Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Üsküdar Üniversitesi

Kapsül Haber Ajansı - Üsküdar Üniversitesi haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Üsküdar Üniversitesi haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Yüz Felci Hafife Alınmamalı! Haber

Yüz Felci Hafife Alınmamalı!

Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Kulak, Burun, Boğaz Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi K. Ali Rahimi, yüz felci ve daha ağır bir tabloya yol açan Ramsay Hunt sendromu ile ilgili nedenler, belirtiler ve tedavi gerekliliği hakkında bilgi verdi. Yüz felci, basit tedavilerle iyileşebilir; Ramsay Hunt sendromu ise daha ağır bir tabloya neden olur! Yüz felcine, ‘facial paralysis’ denildiğini hatırlatan Dr. Öğr. Üyesi Ali Rahimi, “Yüzün bir tarafında olan yüz felcidir. Bu tabi ki nörolojik felçler gibi ağır bir sendrom değildir.” dedi. Bunun en büyük sebebinin bell paralizisi olduğunu ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Rahimi, “Beyinden çıkan ve yüz kaslarına giden sinirin bir kanal içerisinde sıkışmasıdır. Bu durum basit bir tedaviyle geçer. Yüz felcinin ağır olan durumuna Ramsay Hunt sendromu denir.” açıklamasını yaptı. Herpes zoster virüsü iç kulakta kalıcı olarak sinir kaybına neden oluyor! Ramsay Hunt sendromunda yüz felcinin yanında kulak çınlaması, kalıcı işitme kaybı, sinirlere bağlı olarak denge kaybı yaşanabileceğine dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Ali Rahimi, “Bu belirtilerin hepsi mevcutsa hastanın Ramsay Hunt sendromu olmasından şüpheleniriz. Bu sendrom bir virüsün sebep olması sonucu oluşur.” dedi. Ramsay Hunt sendromuyla ilişkilendirilen herpes zoster virüsünün su çiçeğine benzeyen bir virüs çeşidi olduğunu aktaran Dr. Öğr. Üyesi Rahimi, “Bu virüs Ramsay Hunt sendromunu tetikler. Virüs iç kulakta kalıcı olarak sinir kaybına, denge bozukluğuna, kulakta çınlamaya neden olur.” şeklinde konuştu. Ramsay Hunt sendromunun en belirgin özelliği kulak çevresindeki döküntüler! Ramsay Hunt sendromundan şüphelenildiğinde önce hastanın kulak çevresine bakıldığına işaret eden Dr. Öğr. Üyesi Ali Rahimi, “Kulak çevresinde küçük kabarcıkların varlığını araştırırız. Bu kabartılar su çiçeğine benzer, daha sonra kurur ve dökülür. Döküntüler bu sendromun en belirgin özelliğidir.” dedi. Bu sendromun diğer yüz felçleri gibi kendi kendine geçmediğine dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Rahimi, “Virüsün tedavisi şarttır. Yüz felci olduğunda zaman çok önemlidir. Hızlı bir şekilde tedaviye başlanmalıdır.” diyerek sözlerini tamamladı. Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

Provokasyonla Obsesyon ve Bağımlılık Kontrol Altına Alınabiliyor! Haber

Provokasyonla Obsesyon ve Bağımlılık Kontrol Altına Alınabiliyor!

Derin TMU tedavisinin hastanın semptomlarının sistematik ve kontrollü bir şekilde geçici olarak tetiklenmesi olduğunu aktaran Uzman Klinik Psikolog Emine Akın Aytop, “Böylece semptomlarla ilişkili beyin devreleri aktive edilerek Derin TMU cihazının hedeflenen beyin bölgelerini daha etkili biçimde uyarması ve beyin aktivitesini düzenlemesi desteklenir.” dedi. Provokasyonun, obsesyon ve aşerme gibi tepkilerin ortaya çıkmasını sağlarken, kompulsif davranışların gerçekleştirilmemesiyle beynin yeniden düzenlenmesini teşvik ettiğini vurgulayan Aytop, zamanla tetikleyicilere duyarsızlaşma geliştiğini ve kaygı ile otomatik davranış bağlarının zayıfladığını aktardı. Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Uzman Klinik Psikolog Emine Akın Aytop, provokasyon eşliğinde Derin TMU (derin transkraniyal manyetik uyarım) tedavisinin obsesif kompulsif bozukluk ve bağımlılık gibi rahatsızlıklarda nasıl kullanıldığı hakkında bilgi verdi. Provokasyon uygulaması, çeşitli bozuklukların tedavisinde kullanılabilir! Derin TMU, Deep TMS, dTMS gibi isimlerle anılan ‘derin transkraniyal manyetik uyarım tedavisi’nin hastanın semptomlarının sistematik ve kontrollü bir şekilde geçici olarak tetiklenmesi olduğunu aktaran Uzman Klinik Psikolog Emine Akın Aytop, “Bu işlem, uzman bir klinik psikolog tarafından provokasyon uygulamasıyla gerçekleştirilir. Böylece semptomlarla ilişkili beyin devreleri aktive edilerek Derin TMU cihazının hedeflenen beyin bölgelerini daha etkili biçimde uyarması ve beyin aktivitesini düzenlemesi desteklenir.” dedi. Etkisinin tek başına izole edilememiş olsa da araştırmaların, provokasyon eşliğinde yapılan uyarımın, provokasyonsuz uygulamalara kıyasla daha etkili olabileceğine işaret ettiğini dile getiren Aytop, “Provokasyon uygulaması, obsesif kompulsif bozukluk ve bağımlılık başta olmak üzere, hekimin uygun gördüğü çeşitli bozuklukların tedavisinde Derin TMU’ya eşlik eden destekleyici bir yöntem olarak uygulanabilir.” açıklamasını yaptı. Provokasyonla tetiklenen obsesyonlar kompulsiyon gerçekleştirilmeden yönetilir! Obsesif kompulsif bozukluğun tedavisinde provokasyonlu derin TMU kullanımından bahseden Uzman Klinik Psikolog Emine Akın Aytop, “Obsesyon, bireyin kontrol edemediği, rahatsız edici ve genellikle kişinin değerleri ya da inançlarıyla çelişen düşüncelerdir. Yoğun kaygıya neden olan bu düşünceler, tekrarlayan, istenmeyen imgeler veya dürtüler şeklinde ortaya çıkar. Kompulsiyon ise obsesyonlardan kaynaklanan kaygıyı azaltmak için yapılan, zihinsel ya da fiziksel olabilen tekrarlayıcı davranışlardır. Bu davranışlar kısa vadede kaygıyı hafifletse de uzun vadede rahatsızlığın sürmesine neden olur.” dedi. OKB’nin tedavisinde provokasyon uygulamasının, Derin TMU sırasında hastanın obsesyonlarını tetikleyen uyaranlara kontrollü bir şekilde maruz bırakılmasını içerdiğini kaydeden Aytop, şunları söyledi: “Bu takıntılı düşünceleri tetiklemede faydalı olabilecek çeşitli görsel materyallerden ve imajinasyon yönteminden yararlanılabilir. Örneğin, kir ve mikrop ile ilişkili obsesyonları olan bir hastaya kir ve mikrop temalı görseller gösterilerek obsesyonlarının aktive olması sağlanır. Provokasyonla tetiklenen obsesyonlar, hastada kompulsif davranış isteği uyandırır; ancak bu davranış gerçekleştirilmez. Bu süreç, işlevsel bozukluk gösteren beyin devrelerini aktive ederek Derin TMU’nun OKB ile ilişkili bölgeleri etkili bir şekilde modüle etmesini destekleyebilir.” Tetikleyicilere tekrarlı biçimde maruz bırakılmak, zamanla duyarsızlaşma gelişmesini sağlayabilir! Bu etkiye ek olarak, provokasyon uygulamasının bilişsel, duygusal ve davranışsal açıdan da tedavi sürecine katkı sağlayabildiğini ifade eden Uzman Klinik Psikolog Emine Akın Aytop, “Provokasyon sırasında hasta obsesyonlarıyla ilişkili tetikleyicilere tekrarlı biçimde maruz bırakıldığında, zamanla duyarsızlaşma (habituation) gelişebilir.” dedi. Bu durumun takıntılı düşüncelerin daha sıradan hale gelmesine ve tetikleyici etkilerinin azalmasına katkıda bulunabildiğine açıklık getiren Aytop, “Böyle bir süreç, kaygı düzeyinde azalmaya, obsesyon–kompulsiyon bağı üzerinde zayıflamaya ve hastanın kompulsiyonlara başvurmadan kaygıyı tolere edebileceğini deneyimlemesine yardımcı olabilir.” şeklinde konuştu. Bağımlılıkla ilişkili beyin devrelerinin aktive olması beynin daha etkili uyarılmasını sağlıyor! Bağımlılık tedavisinde de provokasyon uygulamasının kullanıldığını vurgulayan Uzman Klinik Psikolog Emine Akın Aytop, “Derin TMU sırasında kişinin bağımlılığıyla ilişkili uyaranlara sistematik bir şekilde maruz bırakılması yoluyla aşermesi tetiklenir. Bu uyaranlar görseller, videolar veya zihinsel imajinasyon yoluyla sunulabilir.” dedi. Provokasyonla ortaya çıkan aşermenin, bağımlılıkla ilişkili beyin devrelerinin aktive olmasını sağladığına dikkat çeken Aytop, sözlerini şöyle tamamladı: “Bu aktivasyon, Derin TMU cihazının hedeflenen beyin bölgelerini daha etkili bir şekilde uyarmasını kolaylaştırarak dopamin ve diğer nörotransmitterlerin salınımını düzenleyen kapsamlı bir nöromodülasyonu destekler. Ayrıca, provokasyon sırasında kişinin bağımlılıkla ilişkili tetikleyici uyaranlara sistematik biçimde maruz bırakılması, zamanla koşullanmış tepkilerinin zayıflamasına ve bu çeldirici uyaranlara karşı duyarsızlaşmasına katkı sağlayabilir. Böylece birey, aşermeyi tetikleyen faktörler ile bağımlılık davranışı arasındaki otomatik bağlantının zayıfladığını deneyimleyebilir. Bu süreç, aynı zamanda duygusal regülasyonu destekleyerek kişinin aşermeyi tolere etme ve yönetme kapasitesini güçlendirebilir.” Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

İnternet Kullanan 10 Kişiden 6’sı Ürün ve Marka Araştırıyor Haber

İnternet Kullanan 10 Kişiden 6’sı Ürün ve Marka Araştırıyor

Dr. Öğr. Üyesi Şükrü Güler, uluslararası raporların Türkiye’de internet kullanıcılarının yüzde 59,5’inin ürünler ya da markalar hakkında araştırma yaptıklarını ortaya koyduğunu kaydederek, “Bu durum itibar yönetimi uygulamalarında dijital mecralarda bulunmanın önemini göstermektedir.” dedi. Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü öğretim üyesi Dr. Öğr. Üyesi Şükrü Güler, itibar yönetimi ve linç kültürü konusunu değerlendirdi. İtibar yalnızca eylemlerden değil; ardındaki değerlerden oluşur İtibar kavramının, bir kuruluşun ya da kişinin aksiyon alma biçiminde referans aldığı değerler ve bu değerlerin aktarımıyla doğrudan ilişkili olduğunu dile getiren Dr. Öğr. Üyesi Şükrü Güler, “İtibar yalnızca tekil eylemlerden değil; ardındaki değerlerden oluşur. Bu temelden hareketle kuruluşun/markanın/kişinin etkileşimde bulunduğu kişi ya da grupların beklentileri örtüşmesi gerekir.” dedi. İtibar yönetimi bir süreçtir Edward Freeman’ın “paydaş” kavramına atıfta bulunan Dr. Öğr. Üyesi Şükrü Güler, “Bu gruplar; tedarikçiler, çalışanlar, müşteriler, toplum, meslek örgütleri gibi farklı dinamiklere sahip yapılardır ve itibar yönetimi sürecinde bu paydaşların beklentilerine yanıt veren bir iletişim stratejisi sürdürülmelidir. İtibar yönetimi bir süreçtir dolayısıyla kuruluş kimliği ve paydaş özellikleri ile süreklilik göstermektedir. Tüm bu açıklamalar bizi Charles Fombrun’un itibar tanımına götürmektedir. Buna göre itibar, paydaşların zihninde kuruluşun genel cazibesidir.” diye konuştu. İtibar, kriz dönemlerinde kurumun en güçlü dayanağı Bilgi ve iletişim teknolojilerinin gelişmesinin bireylerin kuruluşlardan beklentilerini de değiştirdiğini kaydeden Dr. Öğr. Üyesi Şükrü Güler, “Bireyler kuruluşların yalnızca ürünlerini değil; iş yapma biçimlerini, toplumsal ve sosyal katkılarını, çalışanlara sundukları değerleri de şeffaf bir biçimde paylaşmalarını istemektedir. İlgili paylaşımlar bireylerde kuruluşa/markaya yönelik olumlu imajın gelişmesine katkı sağlarken, tercihlerindeki temel unsurlardan biri olarak öne çıkmaktadır. İtibar, kriz dönemlerinde ise kuruluşun/markanın paydaşlarının desteğini almasını kolaylaştırarak, süreci geride bırakma konusunda fayda sağlamaktadır.” ifadesinde bulundu. İtibar yönetiminde dijital mecralar da çok önemli Mecra çeşitliliği ve kullanıcı sayısındaki artışın itibar yönetimi çalışmalarının dijital ortamda da gerçekleştirilmesini gerekli kıldığını anlatan Dr. Öğr. Üyesi Şükrü Güler, “Uluslararası raporlar Türkiye’de internet kullanıcılarının yüzde 59,5’inin ürünler ya da markalar hakkında araştırma yaptıklarını ortaya koymaktadır. Bu durum itibar yönetimi uygulamalarında dijital mecralarda bulunmanın önemini göstermektedir.” dedi. Dijital itibar yönetiminde öne çıkan unsurlar neler? Dijital ortamda itibar yönetiminde öne çıkan noktaların; kimlik unsurlarının dijital ortamlarda görünür olması, sosyal ağların yönetimi, kriz iletişimi gibi alanlar olduğunu dile getiren Dr. Öğr. Üyesi Şükrü Güler, sözlerini şöyle tamamladı: “İtibar yönetimi çalışmalarında paydaşların belirlenmesi ve taleplerin öğrenilmesi iletişim stratejisinin şekillendirilmesini de sağlamaktadır. İtibar yönetimi sürecinde doğrudan iletişim kurma ve kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriklerin takibi, paydaş beklentilerinin ve taleplerin karşılanmasını adına önemlidir. Bir diğer unsur ise kurum imajına zarar verebilecek olan içeriklerle mücadele etmek, kuruma ve mesajlarına gelecek eleştirileri karşılamak ve yanıt vermek olarak ifade edilebilir.” Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

İletişimciye ihtiyaç duymayan hiçbir sektör yok! Haber

İletişimciye ihtiyaç duymayan hiçbir sektör yok!

Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Gül Esra Atalay, dijital çağda iletişim eğitiminin önemine dikkat çekti. İletişim profesyoneline ihtiyaç duymayan hiçbir sektör yok İletişimin, sosyal bir varlık olan insanın temel faaliyet ve ihtiyacı olması dolayısıyla her zaman önemli olduğunu dile getiren Prof. Dr. Gül Esra Atalay, “Fakat dijital ağların şekillendirdiği günümüzde çok daha önemli hale geldi. Bugün bir iletişim profesyoneline ihtiyaç duymayan hiçbir sektör yok. İletişimin farklı alanlarında uzmanlaşacak profesyonellere her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Biz Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi olarak sektörle sıkı iş birliği içerisinde ve onların ihtiyaçlarının bilincindeyiz ve müfredatımızı, etkinliklerimizi en iyi iletişim profesyonellerini yetiştirmek üzere planlıyoruz. Bu nedenle, alanının en iyisi olmak, rakiplerinin birkaç adım önünde bir şekilde mezun olmak isteyen öğrencilerin fakültemizi tercih etmeleri iyi bir seçim olacaktır.” dedi. Disiplinli eğitim, ortak ders ve proje fırsatları Fakülte bünyesinde bulunan Çizgi Film ve Animasyon, Gazetecilik, Reklamcılık, Görsel İletişim Tasarımı, Halkla İlişkiler ve Tanıtım, Radyo-Televizyon ve Sinema ile Yeni Medya ve İletişim bölümlerinin öğrencilere geniş bir bakış açısı sunduğunu vurgulayan Prof. Dr. Gül Esra Atalay, şöyle devam etti: “İletişim Fakültemizde yer alan Çizgi Film ve Animasyon, Gazetecilik, Reklamcılık, Görsel İletişim Tasarımı, Halkla İlişkiler ve Tanıtım, Radyo, Televizyon ve Sinema, Yeni Medya ve İletişim gibi bölümler, çağın gereklerine uygun, yaratıcı ve çok disiplinli bir eğitim anlayışıyla tasarlandı. Bu bölümler yalnızca mesleki beceriler kazandırmakla kalmıyor, aynı zamanda öğrencilerimize iletişim dünyasını bütüncül bir bakış açısıyla değerlendirme yetkinliği sağlıyor. İlk iki yıl müfredatlarımızdaki derslerin çoğu ortak. Bu sayede bölümler arası geçişler, Çift Anadal ve Yandal olanakları kolaylaşıyor. Üçüncü sınıf itibariyle bölüm seçmeli, fakülte seçmeli ve üniversite seçmeli dersler devreye giriyor. Bu, öğrencilerin ister iletişim fakültesinin ister üniversitenin diğer fakültelerinin seçmeli ders havuzundan ders alabilmeleri anlamına geliyor. Bu sayede bakış açıları genişliyor, farklı kariyer planlarına özel ders programları oluşturulabiliyor. İletişim eğitiminin günümüzde bütünleşik bir yapıda olması çok önemli. Tek bir alana odaklanmak yerine farklı yetkinlikleri bir araya toplayabilen programları, eğitim sistemleri olan okulları tercih etmek gerek.” Farklı bölümlerden öğrenciler ortak derslerde bir araya geliyor Bir iletişim profesyonelinin her şey hakkında bilgi sahibi olması gerektiğini ifade eden Prof. Dr. Gül Esra Atalay, “Sadece bir iletişimci değil, biraz sosyolog, biraz siyaset bilimci biraz psikolog gibi de düşünebilmeli. Çünkü iletişimci insanı, toplumu, içinde bulunduğu dünyayı iyi okuyabilirse doğru iletişim stratejilerini belirleyebilir. Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesinde farklı bölümlerden öğrenciler ortak derslerde bir araya geliyor, ortak projeler geliştiriyorlar, etkinlikler planlıyorlar. Aslında profesyonel yaşamda karşılaşacakları durumları henüz üniversitedeyken deneyimlemiş oluyorlar. Bu çok geliştirici bir süreç.” Yapay zeka teknolojilerine her yıl daha fazla yer veriyoruz Sadece iletişim alanı değil, tüm sektörlerdeki hızla değişen trendlere ve teknolojik gelişime çok duyarlı olduklarını kaydeden Prof. Dr. Gül Esra Atalay, “Fakültenin genç ve dinamik yapısı çağa ayak uydurmayı kolaylaştırıyor. Sektörün ihtiyaçlarını gözlemliyor ve gerekli dersleri hızla müfredatımıza uyarlıyoruz. Son üç yıldır müfredatımızda Yapay Zeka teknolojilerine her yıl daha fazla yer veriyoruz. Önce seçmeli dersler eklenmişti, bu yıl her bölümde zorunlu yapay zeka dersleri var. Çünkü iletişim profesyonelleri yapay zekayı en verimli şekilde kullanarak sektörde fark yaratmalı. İletişim Fakültesi olarak bizler, öğrencilerimizi sadece bugünün mesleklerine değil, geleceğin medya ve iletişim ortamlarına da hazırlamayı öncelikli hedef olarak görmekteyiz. Yapay zekâ, sanal gerçeklik, veri gazeteciliği, dijital kampanya yönetimi gibi yeni alanlara uyum sağlayabilen hem teknik hem de etik donanıma sahip mezunlar yetiştiriyoruz.” şeklinde konuştu. Yapay zekanın iletişim alanındaki etkisi Dijitalleşmenin ve yapay zekânın iletişim alanına etkisinin göz ardı edilemez boyuta ulaştığını anlatan Prof. Dr. Gül Esra Atalay, “Özellikle AI destekli içerik üretimi, deepfake teknolojileri, sanal (VR) ve artırılmış gerçeklik (AR) ile hikâye anlatımı gibi konuları sadece teknolojik değil, aynı zamanda etik, sosyolojik ve hukuki boyutlarıyla da disiplinler arası değerlendirme gerektiren alanlar olarak ele alıyoruz. Bu kapsamda İletişim Fakültemizin müfredatı, statik bir yapıda değil, aksine son derece dinamik, esnek ve gelişime açık bir anlayışla yeniden tasarlanmakta ve güncellenmekte. Müfredatımızda bu başlıklara doğrudan değinen veya bu alanlara temel hazırlayan derslerimiz bulunmakta. Bu alanlarda çalışan, yayın yapan ve sektörel deneyime sahip akademisyenlerden oluşan bir kadroya sahibiz. Hocalarımız sadece ders anlatmakla kalmayıp; öğrencileri araştırma projelerine, yarışmalara, ulusal/uluslararası iş birliklerine yönlendirmekte.” dedi. TV ve Radyo stüdyosu, kurgu odası ve laboratuvar imkanı var Teorinin pratikle birleşmesinin fakültenin önceliği olduğunu söyleyen Prof. Dr. Gül Esra Atalay, şöyle devam etti: “Temel hedeflerimiz öğrencilerimizin yalnızca kuramsal bilgiyle donatılmaları değil, aynı zamanda bu bilgileri gerçek yaşam ve sektör koşullarında uygulayabilecek beceriye ulaşmaları. Bu nedenle, eğitim sürecimiz teori ve pratiği iç içe geçiren bir yapıda tasarlandı. Uygulamalı derslerde öğrencilerimiz projeler hazırlıyor, iletişim sektöründeki farklı süreçlerin simülasyonlarında rol alıyorlar. Sektörle kurulan iş birlikleriyle direkt sektöre yönelik proje ve uygulamaları deneyimliyorlar. Sektör profesyonellerinin fakülte bünyesinde verdikleri eğitim ve atölye çalışmalarına katılarak kendilerini geliştirme imkanı elde edebiliyorlar. Fakültede bulunan uygulama alanları öğrencilerimizin uygulamalı eğitim sürecinde çok önemli bir yer tutuyor. Tam donanımlı TV stüdyomuz, radyo stüdyomuz, kurgu odamız, Mac ve PC laboratuvarlarımız ve atölyelerimiz, mesleki pratikleri en iyi şekilde hayata geçirmek üzere tasarlandı. Öğrencilerimiz TV Stüdyosu’nda kendi programlarını çekip kameradan rejiye kadar tüm süreci deneyimleyerek öğrenebiliyorlar. Radyo Stüdyosu ve Kurgu Odası ise başta podcast yayıncılığı olmak üzere sesli içeriklerin kayıt ve kurgu aşamalarının ilk elden deneyimlenmesini sağlıyor. Mac ve PC laboratuvarları animasyon ve grafik tasarımı için sektör standardı haline gelmiş olan yazılımlar ile öğrencilere tasarım alanında ihtiyaç duyacakları bilgi ve becerileri kazandırmayı amaçlıyor. Ayrıca video kurgu, görsel ve ses düzenleme, yapay zeka araçlarını etkin şekilde kullanma gibi günümüzün temel dijital becerileri de edinmiş oluyorlar.” Mezunlar geniş kariyer fırsatları elde ediyor Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi mezunlarının farklı sektörlerde birçok kariyer imkanına sahip olduğuna dikkat çeken Prof. Dr. Gül Esra Atalay, “Çizgi Film ve Animasyon Bölümü mezunları 2D / 3D animatör, karakter tasarımcısı, storyboard sanatçısı, görsel hikâye anlatıcısı, film ve dizi sektöründe görsel efekt uzmanı, oyun stüdyolarında animasyon tasarımcısı, reklam ajanslarında hareketli grafik tasarımcısı ve dijital platformlarda içerik üreticisi olarak çalışıyor. Gazetecilik bölümü mezunları yazılı, görsel ve dijital medyada muhabirlik, editörlük, fotoğrafçılık, metin yazarlığı, veri gazeteciliği yapabiliyor. Reklamcılık mezunları ajanslarda kreatif direktör, metin yazarı, marka ve iletişim uzmanı, yaratıcı içerik üretimi gibi alanlarda ilerliyor. Görsel İletişim Tasarımı mezunları grafik tasarımcı olarak UI/UX tasarımcısı, web ve mobil uygulama arayüz geliştiricisi olabiliyor. Halkla İlişkiler mezunları PR ajanslarında iletişim danışmanı, etkinlik uzmanı, çeşitli sektörlerde kurumsal iletişim uzmanı, marka direktörü, sosyal sorumluluk ve kriz iletişimi yöneticisi olarak görev yapıyor. Radyo, Televizyon ve Sinema mezunları film ve dizi sektöründe senarist, yönetmen, yapımcı, kurgucu, görüntü yönetmenliği ve kameraman olarak çalışabiliyor, televizyon ve dijital platformlarda kamera önü ve kamera arkasında yer alıyorlar. Yeni Medya ve İletişim Bölümü mezunları sosyal medya yöneticisi, internet ve sosyal medya editörü, dijital stratejist, influencer pazarlaması ve dijital kampanya uzmanı, web içerik editörü veya dijital marka yöneticisi olabiliyor.” diye bilgi verdi. İletişim adaylarında en çok aranılan özellik iyi şeyler yapmaya duyulan heyecan Ek yerleştirmede İletişim Fakültesini tercih edecek gençlere seslenen Prof. Dr. Atalay, “Bir iletişim çağındayız ve bu zamanda iletişim profesyoneli olmak birden çok sektörde iş bulma imkanı sunuyor. Bu imkanları en iyi şekilde öğrenciyle buluşturan, sektöre güncel bilgiyle donanmış yetkin iletişimciler yetiştiren Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesini tercih etmek yarışa bir sıfır önde başlamak demektir. İletişim adaylarında en çok aradığımız özellikse her şeyden önce kendisi, sektör, toplum ve dünya için iyi şeyler yapmaya duyulan istek ve heyecandır. Geri kalan her şeyi biz onlara öğretiyoruz.” şeklinde sözlerini tamamladı. Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

Dünyadaki 11 ekipten biri Türkiye’den Haber

Dünyadaki 11 ekipten biri Türkiye’den

Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Perfüzyon Bölümü, yalnızca eğitim ve bilimsel çalışmalarıyla değil, aynı zamanda dünya çapında hayat kurtaran uygulamalarıyla da dikkat çekiyor. Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Perfüzyon Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ali Kocailik’in liderliğinde Üsküdar Üniversitesi’nden Yoğun Bakım Uzm. Dr. Kadir Doğruer ve perfüzyonist Tarık Demir’den oluşan ekip, kıtalararası kritik hasta naklinde görev alan dünyadaki 11 ekipten biri olma özelliğini taşıyor. Türkiye’de bu alanda kıtalararası nakil ekibinde yer alan tek ekip Üsküdar Üniversitesi’nde. Prof. Dr. Kocailik, bu kritik sürecin zorluklarını şöyle anlattı: “Bazı hastaların kalp ve akciğerleri o kadar yetersiz çalışıyor ki, cihaz desteği olmadan yaşamaları mümkün olmuyor. Yoğun bakımda, pek çok cihaza bağlı yaşıyorlar; hatta hastane içinde MR ya da tomografi gibi tetkiklere bile taşınamıyorlar. Bu hastaların yaşama tutunabilmeleri ve nakilleri, ancak vücut dışı yaşam destek sistemleri ile mümkün oluyor. Bu sistemler ise ileri düzeyde bilgi ve deneyim gerektiren perfüzyon uygulamaları ile çalıştırılıyor. Üsküdar ekibi, 10 yıl önce hastaneler arası ve şehirler arası nakillerle yola çıktı. Ardından Bakü–İstanbul ve Kosova–İstanbul arasında kritik hasta nakillerini başarıyla gerçekleştirerek uluslararası boyuta adım attı. Bugün ise kıtalararası uçuşlarda görev alabilen ender ekiplerden biri olarak dünya çapında öne çıkıyor.” Kıtalararasında dünya çapında 11 ekipten biri… Kritik hastanakillerinde hastane içinden kıtalar arası boyuta uzanan beş farklı kategori bulunuyor. Ancak bu zincirin en zorlu halkası olan kıtalararası nakilleri yapabilen ekip sayısı dünya çapında yalnızca 11. Türkiye’de bu başarıyı gerçekleştiren tek ekip ise Üsküdar Üniversitesi Perfüzyon Bölümü’nün uzman kadrosu. Prof. Dr. Kocailik, bu başarıyı mümkün kılan şeyin yalnızca teknik donanım değil, nitelikli insan kaynağı ve güçlü bir akademik kadro olduğuna dikkat çekerek, “Biz yalnızca hayat kurtarmıyoruz, aynı zamanda geleceğin perfüzyonistlerini de yetiştiriyoruz. Sahip olduğumuz deneyim, laboratuvar imkanları ve bilimsel çalışmalarımızla hem ülkemizde hem dünyada öncü konumdayız.” dedi. Üsküdar Üniversitesi Perfüzyon Bölümü, bu başarıyla birlikte yalnızca eğitimde değil, uluslararası sağlık hizmetlerinde de rol üstlenmiş durumda. Perfüzyon bölümü nedir? Kalp ve/veya büyük damarlarda yapılacak müdahalelerde, kalp ve/veya akciğer nakillerinde ameliyat süresince kalp akciğer makinasını kullanarak hastanın hayatiyetinin devamını sağlayan, ECMO ve vücut dışı yaşam destek sistemleri ile de kritik hastaların tedavisinde önemli katkı sağlayan bilim dalıdır. Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

"Bilim Kafe Buluşmaları" ile Bilim Halkla Buluştu Haber

"Bilim Kafe Buluşmaları" ile Bilim Halkla Buluştu

Ceza Adaleti Yüksek Lisans Programı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Aylin Yalçın Sarıbey, "Olay yerindeki sessiz tanıkları bilimsel yöntemlerle konuşturarak suçluyu yakalamaya çalışıyoruz, çünkü onlar yalan söylemez." dedi. MESSAGE deneyi Proje Yöneticisi Dr. Öğr. Üyesi Cihan Taştan, "Bir deneyi yaklaşık 2 senedir tasarladık. Laboratuvarda hiçbir öğrenci çalışmadı. Robot ürettik, bu robot deneyleri gerçekleştirdi ve öğrencimiz hiç laboratuvara gelmeden evden robota komutlar girerek hücrenin genetiğini değiştirebildik. Buna yapay zeka entegre etmeye çalışıyoruz.” dedi. Yükseköğretim Kurulu'nun (YÖK) Mayıs ayının son haftasında Türkiye genelindeki üniversitelerde eş zamanlı olarak başlattığı "Bilim Kafe" etkinlikleri çerçevesinde Üsküdar Üniversitesi, bilim ile halkı bir araya getirdi. Üsküdar Üniversitesi, Ümraniye Belediyesi iş birliğiyle Ümraniye Millet Bahçesi'nde keyifli ve bilgilendirici bir "Bilim Kafe Buluşmaları"na ev sahipliği yaptı. Etkinliğin açılış konuşmasını yapan Üsküdar Üniversitesi İletişim Fakültesi Reklamcılık Bölümü Öğretim Üyesi ve Bilim İletişimi Ofisi Koordinatörü Doç. Dr. Cihan Becan, "Yükseköğretim Kurulumuzun öncülüğünde, Mayıs ayının son haftası itibarıyla üniversitelerimizin genelinde (81 ilimizde) başlatılması planlanan Bilim Kafe etkinliklerimizin Üsküdar Üniversitesi ayağını gerçekleştiriyoruz." diye konuştu. Bilim, adli bilimler ve uzayın sırları konuşuldu Üsküdar Üniversitesi Kurumsal İletişim Daire Başkanlığı Medya PR Birim Yöneticisi Şaban Özdemir’in moderatörlüğünü yaptığı etkinlikte Üsküdar Üniversitesi Ceza Adaleti Yüksek Lisans Programı Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Aylin Yalçın Sarıbey, "Adaletin İzinde: Bir Damla Kanın Peşinde" başlıklı sunumuyla adli bilimlerin ve kanıtların gizemli dünyasına ışık tuttu. Adli bilimlerin suç ve suçluyla mücadeledeki kritik rolünü çarpıcı örneklerle anlatan Prof. Dr. Aylin Yalçın Sarıbey, "Olay yerindeki sessiz tanıkları bilimsel yöntemlerle konuşturarak suçluyu yakalamaya çalışıyoruz, çünkü onlar yalan söylemez." dedi. Adli bilimlerin genellikle öldürme, yaralama ve cinayet gibi toplumun duymak istemeyeceği ancak hayatın bir realitesi olan konularla ilgilendiğini belirten Prof. Dr. Aylin Yalçın Sarıbey, "Bizim amacımız suçluyu bulmak. Suçlular her zaman bizden daha hızlılar, delilleri karartmaya çalışıyorlar. Biz ise bu sessiz tanıkları nasıl konuştururuz, suçluyu nasıl yakalarız diye çabalayan insanlarız." ifadelerini kullandı. Adli bilimlerin temel çıkış noktası "Her temas bir iz bırakır" ilkesi Adli bilimlerin temel çıkış noktasının "Her temas bir iz bırakır" ilkesi olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Sarıbey, "Dokunduğumuz her şeyde bir iz bırakırız. İçtiğimiz şişenin kenarında DNA'mız, masada parmak izlerimiz, yürüdüğümüz yerde ayakkabı izlerimiz kalır. Biz bu izlerden yola çıkarak tanıkları konuştururuz." dedi. Sessiz tanıkların, yani fiziksel delillerin önemine dikkat çeken Prof. Dr. Sarıbey, "Onlar yalan söylemiyorlar, etki altında kalmıyorlar, objektifler. Yeter ki biz doğru bilimsel yöntemleri ve en yeni ileri teknolojik metodolojiyi uygulayalım." diye konuştu. Tanıkların korku, panik, baskı altında kalma veya bir yakınını koruma isteği gibi nedenlerle yanılabilme ihtimaline değinen Prof. Dr. Sarıbey, "Bilimsel olarak biliyoruz ki, bir kapkaç olayında görgü tanıklarının yüzde 70'i yanlış kişiyi gösterebiliyor. Bu her zaman kasıtlı olmuyor; panikle, korkuyla veya bir benzerlikle yanılabiliyorlar. Ancak olay yerindeki bir parmak izi veya kan lekesi yalan söylemez, yanılmaz. DNA analiziyle o şahsın kim olduğunu biliriz ve bu bizi yanıltmaz." şeklinde konuştu. Adli bilimlerin en temel amacı adaletin sağlanması Adaletin sağlanmasının toplumdaki güven duygusunu güçlendirdiğini belirten Prof. Dr. Sarıbey, "Faili bulduğumuzda ve o kişi cezasını çektiğinde, hem herkes kendini güvende hisseder hem de zedelenen adalet duygusu onarılmış olur. Adli bilimlerin en temel amacı budur." İfadesinde bulundu. Prof. Dr. Sarıbey, en çok bilinen ve en sık kullanılan delilin parmak izi olduğunu belirterek, "Her yerde bırakıyoruz. Suçlular silseler de eldiven taksalar da yok etmeye çalışsalar da hala bugün en fazla olayı parmak iziyle aydınlatabiliyoruz." dedi. Kimliklendirme en hızlı parmak iziyle yapılabiliyor Deprem gibi büyük felaketlerde de kimliklendirmenin en hızlı parmak iziyle yapılabildiğini, vücut bütünlüğü bozulmuş olsa bile parmak izine ulaşıldığında cenazelerin hızlıca kimliklendirilip ailelerine teslim edilebildiğini ifade eden Prof. Dr. Sarıbey, parmak izi bozulan durumlarda ise DNA örneklerinin alındığını ve akrabalardan alınan örneklerle karşılaştırılarak kimliklendirme yapıldığını ekledi. Her ayakkabının izi de farklı! Aynı marka ve numaradaki ayakkabıların desenleri aynı olsa da, kişilerin farklı yollarda yürümesi ve ayakkabıların farklı deformasyonlara uğraması nedeniyle her ayakkabı izinin kendine özgü olduğunu ifade eden Prof. Dr. Sarıbey, "Benim ayakkabıma bir çivi battı, sizinkini cam kesti. Öbürünün tabanı parçalandı. Farklı yollardan geçtik, hayat gibi. İşte onların izleri de ayakkabı tabanlarımızda kalıyor." diye konuştu. Aynı durumun araç lastik izleri için de geçerli olduğunu söyleyen Prof. Dr. Sarıbey, "Araçlar da aynı yollardan gitmedi, farklı aşınmaları oldu ve o aşınmalar lastikte kişiye özgü bir iz bıraktı. Tıpkı alnımızdaki kırışıklıklar gibi." dedi. MESSAGE Bilim Misyonu nasıl çıktı? Üsküdar Üniversitesi Transgenik Hücre Teknolojileri ve Epigenetik Uygulama ve Araştırma Merkezi (TRGENMER) Müdürü ve MESSAGE deneyi Proje Yöneticisi Dr. Öğr. Üyesi Cihan Taştan ise "Uzayda Keşfedilen Uzun Yaşamın Sırrı: Mikro Yerçekimi, Makro Keşifler" konulu konuşmasıyla Türkiye'nin ilk insanlı uzay misyonu MESSAGE'ın heyecan verici hikayesini paylaştı. “Moleküler genetiği biraz uzaya doğru taşıma hikayesi bizim hep hayallerimizde olan hikayeydi." diyerek sözlerine başlayan Dr. Öğr. Üyesi Cihan Taştan, insan DNA'sının dünyanın yer çekimini hissedip hissedemeyeceği ve buna karşı nasıl bir tepki verebileceği sorusunun MESSAGE (Microgravity Associated Genetics) Misyonu'nun temelini oluşturduğunu belirtti. Projenin 2021 yılında, o dönem ikinci sınıfta olan üç kız öğrencisiyle başladığını anlatan Dr. Öğr. Üyesi Cihan Taştan, Türkiye'nin ilk genetik tedavilerini yapan bir ekibin parçası olarak, bu altyapıyla uzay çalışmasını başlattıklarını, Cumhurbaşkanı'nın Türkiye'nin ilk uzay misyonunu duyurmasıyla birlikte, zaten fikir ve hipotezleri hazır olan MESSAGE projesinin Türkiye Uzay Ajansı ve TÜBİTAK Uzay tarafından Alper Gezeravcı'nın uzayda yapmasına uygun görüldüğünü anlattı. Uzayda birçok keşifte bulunduk Dr. Öğr. Üyesi Cihan Taştan, ilk uzay misyonunu Alper Gezeravcı, ikinci uzay misyonunu da Tuva Cihangir Atasever’in gerçekleştirdiğini hatırlatarak, “Her iki astronotumuz da toplamda 20 proje gerçekleştirdi ve biz böylelikle hem NASA'da hem Avrupa Uzay Ajansında özgün diyebileceğimiz birçok keşifte bulunduk." dedi. Bu keşiflerin şu anda öğrenciler tarafından yüksek lisans tezlerine ve makalelere dönüştürüldüğünü kaydeden Dr. Öğr. Üyesi Cihan Taştan, "Bir bakıma benim moleküler biyoloji ve genetik hikayem, hep merak ettiğim, hepimizin evinde başladığı o küçük deneyleri merak ederek başladı, büyüdü ve şu an ilk defa uzaya kadar gitmiş bulundu" diye konuştu. Yapay zekanın girmediği araştırma alanı kalmadı Yapay zekanın girmediği hiçbir laboratuvar, ekipman veya araştırma alanı kalmadığını belirten Dr. Öğr. Üyesi Cihan Taştan, E-Nabız gibi uygulamalar üzerinden toplanan devasa sağlık verilerinin yapay zeka ile analiz edilerek gelecekte sağlık hizmetlerinde devrim yaratabileceğini söyledi. "Milyonlarca insanın laboratuvar sonuçları, hastalık verileri ve ilaç bilgileri birikiyor. Yapay zeka sayesinde ileride hastaneye gitmeden, sadece semptomlarınızı yazarak, belki de E-Nabız GPT gibi bir uygulamayla etkileşime girerek ilacınızın otomatikman belirleneceği, ne kadar kullanacağınızın ortaya çıkacağı bir döneme girebiliriz." diye konuşan Dr. Öğr. Üyesi Cihan Taştan, bu öngörünün hayal olmadığını, geçtiğimiz hafta Çin'de 42 yapay zeka doktoruyla kurulan bir hastanenin faaliyete geçtiğini anlattı. “Artık deneylerimizi deney tüpünde değil, bilgisayar kodları arasında yapıyoruz, orada gizliler…” Kendi laboratuvarlarında da yapay zekayı DNA'ları anlamak, insan vücudunun tepkilerini analiz etmek, kanser riskini ve tedavi yöntemlerini belirlemek gibi birçok alanda kullandıklarını ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Cihan Taştan, "Bir bakıma artık deneylerimiz deney tüpünde değil, bilgisayar kodları arasında yapıyoruz, orada gizliler. Dünyada da bu yönde bir akış var." dedi. Robot ürettik, bu robot deneyleri gerçekleştirdi! Yakın zamanda Nature dergisinde kabul edilen bilimsel yayınlarından örnek veren Dr. Öğr. Üyesi Cihan Taştan, "Bu deneyi yaklaşık 2 senedir tasarladık. Laboratuvarda hiçbir öğrenci çalışmadı. Robot ürettik, bu robot deneyleri gerçekleştirdi ve öğrencimiz hiç laboratuvara gelmeden evden robota komutlar girerek hücrenin genetiğini değiştirebildik. Buna yapay zeka entegre etmeye çalışıyoruz.” şeklinde konuştu. “Uzayda telomer uzunluğunu artırabilirsek yaşam süremizi uzatabiliriz” Türk astronot Alper Gezeravcı ve iki yabancı astronottan alınan örneklerde, DNA'nın uçlarındaki ve uzun yaşamla ilişkilendirilen "telomer" lerin uzayda bulundukları kısa süre içerisinde uzadığını tespit ettiklerini açıklayan Dr. Öğr. Üyesi Cihan Taştan, bu keşfin, astronotların daha uzun yaşamaya elverişli bir DNA izine sahip olduklarını gösterdiğini belirtti. Dr. Öğr. Üyesi Cihan Taştan, "Hepimizin yaşam ömrü normalde 145 yıl. Ancak sigara, stres, sağlıksız beslenme gibi faktörler bu süreyi kısaltıyor. Uzayda telomer uzunluğunu artırabilirsek, yaşam süremizi uzatabiliriz." diye konuştu. Türkiye'nin uzayda yürüttüğü bu çalışmaların, Türkiye'nin uluslararası uzay arenasında konumunu güçlendirdiğini ve Türk bilim insanlarının ütopik hayaller kurmak yerine somut projelere imza attığını vurgulayan Dr. Öğr. Üyesi Cihan Taştan, gençlere "Sorunuz varsa oturun, o soruyu projeye, bir deneye çevirin." mesajını verdi. Programın kapanışını Üsküdar Üniversitesi Genel Sekreter Yardımcısı Cumhur Bakır yaptı. Katılımları için herkese teşekkür eden Bakır, YÖK’ün Bilim Kafe uygulamasının bilimi toplumla buluşturmasında güzel bir uygulama olduğunu, Üsküdar Üniversitesi olarak da toplumu bilimle buluşturma çalışmalarının süreceğini söyledi. Samimi ortamda bilimsel sohbetler Saat 17.00'den 19.00'a kadar süren etkinlikte, vatandaşlar merak ettikleri konular hakkında soru sorma imkanı buldu. Çay ve Kahve ikramının da olduğu samimi sohbet ortamı, bilimin gündelik hayatın bir parçası olmasına önemli bir katkı sundu. Buluşma, toplu fotoğraf çekimiyle sona erdi.

Yenidoğanlarda topuk delme güvenli bir yöntem mi? Haber

Yenidoğanlarda topuk delme güvenli bir yöntem mi?

Üsküdar Üniversitesi Tıp Fakültesi (İngilizce) Tıbbi Biyokimya Bölümünden Prof. Dr. Nilgün Tekkeşin, yenidoğan ve prematüre bebeklerden kan örneği alma sürecinde en sık başvurulan yöntemlerden biri olan “topuk delme” tekniği hakkında önemli bilgiler verdi. Yenidoğanlarda kan örneği almak zor Yenidoğanlarda ve özellikle de erken doğum bebeklerde (prematüre) kan örnekleri almanın zor ve koşullara göre de zaman zaman kısıtlayıcı bir işlem olabildiğini ifade eden Prof. Dr. Nilgün Tekkeşin, “Bu hastaların damar boyutu ve hacim durumu da venöz erişimi en yetenekli sağlık çalışanı için bile zorluk teşkil edebilir. Kılcal kan örnek alımı, bebeklerden kan örnekleri almak için en sık kullanılan yöntemdir. Kılcal kan örneği için de bazı durumlarda topuk delme tekniği kullanılır.” dedi. Topuk delme, testler için kolay erişilebilir bir yol… Bu tekniğin, küçük kan örnekleri veya tekrarlanan küçük hacimli kan örnekleri için yararlı olduğunu söyleyen Prof. Dr. Nilgün Tekkeşin, “Topuk delme, özellikle yenidoğan taramaları ve glikoz seviyelerinin ölçülmesi gibi çeşitli laboratuvar testlerinde kılcal kan örneği elde etmenin minimal invaziv ve kolay erişilebilir bir yoludur. Ancak, daha küçük örnek hacimleri gerektiren gelişmiş laboratuvar teknikleri ve travmayı ve ağrıyı en aza indiren gelişmiş otomatik topuk delme cihazları sayesinde, topuk delme birçok rutin kan testi için kan elde etmenin uygulanabilir bir yöntemi haline gelmiştir.” diye konuştu. Damar yolundan kan alma bütün bebekler için uygun değil Yenidoğanlarda, damar yolundan kan almanın topuk delmeye göre daha az ağrı ile sonuçlanabileceğine dair bazı kanıtların olduğunu ancak, bu işlemin prematüre bebekler veya çoklu ve sık kan örneklemesi gerektiren bebekler için uygun olmayabileceğini anlatan Prof. Dr. Nilgün Tekkeşin, “Daha yeni, daha etkili ve daha az ağrılı delme cihazlarının geliştirilmesi, topuk delmenin göreceli faydasını artırabilir.” ifadesinde bulundu. Topuk delme genellikle 12 aylık olana kadar kullanılır Topuk delme yönteminin prematüre bebekler, yenidoğanlar ve bebekler için ideal olduğunu da kaydeden Prof. Dr. Nilgün Tekkeşin, “Topuk delme genellikle 12 aylık olana kadar kullanılır. Topuk kanı örnek alımı, kılcal kanın kabul edilebilir bir kaynak olduğu her zaman için işlevseldir. Bu gibi durumlar şunları içerir; gereken örnek nispeten azdır, başka bir kabul edilebilir kan kaynağı (örneğin, santral venöz kateter, göbek kordonu kateteri, atardamar hattı) halihazırda mevcut değildir, topuktan alınan örnekler genel biyokimya ve karaciğer fonksiyon testleri, tam kan sayımı, yenidoğan taraması, başucu glikoz takibi ve kan gazı analizi için kullanılabilir.” şeklinde konuştu. Lokal anestezi kan örneğinin kalitesini etkileyebiliyor Topuk delme tekniği için standart lokal veya sistemik farmakolojik anestezi gerekmediğini de dile getiren Prof. Dr. Nilgün Tekkeşin, şöyle devam etti: “Aksine, lokal anestezikler kan örneğinin kalitesini etkileyebilir. Ancak bebeği rahatlatmak için ağızdan sakaroz, ortam ışığı düzenlenmesi ve gürültüyü azaltma ve kundaklama önerilebilir. Bebeğin ağırlığına uygun boyutta bir topuk delme cihazı tercih edilmelidir, böylelikle kesinin boyutu kontrol altına alınarak daha az travmatize edilir. Topuk kanı örneği, bebek sırtüstü pozisyondayken en kolay şekilde elde edilir. Uygun yer seçimi ağrıyı en aza indirmek ve kalkaneus kemiğine teması önlemek için önemlidir.”

Türk bilim insanı Prof. Dr. Türker Tekin Ergüzel’e liderlik ödülü Haber

Türk bilim insanı Prof. Dr. Türker Tekin Ergüzel’e liderlik ödülü

Üsküdar Üniversitesi ve NPİSTANBUL Hastanesi, psikiyatride küresel Nöro-Teknoloji Konsorsiyumu’nda ortaklık kurduğu ve 10 yılı aşkın süredir katıldığı Beyin Haritalama ve Tedavileri Derneği’nin (SBMT) bu yılki toplantısı 27 Şubat - 2 Mart 2025 tarihleri arasında Los Angeles’da gerçekleştirildi. 3 gün süren “22. Nöro-Teknoloji Kongresi”nde Üsküdar Üniversitesi'nden Prof. Dr. Türker Tekin Ergüzel, sinirbilim alanındaki yenilikçi çalışmaları dolayısıyla ABD merkezli Beyin Haritalama Vakfı (World Brain Mapping Foundation WBMF) tarafından verilen "Golden Axon Leadership" ödülüne layık görüldü. Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü ve Yönetim Kurulu Başkanı psikiyatrist Prof. Dr. Nevzat Tarhan’ın psikiyatrik hastalıklarda yapay zeka ile ön tanı, nöroteknoloji uygulamaları, büyük veri analizi, hesaplamalı sinirbilim ve dijital terapötikler (DTx) alanlarında ilham verdiği ve gelişimine katkı sağladığı araştırmacılardan Prof. Dr. Ergüzel, bu ödüle Türkiye'den Prof. Dr. Nevzat Tarhan’dan sonra layık görülen ikinci bilim insanı oldu. SBMT toplantıları bilimsel gelişime önemli katkılar sağlıyor Prof. Dr. Ergüzel, ödül töreninde yaptığı konuşmada, 10 yıldır katıldığı SBMT toplantılarının, yeni teknolojileri hayat kurtaran teşhis ve tedavi yöntemlerine dönüştürerek toplumun refahını artırmaya ve hasta bakımını iyileştirmeye yönelik araştırmalara ve bilimsel gelişime önemli katkılar sağladığını belirtti. Konuşmasında Prof. Dr. Ergüzel, ödüle layık görülmekten ziyade, bu başarının kendisinin gelişiminde büyük emeği olan Prof. Dr. Nevzat Tarhan'ın ilham veren üretkenliğine, araştırmacılara verdiği desteğe ve uluslararası referanslardan yararlanarak bilimsel araştırma kültürünü ülkemizde de yaşatma tutkusuna katkı sağlayan bir adım olduğuna inandığını belirtti. 

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.