Çevre sağlığının uzun yıllardır gündemde olması, pek çok bilimsel ve teknolojik gelişme sayesinde bu alandaki bilgimizin artmasına rağmen hala önemli ve hassas bir konu olma özelliğini koruduğunu kaydeden Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Adiller, “Günümüzde atık suların arıtılmasından, suyun dezenfeksiyonuna, atık yönetiminden kirlilik izleme teknolojilerine kadar pek çok gelişim gösteren alan maalesef nüfus artışı ve üretim süreçlerinden çıkan pek çok atıkla başa çıkmakta zorlanmaktadır.” dedi. Güncel sorunlar, hava, su ve toprak kirliliği… Günümüzde farklı bölgelerde farklı çevresel sorunların kendini gösterdiğine işaret eden Dr. Adiller, “Sanayi bölgeleri ve yoğun nüfusa sahip şehirlerde hava kirliliği, su kirliliği, yanlış atık yönetiminden kaynaklı toprak kirliliği yoğun bir şekilde görülürken, bir yandan da iklim değişikliği su ve toprak gibi doğal kaynakları baskı altına almaktadır.” diye konuştu. Çevre kirliliği ciddi sağlık sorunlarına yol açabiliyor! Çevre kirliliğinin insan sağlığı üzerindeki etkilerini de değerlendiren Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Adiller, şöyle devam etti: “Aslında çevresel anlamda her türlü kirliliğin kısa ve uzun vadeli etkileri bulunduğu gibi doğrudan ve dolaylı etkileri bulunmaktadır. Hava, su ya da toprakta bulunan kirleticilerin bazıları kısa süreli anlık sağlık sorunları yaratırken bazıları uzun sürede kendini göstermekte ve ciddi sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Ayrıca bir çevre bileşeninde kendini gösteren kirlilik bir diğerinde bozulmaya yol açmakta ve beklenmedik sonuçlar doğurabilmektedir. Örneğin içerisinde zararlı maddeler bulunan bir su ile sulanan bitkiler gıda güvenliği riski oluşturabilmektedir.” Bir kot pantolon üretiminde 3 bin 781 litre su tüketiliyor Bireylerin günlük yaşamda alabileceği önlemlere de işaret eden Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Adiller, “Bireyler günlük hayatlarında öncelikle çevre sağlığını koruma amaçlı önlemler almalıdırlar. Çünkü her ne kadar tüketiciler doğrudan çevreyi kirletmese de çevreyi kirleten üreticilerden aldıkları ürünlerle ya da fazla tüketimleri sonuçlarında ortaya çıkan atıklarla çevre kirliliğine ortak olmaktadırlar. Bu yüzdende her tüketici aldığı herhangi bir ürününün -ne kadar masum olursa olsun- üretim sürecinin çevreye zararı olduğunun bilincinde olmalıdır. Çünkü üretim sürecinde ortaya çıkan atıklar ne kadar doğru biçimde yönetilirse yönetilsin, her üretim sürecinde ortaya çıkan atık ya da kullanılan doğal kaynak çevrede bir iz bırakmaktadır. Bunun en önemli örneklerinden biri de su tüketimi olarak karşımıza çıkmaktadır. Örneğin Birleşmiş Milletler Çevre Programı UNEP verilerine göre bir kot pantolon üretiminde 3 bin 781 litre su tüketilmektedir. Su sıkıntısı yaşadığımız bu günlerde bunun aslında hayatımız için ne kadar önemli olduğunu tahmin edebiliriz.” şeklinde konuştu. Türkiye hızla “su fakiri” ülke olmaya doğru gidiyor Su kıtlığına dikkat çeken Dr. Adiller, şöyle devam etti: “Su canlı hayatı için en temel ihtiyaçlardan biridir. Ve bu kadar önemli olan bir ihtiyaç maalesef ülkemizde ve içinde bulunduğumuz coğrafyada iklim değişikliği etkisiyle giderek azalmaktadır. Ortadoğu ve Akdeniz ülkeleri iklim değişikliğinden en çok etkilenen ülkeler arasında yer almaktadır. Ülkemiz su kaynakları açısından değerlendirildiğinde su stresi yaşayan ülkeler kategorisinde yer almakta ve hızla su fakiri ülke olma yolundadır. Bu noktada bizlere düşen doğrudan ve dolaylı olarak kullandığımız su miktarını azaltmaya çalışmaktır. Genellikle su tasarrufu denince akla diş fırçalarken musluğu kapatma önerisi gelmektedir. Ancak bu öneri çok kısıtlı bir tasarruf sağlamaktadır. Bireysel olarak kullandığımız su doğrudan ve dolaylı kullanım olarak 2 sınıfa ayrılır. Doğrudan kullandığımız su günlük ihtiyaçlarımız için musluğumuzdan tükettiğimiz suyu tarif etmektedir. Dolaylı kullandığımız su ise, tüm ihtiyaçlarımızın üretim süreçleri için harcanan su miktarını ifade etmektedir. Günümüzde büyük şehirde yaşayan bir kişinin doğrudan su tüketimi kabaca günlük 200 litre seviyesindedir. Ancak aynı kişinin ortalama günlük dolaylı su tüketimi 4 bin litrenin üzerinde olabilir. Örneğin satın aldığınız bir akıllı telefonun üretim süreçlerinde 12 bin litreden fazla su tüketilmektedir. Bu açıdan bakıldığında tüketim alışkanlığını değiştirmek yılda milyonlarca litre su tasarrufuna sebep olabilir.” Enerji tasarrufu da doğanın korunmasında önemli bir unsur Enerji tasarrufuna da değinen Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Adiller, şunları söyledi: “Enerji tasarrufu da benzer şekilde doğanın korunmasında ve sürdürülebilirlik konusunda bir diğer önemli unsurdur. Dünyanın pek çok ülkesinde yenilenebilir enerji yatırımları yapılsa da günümüzde hala enerji önemli bir oranda doğalgaz ya da kömür gibi fosil kaynaklar yardımıyla gerçekleştirilmektedir. Fosil yakıtlar yardımıyla üretilen bu enerjinin bedeli ne kadar önlem alınıyor olsa da hava kirliliği, karbon emisyonları ve hatta asit yağmurları olmaktadır. Hava kirliliğine bağlı ortaya çıkan hastalıklar, karbon emisyonlarındaki artıştan etkisini arttıran iklim değişikliği ve asit yağmurlarından kaynaklanan tarımsal verim kaybının bedeli ekolojik açıdan ve halk sağlığı açısından büyük olmaktadır. Ayrıca bu durumun geri çevrilmesi için ekonomik bedeller de ödenmektedir.” Araştırmalar kanımızda bile mikro boyutta plastik kalıntıları olduğunu gösteriyor Atık yönetiminde bireylerin sorumluluğuna dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Adiller, “Dünyamızda hiçbir madde sınırsız değildir. Bunun yanı sıra bir madde bir anda yok olmaz. Üretim süreçlerinde kullanılan pek çok hammadde doğadan farklı şekillerde elde edilir ve doğadan elde edilen bu maddelerin bir rezerv miktarı vardır. Bu noktada ürünlerin kullanım ömürlerini doldurduktan sonra geri dönüştürülerek doğadan alınan hammadde miktarının azaltılması hem bu rezervleri korumakta hem de bu rezervlerin doğadan elde edilme süreçlerinde ortaya çıkabilecek kirlilik risklerini ortadan kaldırmaktadır. Ayrıca bu ürünlerin geri dönüştürülmemesi ve atık haline dönüşmesi ciddi bir çevre sağlığı sorunu yaratmaktadır. Atıkların geri dönüştürülmediği her senaryoda bu atıklar ya yakılarak atmosfere karışarak ya da toprağın altında uzun yıllar boyunca bozulmadan kalacaklardır. Daha kötü şekilde yönetilmeleri bu atıkların sulara ve toprağa karışarak çevreye ve canlılara daha fazla zarar vermesine yol açacaktır. Örneklendirecek olursak günümüzde plastik tüketimi sonucunda ortaya çıkan atıkların doğru şekilde yönetilmemesi okyanuslarda ülkemiz yüzölçümünden daha büyük plastik atık adaları oluşmasına sebep olmuştur. Ayrıca yapılan araştırmalar kanımızda bile mikro boyutta plastik kalıntıları olduğunu göstermektedir.” diye konuştu. Devlet ve toplum el ele vermeli Çevre sağlığının korunmasında devletlerin ve yerel yönetimlerin öncelikli adımlarına da değinen Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Adiller, “Günümüzde eşiğinde bulunduğumuz çevresel felaket ancak devlet, yerel yönetim ve halkın tam katılımlı çevreci bir yaklaşım benimsemesiyle mümkündür. Öncelikle devlet ve yerel yönetimlere düşen ilk görev kamu ve özel kurumlarda tam çevreci bir yaklaşım sergilenmesini sağlamaktır. Bu çevreci yaklaşımı sağlarken alanın uzmanlarının gerektiği noktalarda istihdam edilmesi, özellikle kamu ve özel sektörde sürdürülebilirlik ve çevre koruma ile ilgili konumlarda çevre mühendisleri ve çevre sağlığı teknikerlerinin istihdamının arttırılması ülke genelinde bu konudaki bilinci ve işlevselliği arttıracaktır. Ayrıca vatandaşların çevre bilincini ve ekolojik okuryazarlık seviyelerinin yükseltilmesi konusunda da çalışmalar yapılmasını desteklemek gerekmektedir.” ifadesinde bulundu. Çözüm fırsatı için geleceği beklemeyelim! Dr. Öğr. Üyesi Ahmet Adiller, “Hava, su ve toprak kirliliği temel çevresel sorunlar olarak görülse de bu sorunların hayatın her bölümüne yansıması pek çok ciddi çevresel, yaşamsal, ekonomik ve sosyolojik sorun yaratmaktadır. Su stresi yaşadığımız günlerde su kaynaklarımızı kirletmemiz bizi su fakiri haline getirir. Suyu ve toprağı kirletmemiz kısa vadede gıda güvenliğini riske atar, uzun vadede ise toprak kaynaklarımıza zarar vererek tarımsal verimliliği düşürür ve kıtlığa sebep olabilir. Dünyanın farklı ülkelerinde geçmişte yaşanan pek çok çevresel felaket ülkemiz ve içerisinde bulunduğumuz coğrafyada yaşanabilir. Çözüm fırsatı için geleceği beklemeyelim, gelecek nesiller için temiz bir çevre bırakmayı bile düşünmeye gerek yok. Günümüz nesli bile çok uzak olmayan bir gelecekte çevresel risklerle ciddi boyutta karşı karşıya gelebilir. O yüzden sorunun çözümü için yarını bile beklemeden bugünden çalışmaya başlamalıyız.” şeklinde sözlerini tamamladı. Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

Sıvı İhtiyacını Gidermek İçin Önce Suyu Tercih Edin! Haber

Sıvı İhtiyacını Gidermek İçin Önce Suyu Tercih Edin!

Yoğun sıvı kaybının baş dönmesi, yorgunluk ve hatta solunum sıkıntılarına sebep olabileceğine dikkat çeken Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, “Günlük su ihtiyacınız bilimsel verilere göre ağırlığınız başına 30 mililitredir. Ancak bu ihtiyaç günlük yapılan aktivitelere, ısı durumuna ve metabolizma hızına bağlı olarak değişebilir.” dedi. Sıvı ihtiyacının öncelikle sudan karşılanması gerektiğinin altını çizen Yiğit, sade suyun tüketimini kolaylaştırmak için limon, nane yaprağı veya tarçın gibi doğal aromalar önerdi. Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, havaların ısınmaya başlamasıyla daha da özen gösterilmesi gereken su tüketimi hakkında bilgi verdi. Sağlıklı bir vücut, sıvı dengesini sağlamakla yükümlü… Suyun yaşamsal faaliyetler için elzem olduğunu hatırlatan Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, “İnsan vücudunun yüzde 60’ı sudan oluşur. Vücutta bulunan suyun yüzde 60’ı hücre içinde yüzde 40’ı ise hücre dışında bulunur.” dedi. Sağlıklı bir vücudun, sıvı dengesini her zaman sağlamakla yükümlü olduğunu dile getiren Yiğit, “Vücuttan günlük olarak deri, akciğer ve boşaltım organları ile sıvı kaybı olur.” açıklamasını yaptı. Günlük su ihtiyacı yapılan aktivitelere, ısı durumuna ve metabolizma hızına bağlı olarak değişebilir! Susama mekanizmasının nasıl çalıştığı hakkında bilgi veren Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, “Kandaki iyon yoğunluğunun yüzde 1 artması ile hipotalamustaki susama merkezi uyarılır.” dedi. Susuzluğun neden olduğu belirtilere de değinen Yiğit, şunları söyledi: Vücutta yüzde 3 sıvı kaybı kan hacmi ve fiziksel performansı azaltırken, yüzde 5 ve üzeri sıvı kaybı baş dönmesi, yorgunluk ve hatta solunum sıkıntılarına sebep olabilir. Günlük su ihtiyacınız bilimsel verilere göre ağırlığınız başına 30 mililitredir. Yani 60 kg bir bireyseniz günlük 1,8 litre su ihtiyacınız vardır. Ancak bu ihtiyaç günlük yapılan aktivitelere, ısı durumuna ve metabolizma hızına bağlı olarak değişebilir.” Su ihtiyacı sadece suyla karşılanmalı Birçok araştırmanın, vücudun sıvı ihtiyacının öncelikli olarak sudan karşılanması gerektiğini, çay, kahve gibi diğer içeceklerin tüketiminin bu ihtiyacı karşılamadığını belirttiğinin altını çizen Beslenme ve Diyet Uzmanı Hülya Yiğit, “Çünkü bu içeceklerin diüretik yani vücuttan su atma etkileri de vardır.” dedi. Türkiye’ye Özgü Beslenme Rehberi (TÜBER) 2022 önerilerine göre vücudun sıvı ihtiyacı için günlük en az 600-1500 ml sade su tüketilmesi gerektiğini kaydeden Yiğit sözlerini şöyle tamamladı: “Günlük çay ve kahve en fazla 800 ml, yağsız veya az yağlı süt en fazla 500 ml, meyve sularının ise en fazla 125 ml olarak tüketilmesi öneriliyor. Sıcak havalarda vücudun sıvı ihtiyacı artmışken sıvı alımına daha da dikkat etmek gereklidir. Eğer sade su içmeyi sevmiyorsanız tadını meyve dilimleri ekleyerek biraz daha aromalı hale getirebilirsiniz. İçtiğiniz suya herhangi bir kronik rahatsızlığınız yok ise limon, nane yaprağı ve seylan tarçını ekleyerek, antioksidan değerini arttırabilirsiniz.”

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.