Hava Durumu
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文
Türkçe
English
Русский
Français
العربية
Deutsch
Español
日本語
中文

#Üsküdar Üniversitesi

Kapsül Haber Ajansı - Üsküdar Üniversitesi haberleri, son dakika gelişmeleri, detaylı bilgiler ve tüm gelişmeler, Üsküdar Üniversitesi haber sayfasında canlı gelişmelere ulaşabilirsiniz.

Türkiye’de Perfüzyon Eğitimi Akademik Boyut Kazandı! Haber

Türkiye’de Perfüzyon Eğitimi Akademik Boyut Kazandı!

Üsküdar Üniversitesi Perfüzyon Bölümü’nün dünya standartlarındaki simülasyon laboratuvarı ve güçlü eğitim altyapısına dikkat çeken Prof. Dr. Ali Kocailik, “Simülatör sayesinde öğrencilerimiz, 4 yıllık eğitimleri bittiğinde deneyimli birer perfüzyonist olarak mezun olacaklar.” dedi. Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Perfüzyon Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ali Kocailik, perfüzyon eğitimi hakkında bilgi verdi. Perfüzyon hayatiyetin devamını sağlayan yaşam desteği uygulaması Perfüzyonun anlam itibarıyla, vücuttaki tüm dokuların beslenmesi demek olduğunu kaydeden Prof. Dr. Ali Kocailik, “Bir anlamda hayatın devamlılığının sağlanması da diyebiliriz. Perfüzyon; açık kalp ameliyatı sırasında kalp ve akciğerlerin durdurulması gerektiğinden, ameliyat bitene kadar hastanın kanını kalbe gelmeden vücut dışına alıp, oksijenlendirip, kalbin çıkış kısmından tekrar vücuda vererek dolaşımın ve dolayısıyla hayatiyetin devamının sağlanması amacıyla 1953 yılından bu yana ameliyathanede icra edilen bir uygulama idi. 50 yıl kadar önce başlayan, ama son 20 yıldır daha yaygın uygulanan, özellikle H1N1 ve Covid pandemilerinde yoğunlaşan bir başka uygulama olan ECMO/ECLS, perfüzyona yeni bir boyut getirmiş, artık perfüzyonun çalışma alanı yoğun bakımlara, acil servislere ve hatta hastane dışı alanlara yayılmıştır.” diye anlattı. Türkiye’de perfüzyon eğitimi akademik boyut kazandı Prof. Dr. Kocailik, hayati öneme sahip, ciddi bilgi birikimi ve deneyim gerektiren bir meslek olan perfüzyonun, tüm dünyada yakın zamana kadar usta-çırak ilişkisi ile öğretildiğini dile getirerek, “Batı ülkelerinde yüksek lisans eğitimi ile akademik öğretime geçilmiştir. Türkiye’de ise 2011 yılında çıkan yasa ile perfüzyon eğitiminin lisans düzeyinde olması kararlaştırıldı. Perfüzyon eğitiminin akademik düzeyde yeni başlamış olması, doğrudan hasta ile ilişkilerinin olmaması, perfüzyon konusunda akademisyenin olmaması ve çok az üniversitede veriliyor olmasının toplumda az bilinmesinin sebepleri olduğunu düşünüyorum. Perfüzyonist olmazsa kalp cerrahisi ve ECMO/ECLS yapılamaz. Perfüzyonistler, ekibin vaz geçilmez asli üyesi olup başarının gizli kahramanlarıdır.” dedi. Prof. Dr. Kocailik: “Holistik bir perfüzyon bilim merkeziyiz” Üsküdar Üniversitesi Perfüzyon Bölümü’nün bu alandaki öncülüğünü ifade eden Prof. Dr. Ali Kocailik, “Simülasyon laboratuvarımız, güçlü eğitim kadromuz ve düzenli bilimsel toplantılarımız ile sadece öğrenci yetiştiren bir bölüm değil, holistik bir perfüzyon bilim merkeziyiz. Amacımız bilgiden hizmete ve ürüne giden yolu açmak.” ifadesinde bulundu. Üsküdar Üniversitesinin, dünya standartlarında bir perfüzyon simülatörüne sahip olduğunun altını çizen Prof. Dr. Kocailik, “Öğrencilerimiz teorik bilgiyi alıyor, stajlarda uygulamayı görüyor. Ancak simülatörün sunduğu en büyük avantaj; gerçek kalp ameliyatı veya ECMO/ECLS sırasında yaşanabilecek zor ve acil durumları defalarca deneyimleme fırsatı vermesidir. Sonuç olarak, simülatör sayesinde öğrencilerimiz, 4 yıllık eğitimleri bittiğinde deneyimli birer perfüzyonist olarak mezun olacaklar.” şeklinde konuştu. Türkiye’deki perfüzyonistlerin %40’ı Üsküdar mezunu Türkiye’de aktif çalışan perfüzyonistlerin yaklaşık %40’ının Üsküdar Üniversitesi kaynaklı olmasının büyük bir sorumluluk olduğunu dile getiren Prof. Dr. Kocailik, “Lisans ve yüksek lisans programlarımızdan mezun perfüzyonistler özel ve kamu hastanelerinde çalışmakta olup Üsküdar Üniversitesini temsil emekteler. Her yıl eğitim kalitemizi daha da artırarak güncel bilgilerle donatmak zorunda olduğumuzun bilincindeyiz. Diğer yandan üretilen bilgi miktarı hızla artıyor ve bu bilgiler de hızla güncellenmek zorunda. Dolayısıyla mezunlarımıza karşı da sorumluklarımız var ve iletişimi sıcak tutuyoruz. Bu amaçla her ay bilimsel toplantılar düzenleyerek mezunlarımız ve öğrencilerimizi kaynaştırıp yeni bilgileri paylaşıyoruz.” diye konuştu. Avrupa akreditasyonu kapıda Bölümün Avrupa Perfüzyon Board (EBCP) akreditasyon hedefinin öğrenciler için yeni fırsatlar getireceğini söyleyen Prof. Dr. Kocailik, müfredatın EBCP standartlarına göre güncellendiğini ve 2025-2026 eğitim yılında akreditasyonun alınmasının hedeflendiğini, bu sayede Türk öğrencilerin Avrupa’da da perfüzyonist olarak çalışma imkânına sahip olacağını, uluslararası öğrenci akışının artacağını vurguladı. ECMO iş birlikleriyle yeni ufuklar açılıyor Türk Acil Tıp Derneği ile iki yıldır yürütülen ECMO kurslarının büyük ilgi gördüğünü kaydeden Prof. Dr. Kocailik, Türk Yoğun Bakım Derneği ile de benzer bir iş birliğine gidildiğini açıkladı. Simülasyon teknolojisinin bu eğitimlerde kritik role sahip olduğunu belirten Prof. Dr. Kocailik, “Bu iş birlikleri sayesinde ECMO/ECLS terapileri daha etkili uygulanacak, daha fazla hayat kurtarılacak ve yeni iş fırsatları doğacak” değerlendirmesinde bulundu. Perfüzyon alanına ilgi duyan gençlere seslenen Prof. Dr. Ali Kocailik, “Perfüzyon; henüz keşfedilmemiş alanların çok olduğu farklı bir dünya, özellikle ECMO/ECLS konusunda henüz yolun başında. Meraklı, öğrenmeye, araştırmaya istekli gençler için harika bir evren.” şeklinde sözlerini tamamladı. Dünyadaki 11 ekipten biri… Bu arada, Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Perfüzyon Bölümü, yalnızca eğitim ve bilimsel çalışmalarıyla değil, aynı zamanda dünya çapında hayat kurtaran uygulamalarıyla da dikkat çekiyor. Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Perfüzyon Bölümü Başkanı Prof. Dr. Ali Kocailik’in liderliğinde Üsküdar Üniversitesi’nden Yoğun Bakım Uzm. Dr. Kadir Doğruer ve perfüzyonist Tarık Demir’den oluşan ekip, kıtalararası kritik hasta naklinde görev alan dünyadaki 11 ekipten biri olma özelliğini taşıyor. Türkiye’de bu alanda kıtalararası nakil ekibinde yer alan tek ekip Üsküdar Üniversitesi’nde.

Bel Ağrısı Bel Kaymasının Belirtisi Olabilir! Haber

Bel Ağrısı Bel Kaymasının Belirtisi Olabilir!

Kayan kemiğin sinirlere bası yapması durumunda bacaklarda ağrı, uyuşukluk ve kuvvetsizlik görülebileceğini dile getiren Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Onur Yaman, “Daha ileri vakalarda idrar ve büyük abdest kontrolünde sorunlar yaşanabilir.” dedi. Yaşlanmaya bağlı disk ve eklem değişikliklerinin en yaygın nedenler arasında olduğunu aktaran Prof. Dr. Yaman, travmalar ve doğuştan gelen anatomik farklılıkların da bel kayması oluşumunda etkili olabileceğini ifade etti. Prof. Dr. Yaman ayrıca, erken tanı ve doğru tedavinin, komplikasyonların önlenmesi açısından hayati önem taşıdığını vurguladı. Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Beyin, Sinir ve Omurilik Cerrahisi Uzmanı Prof. Dr. Onur Yaman, bel kaymasının nedenleri, belirtileri ve tedavi yöntemleri hakkında bilgi verdi. Bel kayması farklı belirtiler gösterebilir! Bel kaymasının, alt omurlardan birinin diğerinin üzerine kayması sonucu ortaya çıkan klinik bir durum olduğunu aktaran Prof. Dr. Onur Yaman, “Kayan kemiğin veya diskin omuriliğe ya da bacağı besleyen sinirlere bası yapması, çeşitli belirtilere yol açabilir.” dedi. Bel kaymasının en sık görülen belirtisinin bel ağrısı olduğunu dile getiren Prof. Dr. Yaman, “Kayan kemiğin sinirlere bası yapması durumunda bacaklarda ağrı, uyuşukluk ve kuvvetsizlik görülebilir. Daha ileri vakalarda idrar ve büyük abdest kontrolünde sorunlar yaşanabilir.” şeklinde konuştu. Yaşlanmaya bağlı sorunlar bel kaymasının en sık görülen nedeni! Bel kaymasının çeşitli nedenlerle ortaya çıkabileceğini kaydeden Prof. Dr. Onur Yaman, “Yaşlanmaya bağlı olarak disk ve eklemlerde meydana gelen değişiklikler bel kaymasının en sık görülen nedenlerindendir.” dedi. Ayrıca travmaların da bel kaymasına yol açabileceğine işaret eden Prof. Dr. Yaman, bazı durumlarda ise doğuştan gelen anatomik farklılıklar nedeniyle bel kaymaları gelişebileceğini ifade etti. Bel kayması, uygun tanı ve tedavi ile yönetilebilen bir durum! Bel kaymasının tedavisinde hem konservatif hem de cerrahi yöntemler uygulanabildiğine dikkat çeken Prof. Dr. Onur Yaman, “Konservatif tedavide bel ve kalça kaslarını güçlendiren egzersizler, korse kullanımı ve ağrıya yol açan nedenin ortadan kaldırılması amaçlanır.” dedi. Bu yöntemlerin, birçok hastada cerrahiye gerek kalmadan semptomların kontrol altına alınmasını sağladığının altını çizen Prof. Dr. Yaman, sözlerini şöyle tamamladı: “Cerrahi tedavi ise, konservatif yöntemlerle şikayetleri geçmeyen veya nörolojik defisiti olan hastalarda uygulanır. Cerrahi endikasyonu, özellikle bacaklarda kuvvetsizlik, idrar kontrol problemleri ve uzun süreli ağrı şikayetleri belirler. Bel kayması, uygun tanı ve tedavi ile yönetilebilen bir durumdur. Erken tanı ve doğru tedavi yaklaşımı, komplikasyonların önlenmesi açısından büyük önem taşır.”

Psikiyatrik İlaçlar Uzman Kontrolüyle Daha Güvenli! Haber

Psikiyatrik İlaçlar Uzman Kontrolüyle Daha Güvenli!

Tedavi sürecinde sabırlı olmanın, ilacın önerilen süre boyunca düzenli kullanılmasının ve takip muayenelerine gidilmesinin çok önemli olduğunu vurgulayan Psikiyatri Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Semra Baripoğlu, “Psikiyatrik ilaçların bilinen yan etkileri vardır ve hekiminiz bu konuda sizi bilgilendirir. İlacın sağladığı tedavi faydası ile yan etkiler birlikte değerlendirilmeli, gerekirse doz azaltımı veya ilaç değişimi planlanmalı.” dedi. Toplumda psikiyatrik ilaçların bağımlılık yaptığına dair yaygın bir kaygı bulunduğunu aktaran Dr. Öğr. Üyesi Baripoğlu, bağımlılık yapıcı ilaçların belirli gruplarla sınırlı olduğunu ve kontrollü kullanıldığında tedavi edici ilaçların bağımlılık oluşturmayacağına dikkat çekti. Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Psikiyatri Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Semra Baripoğlu, psikiyatrik ilaçların doğru kullanımının önemi, yan etkileri, takip süreçleri ve tedavi sürecindeki rolü hakkında bilgi verdi. Psikiyatrik ilaçlar yalnızca uzman reçetesi ile kullanılmalı! Psikiyatrik ilaçların, doğru tanı ve uygun takip süreçleri ile kullanıldığında birçok ruhsal hastalığın tedavisinde son derece etkili olabildiğini dile getiren Dr. Öğr. Üyesi Semra Baripoğlu, “Ancak her ilaçta olduğu gibi bu ilaçların da yan etkileri, ilaç reaksiyonları ve kişisel farklılıklara bağlı beklenmedik etkileri görülebilir.” dedi. Bu nedenle psikiyatrik ilaçların mutlaka bir psikiyatri uzmanı tarafından değerlendirilip reçete edilmesinin büyük önem taşıdığını vurgulayan Dr. Öğr. Üyesi Baripoğlu, “Psikiyatrik bir ilaç kullanmaya ihtiyaç olduğunu düşünen kişinin ilk adımı, bir psikiyatri uzmanına başvurarak kapsamlı bir değerlendirmeden geçmek olmalı. Muayene sonucunda gerekli görülürse hekiminiz, tanıya uygun ilacı belirleyip tedaviye başlayacaktır.” şeklinde konuştu. Psikiyatrik ilaçların düzenli kullanımı ve takip muayeneleri tedavi sürecinde çok önemli! İlaç kullanımı sırasında hem olumlu etkilerin hem de ilk günlerde ortaya çıkabilecek yan etkilerin hekim tarafından yakından izlendiğini ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Semra Baripoğlu, “Tolerasyon güçlüğü yaratan bir yan etkiyle karşılaşıldığında, doktora haber vermek ve gerekirse doz ayarlaması ya da ilaç değişimi yapmak gerekir.” dedi. Psikiyatrik ilaçların olumlu etkilerinin genellikle birkaç hafta içinde ortaya çıkmaya başladığını kaydeden Dr. Öğr. Üyesi Baripoğlu şöyle devam etti: “Tedavi sürecinde sabırlı olmak, ilacın önerilen süre boyunca düzenli kullanılması ve takip muayenelerine gidilmesi çok önemlidir. Bu değerlendirmelerde ilaç etkinliği, yan etkiler ve tedavide izlenecek yeni yol haritası belirlenir. Psikiyatrik ilaçların bilinen yan etkileri vardır ve hekiminiz bu konuda sizi bilgilendirir. Tedavi başladıktan sonra görülebilecek yan etkilerin izlenmesi önemli. İlacın sağladığı tedavi faydası ile yan etkiler birlikte değerlendirilmeli, gerekirse doz azaltımı veya ilaç değişimi planlanmalı. Birden fazla ilaç kullanan hastalarda ise, yeni başlayacak ilacın mevcut ilaçlarla etkileşimi mutlaka göz önünde bulundurulur. Gerekirse ilaç düzeyi ölçümleri yapılarak daha güvenli bir kombinasyon oluşturulur.” Bireylerin genetik yapıları ilaca verilen yanıtı etkileyebiliyor! Psikiyatrik ilaçlarda doz ayarlamasının, uluslararası literatürdeki tedavi etkin dozlar ve hastanın klinik özellikleri dikkate alınarak yapıldığını aktaran Dr. Öğr. Üyesi Semra Baripoğlu, “Bunun yanında günümüzde bireylerin genetik yapılarının ilaca verdikleri yanıtı etkileyebileceği biliniyor.” dedi. Bu nedenle gerektiğinde ilaç kan düzeyi ölçümleri ve farmakogenetik testler kullanılarak daha kişiye özel ve güvenli bir tedavi planı oluşturulabildiğini ifade eden Dr. Öğr. Üyesi Baripoğlu, bu yöntemlerin, beklenmeyen yan etkilerin açıklanmasında da yol gösterici olduğunu söyledi. Hastalığın türüne ve kişinin ihtiyaçlarına göre ek tedavi yöntemleri de sürece dahil edilir! Psikiyatrik hastalıkların tedavisinde ilaçların çoğu zaman tek başına yeterli olmayabileceğine de değinen Dr. Öğr. Üyesi Semra Baripoğlu, şunları söyledi: “Hastalığın türüne ve kişinin ihtiyaçlarına göre ek tedavi yöntemleri de sürece dahil edilir. Depresyon, kaygı bozuklukları, obsesif kompulsif bozukluk ve psikotik bozukluklarda psikoterapi önemli bir destek sağlar. Bunun yanı sıra aile ve hasta psiko-eğitimi, sosyal destek çalışmaları tedavinin etkisini artıran unsurlar arasındadır. Çocuk ve ergenlerde ise ergoterapi, dil ve konuşma terapisi ile eğitimsel destekler büyük rol oynar. İlaç tedavisinin yeterli olmadığı durumlarda biyolojik tedavilerden yararlanılır; Manyetik Uyarım Tedavisi (TMS) ve daha ciddi klinik tablolar için uygulanan Elektrokonvülsif Terapi (EKT) bu yöntemlerin başında gelir.” Kontrollü kullanıldığında tedavi edici ilaçlar bağımlılık oluşturmaz! Psikiyatrik ilaçların bağımlılık yapıp yapmadığı sorusunu değerlendiren Dr. Öğr. Üyesi Semra Baripoğlu, “Toplumda psikiyatrik ilaçların bağımlılık yaptığına dair yaygın bir kaygı bulunuyor. Ancak bağımlılık yapıcı ilaçlar belirli gruplarla sınırlıdır ve kontrollü kullanıldığında tedavi edici ilaçlar bağımlılık oluşturmaz.” dedi. Buna rağmen bazı ilaçların kontrolsüz, kulaktan dolma bilgilerle veya reçetesiz şekilde temin edilip uzun süre kullanıldığına işaret eden Dr. Öğr. Üyesi Baripoğlu, “Bu durum ciddi riskler doğurur. Bu nedenle ilaçlar kesinlikle doktor reçetesi ile alınmalı, tanıdık tavsiyesi ile ilaç başlanmamalı, tedavi süresi ve doz yalnızca hekim tarafından belirlenmelidir. Bağımlılık potansiyeli olan ilaçlarla ilgili gerekli tüm uyarılar ve kullanım kuralları hekim tarafından açıkça belirtilir.” diyerek sözlerini tamamladı.

Sağlıklı Dişlerin Temelini Ebeveynler Atıyor! Haber

Sağlıklı Dişlerin Temelini Ebeveynler Atıyor!

Süt dişlerinin korunmasının, hem genel sağlık hem de daimi dişlerin düzgün sürmesi için kritik öneme sahip olduğuna dikkat çeken Çocuk Diş Hekimi Dr. Öğr. Üyesi Şebnem N. Koçan, “Daimi dişler doğal yer tutucu işlevi görürler ve süt dişlerinin erken kaybedildiği durumlarda daimi dişlerin sürmesinde bir takım problemler ortaya çıkabilir.” dedi. Ebeveynlerin istikrarlı tutumunun, çocukların diş fırçalama alışkanlığını kazanmasını kolaylaştıracağını aktaran Dr. Öğr. Üyesi Koçan, düzenli diş kontrollerinin, çürüklerin erken fark edilmesini ve tedavisinin kolay olmasını sağlayacağını vurguladı. Üsküdar Üniversitesi Diş Hastanesi Çocuk Diş Hekimi Dr. Öğr. Üyesi Şebnem N. Koçan, çocuklarda diş sağlığının korunmasında ebeveyn sorumluluğu, doğru beslenme, düzenli diş fırçalama ve kontrollerin önemi hakkında bilgi verdi. Süt dişlerinin korunması, genel ve kalıcı diş sağlığı için önemli! Çocuklarda diş bakımı konusunda ebeveynlere büyük sorumluluk düştüğünü dile getiren Çocuk Diş Hekimi Dr. Öğr. Üyesi Şebnem N. Koçan, “Çocuklar henüz kendi ağız ve diş bakımını yapabilecek düzeyde değillerdir.” dedi. Çocukların büyüme ve gelişme dönemlerinde süt dişlerinin beslenme kadar önemli olduğuna vurgu yapan Dr. Öğr. Üyesi Koçan, “Çocukların konuşmayı öğrendikleri dönemde özellikle ön dişler bazı seslerin çıkartılmasında önemlidir. Bu dişlerin korunması çocukların genel sağlığı açısından ve daimi dişlerin korunması için de gereklidir. Daimi dişler doğal yer tutucu işlevi görürler ve süt dişlerinin erken kaybedildiği durumlarda daimi dişlerin sürmesinde bir takım problemler ortaya çıkabilir.” şeklinde konuştu. Ebeveynler istikrarlı olursa çocuklar uyum sağlar! Ebeveynlerin çocuklarına günde 2 kez diş fırçalanması gerektiğini anlatmalarının önemli olduğunu aktaran Dr. Öğr. Üyesi Şebnem N. Koçan, “Çocuğun yaş aralığına göre diş fırçası ve macun seçimi önemli. Ancak diş fırçalamanın düzenli bir şekilde yapılması daha da önemli bir husus. Çocuklar başlangıçta diş fırçalatmak istemeyip bu durumdan kaçabilir. Ebeveynlerin bu konuda istikrarlı olması durumunda her çocuk bu sürece uyum sağlar.” açıklamasını yaptı. Karbonhidrat ve şeker içeriği yüksek yiyeceklerden uzak durulmalı! Beslenmenin diş çürüklerindeki etkisinin oldukça büyük olduğunun altını çizen Dr. Öğr. Üyesi Şebnem N. Koçan, “Çikolata, şekerleme, cips, kraker ve diğer karbonhidrat ve şeker içeriği yüksek yiyeceklerden uzak durulması gerekiyor. Bu tür yiyeceklerin çürük oluşturma ihtimali yüksek. Bu nedenle bu tip yiyeceklerin olabildiğince sınırlandırılması çocuğun diş sağlığı açısından önemli.” dedi Beslenmenin dışında ise düzenli diş kontrollerin yapılmasının önemli olduğunu vurgulayan Dr. Öğr. Üyesi Koçan, sözlerini şöyle tamamladı: “Çürükler ilk zamanlarda çok anlaşılamayabilir ve bir ebeveyn bu durumu anlayamayabilir. Ağrı ortaya çıkması ve çürüğün görünür hale gelmesinden sonra tedavinin biraz daha zorlaşacağı söylenebilir. Özellikle küçük çocuklar için bu durum daha da zorlaşabilir, fakat tedavi etmek mümkündür.”

Uzmanlara Göre Kocaeli’nde Facia Göz Göre Göre Geldi! Haber

Uzmanlara Göre Kocaeli’nde Facia Göz Göre Göre Geldi!

İş Sağlığı ve Güvenliği Uzmanları Dr. Öğr. Üyesi Rüştü Uçan, Dr. Öğr. Üyesi Nuri Bingöl ve Dr. Öğr. Üyesi Hacer Kayhan olayın temel nedeninin yanıcı maddelerin bulunduğu tesisin yeri, ruhsatlandırma sürecindeki eksiklikler ve denetim zafiyeti olduğunu belirterek, facianın ‘göz göre göre geldiği’ uyarısında bulundu. Acil çıkış eksikliğinin can kayıplarını doğrudan etkilediğini söyleyen İş Sağlığı ve Güvenliği Bölüm Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Rüştü Uçan, “Yangın tek çıkışın olduğu yere yakın bir yerde başlarsa, yangın büyüdükten sonra dışarıdan gelenler müdahale edemedikleri için orada kaç kişi kalırsa vefatla karşılaşıyoruz.” dedi. Dr. Öğr. Üyesi Nuri Bingöl: “Önceden alınacak basit önlemlerle, zarar sıfıra indirilebilir. İşverenlerin, ruhsatlama ve denetim süreçlerinde itfaiyeyi ve iş güvenliği uzmanlarını sürece aktif olarak dahil etmesi gerekir. Patlamadan korunma kültürünü işin başında oluşturmak, sonradan alınacak önlemlerden çok daha etkili ve hayat kurtarıcıdır.” Dr. Öğr. Üyesi Hacer Kayhan: “Yangını ya da alevi bir kişi başlatmaz; yangını ihmal başlatır.” Kocaeli’nin Dilovası ilçesinde bir kozmetik fabrikasında meydana gelen ve 6 kişinin yaşamını yitirdiği feci yangın, iş sağlığı ve güvenliği uzmanları tarafından mercek altına alındı. Dr. Öğr. Üyesi Rüştü Uçan: “Fabrika temel güvenlik standartlarına uymuyor” Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi İş Sağlığı ve Güvenliği Bölüm Başkanı Dr. Öğr. Üyesi Rüştü Uçan, 50 kişinin çalıştığı tesisin "depo" olarak ruhsatlandırılmış olabileceği şüphesini dile getirerek, bu durumun hem ruhsat verenleri hem de işvereni sorumluluk altına soktuğunu belirtti. Dr. Öğr. Uçan, fabrikanın temel güvenlik standartlarına uymadığını ifade ederek, “Burası kesinlikle bir fabrika. Depoda öyle 50 kişi falan çalışmaz... Fabrikaysa da fabrikanın 50 kişinin çalıştığı fabrikada tek giriş çıkış olan bir yer olmaz. Mutlaka fabrikanın en aşağı iki veya üç tane acil çıkışı olması lazım. Burada da öyle bir olay yok.” dedi. Acil çıkış eksikliği can kayıplarını doğrudan etkiledi Acil çıkış eksikliğinin can kayıplarını doğrudan etkilediğini söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Rüştü Uçan, “Yangın tek çıkışın olduğu yere yakın bir yerde başlarsa, yangın büyüdükten sonra dışarıdan gelenler müdahale edemedikleri için orada kaç kişi kalırsa vefatla karşılaşıyoruz.” ifadesinde bulundu. Depo ruhsatı alan işletmelerde iş güvenliği uzmanı bulundurma zorunluluğunun olmamasının riskine de dikkat çeken Uçan, “Depo olursa iş güvenliği uzmanı çalıştırma gibi bir zorunluluk yok. Tamamen kendi istedikleri gibi hareket ediyorlar.” şeklinde konuştu. Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekan Yardımcısı ve İSG Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Nuri Bingöl, olayın sadece bir yangın değil, bir patlama dizisi ile başladığına vurgu yaparak teknik riskleri açıkladı. Dr. Öğr. Üyesi Nuri Bingöl, yangın anında yangın söndürücülerin bile işe yaramadığını belirtti. Dr. Bingöl, kullanılan hammaddenin tehlike seviyesine ilişkin, “Öncelikle bir patlamanın olduğu değerlendiriliyor ki birkaç üst üste patlama var. Yani bir patlayıcı ortam patlaması, ATEX dediğimiz patlama kısmında. Şimdi bu tip patlamalarda yangın söndürücüler çok fazla işe yaramıyor.” ifadesinde bulundu. Kozmetik sektöründe kullanılan alkol tehlike yaratıyor Yanıcı sıvıların depolanma şartlarına değinen Dr. Öğr. Üyesi Bingöl, kozmetik sektöründe kullanılan alkolün neden olabileceği tehlikeye dikkat çekti. Bingöl, “Bir parfümeri deposundan bahsediyoruz, muhtemelen tabii ki alkol kullanılıyor. Bu tip yanıcı sıvılar parlama noktası düşük sıvılardır. Alkolün yanlış bilmiyorsam 12.6 derecedir parlama noktası. Bu şu demektir: Bu 12.6 derecenin üstündeki her sıcaklıkta buhar üretir bu malzeme... Yanma gaz fazında olduğu için, bu ortamdaki alkolün de durumu budur.” dedi. Kimyasal ve yanıcı maddelerin kullanıldığı bir tesis OSB dışında olmamalı Kimyasal ve yanıcı maddelerin kullanıldığı bir tesisin Organize Sanayi Bölgesi (OSB) dışında, yerleşim yerlerinin ortasında bulunmasını eleştiren Dr. Öğr. Üyesi Bingöl, “Bir kere tesisin yeri yanlış. Bu tip yerleri biz genelde organize sanayi bölgelerinde bekleriz... Yani zaten binanın yeri mahalle arasında olması bir garabet... Altta bir kesme, bükme yeri var, yani bir metal atölyesi var ki altta sıcak çalışma yapılıyordur. Metalin kestiği kıvılcım çıkacak, kıvılcım yine tutuşturucu kaynak olarak rol oynayabilir. Neresinden tutsanız bir yanlışlık var.” şeklinde konuştu. OSB’ler “ihtisas alanı” olduğu için itfaiye ekipleri daha bilinçli ve deneyimli Dr. Bingöl, organize sanayi bölgelerinin (OSB) “ihtisas alanı” olması nedeniyle bu bölgelerdeki itfaiye ekiplerinin daha bilinçli ve deneyimli olduğunu söyleyerek, “Organize sanayi bölgelerinde itfaiye, ruhsatlama aşamasından itibaren sürecin içinde yer alıyor. Hangi tesiste ne üretildiğini, neyin depolandığını, hangi kimyasalların kullanıldığını önceden biliyor. Dolayısıyla bir yangın çıktığında müdahale planı önceden hazır oluyor. Ancak mahalle arasındaki küçük fabrikalarda bu bilgiye sahip olunmadığı için müdahale gecikebiliyor veya yanlış yöntem uygulanabiliyor.” diye konuştu. Yangın güvenliğinde asıl mesele patlayıcı ortamın riski Yangın güvenliğinde asıl meselenin patlayıcı ortam riski olduğuna dikkat çeken Dr. Öğr. Üyesi Nuri Bingöl, “Patlamadan korunma üç aşamalı bir sistem. Birincisi patlayıcı ortamı hiç oluşturmamak. İkincisi, oluşuyorsa tutuşmasını engellemek. Üçüncü aşama ise patlama meydana geldiğinde etkilerini azaltmak. Biz genellikle üçüncü aşamayı konuşuyoruz; sprinkler sistemleri, tatbikatlar, köpükle müdahale gibi önlemler hep bu aşamaya girer. Oysa asıl başlamamız gereken yer birinci aşamadır: patlayıcı ortamın hiç oluşmamasıdır.” dedi. Mevzuata göre patlayıcı ortam riski bulunan işyerlerinde çalışanların patlayıcı ortamların tehlikelerinden korunması hakkındaki yönetmelik kapsamında doküman hazırlanmasının zorunlu olduğunu hatırlatan Dr. Öğr. Üyesi Bingöl, “Risk değerlendirmesinin içinde bu dokümanın mutlaka yer alması gerekir. Depolama koşulları, yanıcı sıvıların açıkta bulundurulmaması, düşük parlama noktası olan kimyasalların güvenli ortamlarda saklanması sağlanmalı. Bu önlemler, patlayıcı buharların kapalı ortamlarda birikmesini önler.” ifadesinde bulundu. Basit önlemler hayat kurtarır! Dr. Öğr. Üyesi Nuri Bingöl, sanayi tipi kazalarda can kayıplarını azaltmanın mümkün olduğunu dile getirerek, “Önceden alınacak basit önlemlerle, zarar sıfıra indirilebilir. İşverenlerin, ruhsatlama ve denetim süreçlerinde itfaiyeyi ve iş güvenliği uzmanlarını sürece aktif olarak dahil etmesi gerekiyor. Patlamadan korunma kültürünü işin başında oluşturmak, sonradan alınacak önlemlerden çok daha etkili ve hayat kurtarıcıdır.” şeklinde konuştu. Dr. Öğr. Üyesi Nuri Bingöl, parfüm gibi yanıcı ve patlayıcı kimyasalların üretildiği tesislerin mahalle aralarında kurulmasının ciddi risk oluşturduğunu belirterek, “Eğer belediye, burada ‘parfüm üretimi’ yapıldığına dair bir ruhsat verdiyse, itfaiyenin de bundan haberdar olması gerekir. Çünkü ruhsatlama aşamasında itfaiyenin, tesisin mevzuata uygun olup olmadığını denetlemesi gerekir. Ancak görünen o ki, bu bina mahalle arasında yer alıyor ve büyük olasılıkla üretim süreciyle ilgili itfaiye detaylı bilgiye sahip değildi. Oysa böyle bir tesis organize sanayi bölgesinde olsaydı, itfaiye kuruluş aşamasından itibaren süreci denetler, olası riskleri önceden belirlerdi.” dedi. Ruhsatlama aşamasında çok disiplinli denetim şart Dr. Bingöl, ruhsatlama sürecinin sadece belediyelerle sınırlı kalmaması, itfaiye, çevre ve iş sağlığı uzmanlarının da sürece aktif olarak dahil edilmesi gerektiğini ifade ederek, “Eğer parfüm üretimi gibi yanıcı kimyasalların yer aldığı bir faaliyet söz konusuysa, o tesisin uygunluğu birçok açıdan değerlendirilmeli. Depolama koşulları, havalandırma sistemi, elektrikli ekipmanların patlamaya dayanıklılığı gibi teknik kriterler dikkate alınmalı. Bu nedenle ihtisas bölgeleri, sadece üretim için değil, güvenlik kültürü açısından da büyük önem taşıyor.” diye konuştu. Dr. Hacer Kayhan: “Yangını ya da alevi bir kişi başlatmaz; yangını ihmal başlatır” Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi İş Sağlığı ve Güvenliği Bölümünden Dr. Öğr. Üyesi Hacer Kayhan da binanın fiziksel yapısına dair önemli bir tespitte bulunarak, ruhsatlandırma sürecindeki çoklu kurum sorumluluğunu hatırlattı. Dr. Öğr. Üyesi Hacer Kayhan, parfüm üretimi gibi yanıcı, uçucu ve patlayıcı kimyasallarla çalışılan tesislerin mahalle aralarında yer alamayacağını ifade ederek, yaşanan olayın ihmaller zincirine işaret ettiğini belirtti. Yangını ihmal başlatıyor! Olayı değerlendiren Dr. Kayhan, “Yangını ya da alevi bir kişi başlatmaz; yangını ihmal başlatır. Dolayısıyla öncelikle ‘ihmal nerede yapılmış?’ sorusunu sormamız gerekiyor.” dedi. Dr. Öğr. Üyesi Kayhan, parfüm üretiminin niteliğine dikkat çekerek, “Parfüm üretiyorsa, orada alkol, çözücüler ve uçucu organikler var — yani parlayıcı, patlayıcı ve yanıcı kimyasallarla çalışılan bir tesis bu. Böyle bir tesisin olması gereken yer burası değil.” ifadesinde bulundu. Ruhsatlama zincirinde birçok kurum var… Ruhsatlama sürecindeki çoklu sorumluluğa işaret eden Dr. Öğr. Üyesi Hacer Kayhan, şunları kaydetti: “Bir tesisin bu tür faaliyetlere uygun olup olmadığına dair onay birden fazla kurum tarafından verilir. Belediye, eğer belediye sınırları içindeyse ruhsat verir; itfaiye uygunluk raporu düzenler; Sanayi Bakanlığı tehlikeli kimya nedeniyle sürece dahil olur; Çalışma Bakanlığı ise iş güvenliği perspektifinden denetler. Biz önce yukarıdan başlamalıyız: Kim onay verdi, hangi koşullarda verdi? Orada görünen ek bina, kaçak kat izlenimi veriyor. Depolama alanı olarak kullanılan bölümler, ruhsatlı çıkmayabilir. Alt kısım için ‘ruhsatı var’ deniyor ama neyin ruhsatı olduğu sorgulanmalı metal atölyesi ruhsatı mı, depo ruhsatı mı? Depo ruhsatıyla üretime başlanmışsa bu suçtur.” Cezai ve idari sorumluluklar netleşmeli Dr. Öğr. Üyesi Kayhan, bu tür olayların önlenebilir olduğunu vurgulayarak şu çağrıda bulundu: “Biz meslekten olarak bu tür kazaların önlenebilir olduğunu biliyoruz. Alınacak her önlem bir can kurtarabilir. Ruhsatlandırma, denetim ve uygunluk süreçlerinde sorumluluklar netleştirilmeli; gerektiğinde idari ve cezai süreç işletilmeli.”

Üsküdar Üniversitesi, Uluslararası Arenada Gücünü Artırdı! Haber

Üsküdar Üniversitesi, Uluslararası Arenada Gücünü Artırdı!

Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nazife Güngör, bu önemli gelişmeleri; "Küresel üniversite yolculuğumuz ivme kazanarak devam ediyor. Soydaş üniversitelerimizle iş birliği süreçlerimize hız veriyoruz." sözleriyle değerlendirdi. Üsküdar Üniversitesi, uluslararasılaşma vizyonu doğrultusunda attığı adımlara bir yenisini ekleyerek Avrupa’nın en prestijli yükseköğretim ağı olan Avrupa Üniversiteler Birliği (EUA) üyeliği ile Türk dünyasındaki üniversitelerle akademik, bilimsel ve kültürel bağlarını güçlendirme vizyonu doğrultusunda stratejik bir adım atarak Türk Üniversiteler Birliği (TÜRKÜNİB) üyeliğine kabul edildi. Avrupa yükseköğretim alanında kalite, iş birliği ve akademik standartların geliştirilmesi amacıyla faaliyet gösteren Avrupa Üniversiteler Birliği (European University Association - EUA), 49’dan fazla ülkeden 900’ü aşkın üniversite ve rektörler konferansını bir araya getirerek kıtanın en geniş ve en etkili yükseköğretim ağını temsil ediyor. Yükseköğretim politikalarının oluşturulmasında Avrupa Komisyonu ve uluslararası kuruluşlar nezdinde stratejik bir paydaş olan Birlik, dünyanın en saygın akademik kurumlarını çatısı altında topluyor. Üsküdar Üniversitesi uluslararası akademik standartlara sahip Türkiye’den Boğaziçi, ODTÜ, Koç, Sabancı ve Bilkent gibi köklü üniversitelerin de aralarında bulunduğu bu seçkin ağa Üsküdar Üniversitesi’nin de resmen katılması, üniversitenin uluslararası akademik standartlara sahip olduğunun önemli bir teyidi olarak kabul ediliyor. Üsküdar Üniversitesi'nin üyelik başvurusu, EUA Konseyi’nin gerçekleştirdiği son toplantıda onaylanarak yürürlüğe girdi. Rektör Prof. Dr. Güngör: “Küresel üniversite yolculuğumuz” Üyeliğin üniversitenin küresel hedefleri için stratejik bir adım olduğunu vurgulayan Üsküdar Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nazife Güngör, “Küresel üniversite yolculuğumuz bu adımla büyük bir ivme kazanmıştır.” dedi. Kalite ve gelişim odaklı bir ağ Avrupa Üniversiteler Birliği, üyesi olan kurumları eğitim, öğretim ve araştırma faaliyetlerinin kalite odaklı yürütülmesi, kurumsal gelişim, yenilikçi uygulamalar ve bilimsel üretkenlik açısından düzenli olarak değerlendiriyor. Yükseköğretimdeki iyi uygulamaların yaygınlaşması amacıyla zaman zaman üniversitelere özel öneri ve rehberlik raporları hazırlayarak nitelikli bir gelişim ağı oluşturan EUA, üyelerinin sürekli iyileşme ve mükemmellik arayışına da önemli bir katkı sunuyor. Üsküdar Üniversitesi’nin Avrupa Üniversiteler Birliği üyeliği, üniversitenin bilimsel üretim gücü ve kalite odaklı eğitim yaklaşımı açısından önemli bir dönüm noktası olarak değerlendiriliyor. Üsküdar Üniversitesi, Türk Üniversiteler Birliği’ne de üye oldu Üsküdar Üniversitesi, Türk dünyasındaki üniversitelerle akademik, bilimsel ve kültürel bağlarını güçlendirme vizyonu doğrultusunda stratejik bir adım atarak Türk Üniversiteler Birliği (TÜRKÜNİB) üyeliğine de kabul edildi. Bu üyelik, üniversitenin kardeş coğrafyalarla yürüttüğü bilimsel açılım sürecinde önemli bir dönüm noktası olarak görülüyor. Türk dünyası üniversitelerini buluşturan platform Türk Üniversiteler Birliği'nin (TÜRKÜNİB), Türk dili konuşan ülkelerdeki seçkin yükseköğretim kurumlarını tek bir çatı altında toplayan prestijli bir birlik olarak faaliyet gösteriyor. Birlik; üyeleri arasında bilgi ve deneyim paylaşımını teşvik etmek, ortak araştırma projeleri geliştirmek ve öğrenci-akademisyen hareketliliğini artırmak gibi temel hedeflere sahip. Türkiye’nin yanı sıra Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Macaristan’dan çok sayıda saygın üniversite, TÜRKÜNİB çatısı altında yer alıyor. Birlik, ortak diploma programları, akademik değişim projeleri, eğitimde kalite güvence sistemlerinin geliştirilmesi ve ortak bilimsel yayınlar gibi konularda yürüttüğü çalışmalarla Türk dünyası üniversiteleri arasında güçlü bir etkileşim ağı kuruyor. Prof. Dr. Güngör: “Soydaş üniversitelerimizle iş birliği süreçlerimize hız veriyoruz” Üsküdar Üniversitesi’nin TÜRKÜNİB üyeliğine ilişkin değerlendirmelerde bulunan Rektör Prof. Dr. Nazife Güngör, “TÜRKÜNİB üyeliğimizle birlikte, kardeş coğrafyalardaki soydaş üniversitelerimizle iş birliği süreçlerimize hız veriyoruz.” dedi. Bu önemli adım, Üsküdar Üniversitesi’nin yalnızca Avrupa’da değil, aynı zamanda Türk dünyasında da güçlü ve etkin bir akademik paydaş olma hedefini destekliyor.

Alzheimer Hastalığının 10 Uyarıcı Belirtisi Nedir? Haber

Alzheimer Hastalığının 10 Uyarıcı Belirtisi Nedir?

Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. A. Oğuz Tanrıdağ, bazı belirtilerin Alzheimer gibi ciddi bir hastalığın erken habercisi olabileceği konusunda uyararak, ailelerin ve bireylerin dikkatle gözlemlemesi gereken 10 kritik işareti paylaştı. Üsküdar Üniversitesi NPİSTANBUL Hastanesi Nöroloji Uzmanı Prof. Dr. A. Oğuz Tanrıdağ, Alzheimer hastalığının sıradan unutkanlıklarla karıştırılmaması gereken 10 sinsi ve uyarıcı belirtisini açıkladı. Prof. Dr. Tanrıdağ, bu belirtilerin bir veya birkaçının sürekli olarak yaşanmasının, vakit kaybetmeden bir uzmana danışmayı gerektirdiğinin altını çizdi. Alzheimer'ın 10 uyarıcı belirtisi: Gündelik Hayatı Felç Eden Unutkanlık: Özellikle yakın zamanda planlanan randevuları, toplantıları veya alışveriş listesini sık sık unutmak. Bu, basit bir dalgınlığın ötesinde, yeni bilgiyi kaydetmede yaşanan bir soruna işaret eder. Planlama ve Hesaplamada Güçlük: Daha önce kolayca yapılan yemek tarifini karıştırmak, faturaları takip edememek veya basit hesaplamalarda zorlanmak. Bilinir Görevlerde Aksama: Yıllardır yapılan iş ve ev görevlerinde (evin düzeni, alet kullanımı gibi) kafa karışıklığı yaşamak ve işleri tamamlayamamak. Zaman ve Mekân Algısının Kaybı: Her gün gidilen marketin, caminin yolunu şaşırmak. Günleri, ayları veya günün hangi saatinde olduğunu karıştırmak. Evin içinde odaları bulmakta zorlanmak. Görüntüleri Anlamlandırma Zorluğu: Yazıları okumakta, şekilleri algılamakta ve mesafeyi kestirmekte zorlanmak. Bu durum, özellikle trafikte ciddi sorunlara yol açabilir. İnsan yüzlerini veya mekânları karıştırmak da bu belirtiye dâhildir. Konuşma ve Anlamada Bozulma: Sohbet sırasında doğru kelimeyi bulamamak, cümleleri yarıda bırakmak veya nesnelerin adını hatırlayamamak. Eşyaları Garip Yerlere Koymak ve Başkalarını Suçlamak: Gözlüğü buzdolabına, ayakkabıyı yatağın altına koymak gibi olağandışı davranışlar ve sonrasında eşyayı bulamayınca yakınlarını hırsızlıkla suçlama eğilimi. Yargılama ve Karar Vermede Zayıflama: Giyilecek kıyafeti seçmek gibi basit kararları bile verememek, para yönetiminde anlamsız ve riskli kararlar almak. Sosyal Hayattan Elini Eteğini Çekmek: Düzenli olarak katıldığı arkadaş toplantılarından, hobilerden veya sosyal aktivitelerden sebepsizce uzaklaşmak ve eve kapanmak. Kişilik ve Davranış Değişiklikleri: Normalde cömert olan birinin aniden cimrileşmesi, sakin birinin aniden öfkeli veya şüpheci birine dönüşmesi. Hiçbir şeyden zevk alamama (apati) ve abartılı davranışlar sergileme. Prof. Dr. Tanrıdağ, bu belirtilerin Alzheimer hastalığının beyinde yarattığı bölgesel hasarlardan kaynaklandığını belirterek, erken teşhisin hastalığın ilerleyişini yavaşlatma ve hastanın yaşam kalitesini artırma açısından hayati önem taşıdığını vurguladı.

Uzmanı Gebze’deki Bina Çökmesini Değerlendirdi Haber

Uzmanı Gebze’deki Bina Çökmesini Değerlendirdi

Üsküdar Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekan Yardımcısı ve İSG Uzmanı Dr. Öğr. Üyesi Nuri Bingöl, Gebze’de çöken ve aynı aileden 4 kişinin ölümüne neden olan bina faciasını değerlendirdi. Bu tür olaylar “alışılmış bir trajediye” dönüştü Türkiye’de benzer olayların artık “alışılmış bir trajediye” dönüştüğünü belirten Dr. Öğr. Üyesi Nuri Bingöl, “Daha önce Konya’da da benzer bir bina çökmesi olayı yaşanmıştı. Genelde bu tip binalar kendi kendilerine çökmezler. Binaların statik ve mimari projeleri vardır, belediyeden ruhsat alarak yapılırlar. Ancak bu bilimsel ve teknik gerekçelere uyulmadığında maalesef benzer acılarla karşılaşıyoruz.” Kolon kesilmesi olabilir! Dr. Öğr. Üyesi Nuri Bingöl, Türkiye’deki birçok çökme vakasında en kritik nedenin kolon kesilmesi olduğunu dile getirerek, “Aşağıda bir alanı genişletmek, oto galerisi ya da fırın yapmak için kolonların kesildiğine çokça şahit oluyoruz. O zaman binanın mevcut statiğini bozmuş oluyoruz. Kesilen kolon tarafındaki zayıflama, küçük depremler ya da zemin oynamalarıyla binanın mukavemetini kaybetmesine ve çökmesine neden olabiliyor. Burada böyle oldu demiyorum ama benim kanım yine burada da bir kolon kesilmesi olduğu şüphesini öne çıkarıyor.” diye konuştu. Denetlemelerde de eksiklik var! Bu tür ihlallerin yalnızca müteahhit ya da bina sahibiyle sınırlı olmadığını kaydeden Dr. Öğr. Üyesi Nuri Bingöl, “Denetlemelerde eksik kalıyoruz. Yeterli denetim elemanımız olmuyor veya denetleme bittikten sonra mevcut şartlar değiştirilebiliyor. Örneğin yangın yönetmeliğine göre iki kaçış noktası olması gereken bir binada, sonradan bir merdivenin daireye katıldığını görebiliyoruz. Bu tip durumlar, ölümcül bir ihmaldir. Savcılık da olaya el atmış durumda zaten. O incelemenin sonucunda belli olacaktır. Yanlışlardan ders çıkarmamız lazım. Bu tür olayları sürekli yaşıyoruz. Her sene bir tane, iki tane bina kendi kendine çöküyor.” ifadesinde bulundu. Ayasofya ayaktaysa bizim binalar niye çöksün? Binaların “eski” olmasının tek başına çökme nedeni olamayacağını vurgulayan Dr. Öğr. Üyesi Nuri Bingöl, “Bina eski mi diye hemen soruluyor. Oysa Ayasofya Camii ayakta duruyorsa, Sultanahmet Camii hâlâ ayaktaysa, 50 yıllık bir bina ‘eski’ olamaz. Tek problem, binaları istenilen standartlarda yapmamamız veya sonradan statiğini bozmamızdır.” ifadesinde bulundu. Çatlaklar uyarı veriyor… Vatandaşları binalardaki çatlaklara karşı dikkatli olmaları konusunda uyaran Dr. Öğr. Üyesi Nuri Bingöl, “Binada çatlak varsa mutlaka test yaptırılmalı. Eğer o çatlağa el veya parmak girebiliyorsa bina risklidir. Bu durumda bina derhal boşaltılmalıdır. Ufak çatlaklarda ise birkaç aylık bir zaman olabilir ama beklemek bile risklidir. Kentsel dönüşümün hızlanması gerekiyor. Bir an önce buna bir çözüm bulunması gerekiyor. Belediyelere başvurularak karot testi yaptırılabilir. Bu test betonun dayanıklılığını ölçer. C25 ve üzeri dayanım gerekir ama özellikle 90’lı yıllardan öncesi binalarda beton kalitesi çok düşük çıkıyor. Testten geçemeyen binalar için boşaltma kararı veriliyor, ancak vatandaşlar ‘nereye gideceğiz’ korkusuyla bu testleri yaptırmaktan çekiniyor.” şeklinde konuştu. “İhmal var, ama kimde olduğu incelemeyle ortaya çıkar” Gebze’deki olay özelinde kesin bir yargıda bulunmanın erken olacağını, ancak ortada açık bir ihmal bulunduğunu söyleyen Dr. Öğr. Üyesi Nuri Bingöl, “Durup dururken hiçbir bina kendi kendine çökmez. Depremde bile çöken binaların müteahhitleri yargılanıyor. Demek ki bir ihmal var. Ancak ihmal kimde? Kolon mu kesildi, bina yapıldığı zaman nasıl bir malzeme kullanıldı, kim denetledi — bunların hepsi savcılık soruşturmasıyla ortaya çıkacak. İhmal var, ama kimde olduğu incelemeyle ortaya çıkar.” Şeklinde sözlerini tamamladı. Kaynak: (KAHA) Kapsül Haber Ajansı

logo
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.