Her çağ kendi devrimini sessizce başlatır. Buhar makinesiyle sanayi devrimi başladı, internetle iletişim yeniden tanımlandı. Şimdi ise yeni bir devrimin eşiğindeyiz: yapay zekâ.
Kimi onu insanın rakibi olarak görüyor, kimi de geleceğin en büyük fırsatı olarak. Oysa tıpkı geçmişte olduğu gibi, bugün de asıl mesele teknolojinin kendisi değil; onu nasıl kullandığımız.
Tarihe baktığımızda her büyük yenilik önce korkuyla karşılanmıştır. 1800’lerin başında dokuma tezgâhları otomatikleştiğinde, İngiltere’de “Luddite” adı verilen işçiler makineleri parçaladı; çünkü “ellerinden işlerini alacaklarını” düşünüyorlardı. Oysa bu makineler, kısa süre sonra üretimi hızlandırarak hem yeni iş alanları yarattı hem de ekonomiyi büyüttü.
Aynı tepki, Google ilk çıktığında da yaşandı. Bilginin bu kadar kolay ulaşılabilir olması, kimi için “insan düşüncesinin tembelleşmesi” anlamına geliyordu. Bugünse internet olmadan bir gün bile düşünemiyoruz.
McKinsey’nin 2024 tarihli raporuna göre yapay zekâ, önümüzdeki on yıl içinde küresel ekonomiye 4,4 trilyon dolar katkı sağlayacak. PwC’nin bir başka araştırması, 2030 yılına kadar yapay zekânın dünya genelinde 300 milyon yeni iş alanı yaratacağını öngörüyor.
Yani mesele, işlerin yok olması değil; işlerin dönüşmesi.
Bugün müşteri analizlerini saniyeler içinde çıkaran, raporları yazan, veri setlerinden anlam üreten yapay zekâ sistemleri artık iş dünyasının merkezinde. Bankacılıktan pazarlamaya, insan kaynaklarından üretime kadar her alanda bir “görünmez akıl” var.
Asıl farkı yaratanlar ise bu akılla iş birliği yapabilenler.
Deloitte’un araştırmasına göre yapay zekâyı iş süreçlerine entegre eden şirketlerin karar alma hızları ortalama %33 artıyor, hata oranları ise %27 azalıyor.
Elbette herkes bu dönüşüme aynı hızla yaklaşamıyor. Kimi, yapay zekânın insanın yerini alacağından korkuyor. Ama aynı korkular, otomobiller ilk üretildiğinde de vardı. 1900’lerin başında birçok kişi, “at arabalarının asla yerini alamaz” diyordu. Oysa bugün o arabaları yalnızca müzelerde görüyoruz.
Yapay zekâ da aynı yolun başında. Bu, bir son değil; yeni bir başlangıç.
Peki biz bu dönüşümün neresindeyiz?
Yapay zekânın fırtınasından kaçmaya mı çalışıyoruz, yoksa o rüzgârı kendi yelkenlerimizde kullanmaya mı hazırlanıyoruz?
Çünkü artık herkesin kendine sorması gereken şey şu:
“Benim işimde yapay zekânın katkısı ne olur?” değil, “Yapay zekâyı kullanmazsam neyi kaçırırım?”
Sizlere daha iyi hizmet sunabilmek adına sitemizde çerez konumlandırmaktayız. Kişisel verileriniz, KVKK ve GDPR
kapsamında toplanıp işlenir. Sitemizi kullanarak, çerezleri kullanmamızı kabul etmiş olacaksınız.
En son gelişmelerden anında haberdar olmak için 'İZİN VER' butonuna tıklayınız.
Gökhan Temotaş
Yapay Zekâ: Korkunun Değil Dönüşümün Adı
Her çağ kendi devrimini sessizce başlatır. Buhar makinesiyle sanayi devrimi başladı, internetle iletişim yeniden tanımlandı. Şimdi ise yeni bir devrimin eşiğindeyiz: yapay zekâ.
Kimi onu insanın rakibi olarak görüyor, kimi de geleceğin en büyük fırsatı olarak. Oysa tıpkı geçmişte olduğu gibi, bugün de asıl mesele teknolojinin kendisi değil; onu nasıl kullandığımız.
Tarihe baktığımızda her büyük yenilik önce korkuyla karşılanmıştır. 1800’lerin başında dokuma tezgâhları otomatikleştiğinde, İngiltere’de “Luddite” adı verilen işçiler makineleri parçaladı; çünkü “ellerinden işlerini alacaklarını” düşünüyorlardı. Oysa bu makineler, kısa süre sonra üretimi hızlandırarak hem yeni iş alanları yarattı hem de ekonomiyi büyüttü.
Aynı tepki, Google ilk çıktığında da yaşandı. Bilginin bu kadar kolay ulaşılabilir olması, kimi için “insan düşüncesinin tembelleşmesi” anlamına geliyordu. Bugünse internet olmadan bir gün bile düşünemiyoruz.
McKinsey’nin 2024 tarihli raporuna göre yapay zekâ, önümüzdeki on yıl içinde küresel ekonomiye 4,4 trilyon dolar katkı sağlayacak. PwC’nin bir başka araştırması, 2030 yılına kadar yapay zekânın dünya genelinde 300 milyon yeni iş alanı yaratacağını öngörüyor.
Yani mesele, işlerin yok olması değil; işlerin dönüşmesi.
Bugün müşteri analizlerini saniyeler içinde çıkaran, raporları yazan, veri setlerinden anlam üreten yapay zekâ sistemleri artık iş dünyasının merkezinde. Bankacılıktan pazarlamaya, insan kaynaklarından üretime kadar her alanda bir “görünmez akıl” var.
Asıl farkı yaratanlar ise bu akılla iş birliği yapabilenler.
Deloitte’un araştırmasına göre yapay zekâyı iş süreçlerine entegre eden şirketlerin karar alma hızları ortalama %33 artıyor, hata oranları ise %27 azalıyor.
Elbette herkes bu dönüşüme aynı hızla yaklaşamıyor. Kimi, yapay zekânın insanın yerini alacağından korkuyor. Ama aynı korkular, otomobiller ilk üretildiğinde de vardı. 1900’lerin başında birçok kişi, “at arabalarının asla yerini alamaz” diyordu. Oysa bugün o arabaları yalnızca müzelerde görüyoruz.
Yapay zekâ da aynı yolun başında. Bu, bir son değil; yeni bir başlangıç.
Peki biz bu dönüşümün neresindeyiz?
Yapay zekânın fırtınasından kaçmaya mı çalışıyoruz, yoksa o rüzgârı kendi yelkenlerimizde kullanmaya mı hazırlanıyoruz?
Çünkü artık herkesin kendine sorması gereken şey şu:
“Benim işimde yapay zekânın katkısı ne olur?” değil, “Yapay zekâyı kullanmazsam neyi kaçırırım?”