Tarih boyunca bir şey hiç değişmedi: insan güvensiz hissettiğinde, altın parlar. Kralların taçlarında, imparatorlukların hazinelerinde, sivil halkın yastık altında sakladığı küçük külçelerde hep aynı anlam gizlidir: güven. Altın, sadece bir maden değil, insanın “kaygı dönemlerinde kendine tuttuğu bir ayna” gibidir.
Bugün de tablo farklı değil. Teknoloji değişti, para dijitalleşti, yatırımlar sanallaştı ama altın hâlâ ayakta. 2025 yılı itibarıyla ons altın 4.150 doların üzerine çıkarak tarihî bir rekor kırdı. Bu sadece ekonomik bir veri değil; insanlığın kolektif ruh hâlinin ekonomik yansıması. Dünya Altın Konseyi’nin 2024 raporuna göre, merkez bankaları geçtiğimiz yıl toplamda 1.037 ton altın satın aldı, son 60 yılın en yüksek ikinci seviyesi. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası da 634 tonluk rezervle kendi tarihinin zirvesine ulaştı.
Küresel sahnede ise dikkat çekici başka bir tablo var: Çin Merkez Bankası, 2024 yılından bu yana rezervlerinin önemli bir kısmını altına dönüştürmeye başladı. Bu eğilim, yalnızca bir yatırım stratejisi değil, aynı zamanda ekonomik egemenlik mesajı olarak da görülüyor. Benzer biçimde, BRICS ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika), doların rezerv para statüsünü kırmak için alternatif bir ticaret sistemi ve yeni bir rezerv para birimi arayışına girdi. Bu durum, dünya ekonomisinde altının yeniden “güven birimi” olarak öne çıkmasına neden oldu.
Yani sadece bireyler değil, devletler de aynı refleksi gösteriyor: belirsizlik karşısında güven arayışı. Altın, bugün yeniden para birimlerinin gölgesinden çıkıp ekonomik güvenin merkezine yerleşiyor.
Ama bu hikâye yalnızca ekonominin değil, insan psikolojisinin de hikâyesidir. Psikolog Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde güven, fizyolojik ihtiyaçlardan hemen sonra gelir. Altın, işte tam da bu duygusal açığı kapatır: kriz anlarında bir tür “duygusal sigorta” işlevi görür. Ekonomi düşse de, güven duygusu yükselir.
Yine de sormadan edemiyor insan: Altın gerçekten güven mi sağlıyor, yoksa sadece güven hissini mi satın alıyoruz? Sonuçta altının değerini belirleyen şey, onun nadirliği değil bizim inancımız. O inanç sarsıldığında, altının ışıltısı da anlamını yitirir.
Altın yükseliyor, çünkü insanın içindeki kaygı yükseliyor. Ve belki de artık asıl sorgulamamız gereken şey şu: Altına yatırım yaparken gerçekten geleceğe mi güveniyoruz, yoksa sadece bugünün korkularını mı satın alıyoruz?
Altının Sessiz Yükselişi: İnsan Güveninin Aynası
Tarih boyunca bir şey hiç değişmedi: insan güvensiz hissettiğinde, altın parlar. Kralların taçlarında, imparatorlukların hazinelerinde, sivil halkın yastık altında sakladığı küçük külçelerde hep aynı anlam gizlidir: güven. Altın, sadece bir maden değil, insanın “kaygı dönemlerinde kendine tuttuğu bir ayna” gibidir.
Bugün de tablo farklı değil. Teknoloji değişti, para dijitalleşti, yatırımlar sanallaştı ama altın hâlâ ayakta. 2025 yılı itibarıyla ons altın 4.150 doların üzerine çıkarak tarihî bir rekor kırdı. Bu sadece ekonomik bir veri değil; insanlığın kolektif ruh hâlinin ekonomik yansıması. Dünya Altın Konseyi’nin 2024 raporuna göre, merkez bankaları geçtiğimiz yıl toplamda 1.037 ton altın satın aldı, son 60 yılın en yüksek ikinci seviyesi. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası da 634 tonluk rezervle kendi tarihinin zirvesine ulaştı.
Küresel sahnede ise dikkat çekici başka bir tablo var: Çin Merkez Bankası, 2024 yılından bu yana rezervlerinin önemli bir kısmını altına dönüştürmeye başladı. Bu eğilim, yalnızca bir yatırım stratejisi değil, aynı zamanda ekonomik egemenlik mesajı olarak da görülüyor. Benzer biçimde, BRICS ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika), doların rezerv para statüsünü kırmak için alternatif bir ticaret sistemi ve yeni bir rezerv para birimi arayışına girdi. Bu durum, dünya ekonomisinde altının yeniden “güven birimi” olarak öne çıkmasına neden oldu.
Yani sadece bireyler değil, devletler de aynı refleksi gösteriyor: belirsizlik karşısında güven arayışı. Altın, bugün yeniden para birimlerinin gölgesinden çıkıp ekonomik güvenin merkezine yerleşiyor.
Ama bu hikâye yalnızca ekonominin değil, insan psikolojisinin de hikâyesidir. Psikolog Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde güven, fizyolojik ihtiyaçlardan hemen sonra gelir. Altın, işte tam da bu duygusal açığı kapatır: kriz anlarında bir tür “duygusal sigorta” işlevi görür. Ekonomi düşse de, güven duygusu yükselir.
Yine de sormadan edemiyor insan: Altın gerçekten güven mi sağlıyor, yoksa sadece güven hissini mi satın alıyoruz? Sonuçta altının değerini belirleyen şey, onun nadirliği değil bizim inancımız. O inanç sarsıldığında, altının ışıltısı da anlamını yitirir.
Altın yükseliyor, çünkü insanın içindeki kaygı yükseliyor. Ve belki de artık asıl sorgulamamız gereken şey şu: Altına yatırım yaparken gerçekten geleceğe mi güveniyoruz, yoksa sadece bugünün korkularını mı satın alıyoruz?
Yorum Ekle
Yorumlar (0)
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Gökhan Temotaş
Altının Sessiz Yükselişi: İnsan Güveninin Aynası
Tarih boyunca bir şey hiç değişmedi: insan güvensiz hissettiğinde, altın parlar. Kralların taçlarında, imparatorlukların hazinelerinde, sivil halkın yastık altında sakladığı küçük külçelerde hep aynı anlam gizlidir: güven. Altın, sadece bir maden değil, insanın “kaygı dönemlerinde kendine tuttuğu bir ayna” gibidir.
Bugün de tablo farklı değil. Teknoloji değişti, para dijitalleşti, yatırımlar sanallaştı ama altın hâlâ ayakta. 2025 yılı itibarıyla ons altın 4.150 doların üzerine çıkarak tarihî bir rekor kırdı. Bu sadece ekonomik bir veri değil; insanlığın kolektif ruh hâlinin ekonomik yansıması. Dünya Altın Konseyi’nin 2024 raporuna göre, merkez bankaları geçtiğimiz yıl toplamda 1.037 ton altın satın aldı, son 60 yılın en yüksek ikinci seviyesi. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası da 634 tonluk rezervle kendi tarihinin zirvesine ulaştı.
Küresel sahnede ise dikkat çekici başka bir tablo var: Çin Merkez Bankası, 2024 yılından bu yana rezervlerinin önemli bir kısmını altına dönüştürmeye başladı. Bu eğilim, yalnızca bir yatırım stratejisi değil, aynı zamanda ekonomik egemenlik mesajı olarak da görülüyor. Benzer biçimde, BRICS ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika), doların rezerv para statüsünü kırmak için alternatif bir ticaret sistemi ve yeni bir rezerv para birimi arayışına girdi. Bu durum, dünya ekonomisinde altının yeniden “güven birimi” olarak öne çıkmasına neden oldu.
Yani sadece bireyler değil, devletler de aynı refleksi gösteriyor: belirsizlik karşısında güven arayışı. Altın, bugün yeniden para birimlerinin gölgesinden çıkıp ekonomik güvenin merkezine yerleşiyor.
Ama bu hikâye yalnızca ekonominin değil, insan psikolojisinin de hikâyesidir. Psikolog Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde güven, fizyolojik ihtiyaçlardan hemen sonra gelir. Altın, işte tam da bu duygusal açığı kapatır: kriz anlarında bir tür “duygusal sigorta” işlevi görür. Ekonomi düşse de, güven duygusu yükselir.
Yine de sormadan edemiyor insan: Altın gerçekten güven mi sağlıyor, yoksa sadece güven hissini mi satın alıyoruz? Sonuçta altının değerini belirleyen şey, onun nadirliği değil bizim inancımız. O inanç sarsıldığında, altının ışıltısı da anlamını yitirir.
Altın yükseliyor, çünkü insanın içindeki kaygı yükseliyor. Ve belki de artık asıl sorgulamamız gereken şey şu: Altına yatırım yaparken gerçekten geleceğe mi güveniyoruz, yoksa sadece bugünün korkularını mı satın alıyoruz?
Altının Sessiz Yükselişi: İnsan Güveninin Aynası
Tarih boyunca bir şey hiç değişmedi: insan güvensiz hissettiğinde, altın parlar. Kralların taçlarında, imparatorlukların hazinelerinde, sivil halkın yastık altında sakladığı küçük külçelerde hep aynı anlam gizlidir: güven. Altın, sadece bir maden değil, insanın “kaygı dönemlerinde kendine tuttuğu bir ayna” gibidir.
Bugün de tablo farklı değil. Teknoloji değişti, para dijitalleşti, yatırımlar sanallaştı ama altın hâlâ ayakta. 2025 yılı itibarıyla ons altın 4.150 doların üzerine çıkarak tarihî bir rekor kırdı. Bu sadece ekonomik bir veri değil; insanlığın kolektif ruh hâlinin ekonomik yansıması. Dünya Altın Konseyi’nin 2024 raporuna göre, merkez bankaları geçtiğimiz yıl toplamda 1.037 ton altın satın aldı, son 60 yılın en yüksek ikinci seviyesi. Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası da 634 tonluk rezervle kendi tarihinin zirvesine ulaştı.
Küresel sahnede ise dikkat çekici başka bir tablo var: Çin Merkez Bankası, 2024 yılından bu yana rezervlerinin önemli bir kısmını altına dönüştürmeye başladı. Bu eğilim, yalnızca bir yatırım stratejisi değil, aynı zamanda ekonomik egemenlik mesajı olarak da görülüyor. Benzer biçimde, BRICS ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin ve Güney Afrika), doların rezerv para statüsünü kırmak için alternatif bir ticaret sistemi ve yeni bir rezerv para birimi arayışına girdi. Bu durum, dünya ekonomisinde altının yeniden “güven birimi” olarak öne çıkmasına neden oldu.
Yani sadece bireyler değil, devletler de aynı refleksi gösteriyor: belirsizlik karşısında güven arayışı. Altın, bugün yeniden para birimlerinin gölgesinden çıkıp ekonomik güvenin merkezine yerleşiyor.
Ama bu hikâye yalnızca ekonominin değil, insan psikolojisinin de hikâyesidir. Psikolog Abraham Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisinde güven, fizyolojik ihtiyaçlardan hemen sonra gelir. Altın, işte tam da bu duygusal açığı kapatır: kriz anlarında bir tür “duygusal sigorta” işlevi görür. Ekonomi düşse de, güven duygusu yükselir.
Yine de sormadan edemiyor insan: Altın gerçekten güven mi sağlıyor, yoksa sadece güven hissini mi satın alıyoruz? Sonuçta altının değerini belirleyen şey, onun nadirliği değil bizim inancımız. O inanç sarsıldığında, altının ışıltısı da anlamını yitirir.
Altın yükseliyor, çünkü insanın içindeki kaygı yükseliyor. Ve belki de artık asıl sorgulamamız gereken şey şu: Altına yatırım yaparken gerçekten geleceğe mi güveniyoruz, yoksa sadece bugünün korkularını mı satın alıyoruz?